yaklaşımlarÖzkan YıkıcıKuşkular, sorular ve kamuoyunun etkisizliği – Özkan Yıkıcı
yazarın tüm yazıları:

Kuşkular, sorular ve kamuoyunun etkisizliği – Özkan Yıkıcı

333 Takipçiler
Takip Et

Yeniçağ podcastını dinleyin

Daha şimdi oldu denip de ardından gelen başka gelişme ile unuturulann bir sorunlar yumağından geçiyoruz. Gelgit şeklinde gündem oluşup kayboluyor. Daha dün mahşetlerin başına konulan olay, şimdi adeta geçip geç kalmanın sonucunu yaşıyoruz. Böylesi hem hızlı gelişmeler, hem ardı ardına olup birbirni sildirten konumlar ve en acısı; gündeme düşerken dahi birçok kuşku ve sorulanın yanaıtsız geçip unutulma sonucunun da yaşanmasıdır. Yapılan her açıklamanın adeta sonradan yalanlanan şekli veya birbirini tutmayan anlık demçelrle zaten hangisinin doğru, hangisinin yanlış olduğu da başka bir tartışma konusu. Gerçekten hem epey olayın hem de birçoğu anında yaşanan günlerden geçiyoruz. Bunların çoğu haber dahi olmadan sonsuzluğa doğru tüketiliyor. Üstelik; yaşanan olayların, yapılan açıklamaların da salt tekil değil, geniş gelecek üzerine şekilenen ağır sonuçları da olmaktadır. Bunlar egemen politikaların dilediği gibi kulanıp, yeri geldiğinde çekinmeden yalan söyleyip katletme gizleme tavırlarını da aldığı dönemden geçiyoruz. Bunlar yanıtsız soruloar, farkında olmadan gelgitleşenler, yalanın doğrusu öğrenilemeden bitip gidiyor. Kamuoyu direnci yerine, potansiyel kitle destekleme tutumları ile de resmen birçok kirli oyunun da zemini oluşturulduğu da bir imkar edilmez gerçektir.

Geçen yazımda “ki birkaç gün önceydi” Ankaradaki katliyamı yazıp özelikle “aman* Dikat” çektim. Çünkü soruların çok,kuşkuların bol ve ta baştan resmi görüş dışında bilgi yayın yasağı da konulduydu! Bu olayın bazı acı tehlikelerine dikat çektim. Tam da bunlar gerçekleşirken, ardından tutmayan bir politik hamle sonucu, yeni olaylarla bu konunun güncel siyasal önemi de daraltıldı. Kamuoyu sorgusunun net oluşamaması ve sosyal muhalefet eksikliğinin ağır hisedildiği bir geçiş kısa dönemi yaşandı. Nitekim; Ankara saldırısının Türkiyenin Pakistanlaşma siyaseti dahi konuşulamadan gündemden düşüldü. İstenilen hamle konulan siyasal suçlama esrumanı tutmayınca, hemen başka konuya doğru yelken açıldı. Öyle bir paradoksal travma oluştu ki; Türkiyenin Ankara katliyamından sorumlu tutup tavır istenen PYD konusunda üst ustası ABD dahi tatmin edilmedi. Ama Türkiye kamuoyu tek elden medya sayesinde ve otoriter bağımlı kültürün muhavazakar tutsaklığında bu noktada taklıp yeni gündeme geçti…

Halbuki Türkiyede gerçekten bir kamuoyu olsa, dirençli enazından duyarlı sosyal muhalefet olsa; 7 ayda tam 9 canlı bonba saldırısının tehlikeli işaretini tartıştırp kuşkuların konuşulmasını zorlayacaktı. Hat da; yalan söyleyen ve olaylardaki arka perde de aralanacaktı. Belirli kesimlerin de istifası olacaktı! Hele de suçlanan ve başta en yakın mütefiklerin dahi kabulde zorlandığı suçlu sandalyesi sonrası, bukadar basit herkesi veya istenileni suçlayıp savaş aşma politikası geliştirilemiyecekti! Hele tüm kuşkulara ve bazı başka bulgulara rağmen, hala Suriyedeki PYD mevzilerinin bonbalanması, herkese ağzına geleni yöneticiler söyleyemiyecekti! Fakat Ankara saldırısının beklide en net siaysal göstergenin, yasaklar, dilenenin suçlandığı ve bunların yeni otoriterliğin yasalığa dönüştürülmenin esrumanı haline getirildi!

Ankara olayı biraz daha merkezi siyasal şarkı bozuk akorla geçiştirilirken, hat da kimin yaptığı kuşkuları da hala yanıtsızken; başka alanlar gündemi yine kapladı. Tabi Kuzey Kıbrısda onca Türkiyeleşme gerçeğine karşın, nedense ilk gün konu gazetelerde yer buldu. Bir gariplik de şu: enazından eski dönemlerde bu konuda içe yöelik veya Türkiye yetkililerine bolca teseli demeçleri verilir, mesajlar sunulur sonuçta da “oradaki acının burada da paylaşıldığı” söylenirdi! Doğrusu; onca Türkiyeleşme ve eski bağımlı kuralı nedense bukez pek tekrarlanmadı! Hele de hamaset cepesi…. Üstelik birçok kesim koltuk hesabı yapıyor, bazıları beklenti içinde duruyor ve kimisi de buradaki tavırlarına Türkiyeden onay beklemelerine rağmen, bu klasik gelenek gerçekleşmedi.

Gelenek gerçekleşmedi; ama başka bir platonik aşkın randovisi gerçekleşti! Aylardır Mehmedali bey Erdoğandan randovi beklerken, birden haftasonu bu randovi gerçekleşti. Kimisi su dedi, kimisi onay beklentili durdu, kimisi de endişelenip “acaba Mehmedali Erdoğanla yinemi yaklaşıyor” kuşkularına düştü! Tam da hükümet çatırdar imajını verip, içte belirsiz olsa da su yüzünden Türkiyeyi eleştirme çıkışlarında olurken! Gerçi Mehmedalinin görüşme sonrası açıklaması oldu. Kimse doğrusu inanmadı! Sadece bazı taraftarlar bunu habercilik algısında kulandılar. Herkes biliyor ki “yaşananlarla kanıtlandı” Mehmedalai hiçbirzaman yaptığı böylesi görüşmelerde olanları söylemedi. Duyarlı kesimler bunu zaten baştan bildikleri için de bu temasa önem vermediler. Nitekim Mehmedalinin de açıklaması bilineni yeniden tekrarlama dan öteye olmadı…

Mehmedali Türkiye semalarında Erdoğan randovisi ile aşkının özlemini giderirken, Türkiyenin öteki Kıbrısla ilgilinen Dışişleri bakanı da müjdeyi çaktı: “Haziranda anlaşma var”! Peki kaç kişi bu habere inandı? Ama önemli gazetelerimiz, televizyon ekranlarımız bunu mahşet yaptılar. Nedeolsa Kıbrıs sorunu hem de Türkiye yetkililerince çözüme yaklaştığının tarihini dahi veriyorlardı. Benim gibi kuşkucular hemen bu lafları dün dinleyen Kürtleri aklına getirdi… Cizredeki botrumlara şimdi Surdakiler eklendi! Oysa hayal değil, Dolmabahçe protokolu imzalandıydı! Oysa şimdi kIbrısa haziran denilirken belki de önümüzdeki değil de bakalım hangi haziran kuşkusu doğdu. Zaten Erdoğan nedemişti; “Güzelyurt artık verilemez* o dündü*”…. Ama nedense Mehmedali AKP döneminde birkaç ay sonrasına hep çözüm tarihleri verilip duruldu.

Çavuşoğlu Kıbrısa müjdeyi çakarken, Karadenizin Artvininde de günlerce süren direnişin haberi ayni şekilde ne Türkiye nede Kıbrıs medya yörüngesine giriyordu! Halbuki Artvin direnişi burada enazından yaşanmış Lefke gerçeği ile birlikte konuşulma olasılığı da doğdu. CMC olayında bakır işletmeciliğinde Lefkenin ne hale geldiğini yaşanarak oluşturulan kirli çevre ile anıt gibi Lefka burada vardı. Oysa Artvinlilere başta Davutoğlu katledilecek Kafkasyanın Türkiyeye uzanan doğasının “yok olmayacağı” sözlerini söyleyip, halkı ikna yerine üzerlerine polis ve jandarmayı gönderdi. Cengiz şirketinin orada bakır çıkarıp altın olayını gerçekleştirme dayatmasını yapıyordu.

Elbet bu haber burada dördüncü kuvet denilen şekli ile medya olsaydı önemseyip yaaardı. Buradaki çevreciler başta olmak üzere, bu deneğim le özelikle Lefkedeki yeni madencilik deneğimle konuyu kamuoyuna taşıyıp, hazırlama yapma ortamına girerlerdi! Dedik ya; zamanında Sivil toplum kuramına yasak getiren emperyelis kesimler, doksanlarda paralarla ödeyerek oluşturulan bağımlı uzman örgütlerle bu kavramı da sermayeleştirip katletiler. Oysa seksenlerde başta Alman Kızılordu fraksyonundan bazı solcular, solun Kızılıktan yeşile yani ekoloji mücadelesine girmek gerektiğini açıklıyorlardı!

Artvin gerek yapılmak istenen, gerek gösterilen direnişin duyulması bakımından önenmli bir gelişmeydi! Ama buda burada tutmadı!Gerçekler yeşerip kamuoyulaşmadıkça ve yaşamda demokratik katılmcı yapılar, ekonomide yasal kurumsalaşma ile paylaşım dengeliği kurulaşmadıkça, bize has yapılar oluşur. Bunlar da yasadışılığın en net ifadesi olan mafyalarla şekilenir. Herkes bilir, ama buda doğalaştığı için de kimse dikate almıyor. Bazı baskıları, kirli ilişkileri de pek dikate alan yoktur. Ama şöyle bir eylem de olunca… Haftasonunda bazı araçlar yakılır. Ahalideki anlatı “mafyacılık işi” olarak hemen kondu. Herkesin bilgi ölçüsünde de konuşuldu. Gazetelerin anamedya bölümü sanki hiç omamış gibi de “neoluyoruz” gibi mahşet koydular! Yerinde kelimeler kulanılsa, gerçekten kamuoyunda yankı bulacaktı! Mafyacılığın yasal haldeki kuralalrda dahi işlediği yerde siz görmezden gelirseniz, yazdığınız zaman da fazla dikate alan yoktur. Zaten burada mafyaclık değil, dürüslük nadirliği nedeniyle dürüst insan aranıyor!

Fakat; medyamız çok kolay harcadıkları şu ifadeler var: “Çarpıcı gelişme* Bizde tutmaz* Hoşgörülüyüz” cümlelerimiz bolca savrulur. Bir de son dönemde su konusu epey yazılıp çizilmeye uğraşılıyor. Halbuki enazından bu imzalanmaya hazır önceden anlaşılıp meclisten geçen temel anlaşmanın devamı olan metni nedense yazıp içeriği ile tartıştırmak da imkansız oldu. Konu Türkiyeleşmenin aşkı ve çizilen çenberin daraltısında dolaşarak konuşulmaya çalışılınıyor. Suyun özeleştirme örneklerinin dünyada olduğu ve hat da filimlerinin dahi yapıldığı, metnin açıkta olduğu ve okunması gerektiği basit kuralar dahi işleyemedi! Sanki ilk defa burada uygulanıp, Türkiyecilik sınavı ile koltukta kalmanın aşkı arasına sıkışıp braktırılma hastalığı hala devam etmenin sancıalrı yaşanıyor!Tabi ki kulanılan “suyun insan hakkı” ifadesinin de ne olduğu yine onca ünüversitemize rağmen hiç bilinmediği de anlaşıldı. Burada sıkıntı işbirlikci yönetici kesimde değil! Hala bu gerçek karşısında dahi adına toplumsal muhalefet veya benzer etiket kulanan kesimlerin ortak paydaşlıkla olayın özünde buluşamamasıdır. Kimisi Türkiyeleşme çizgisinden çıkamadığı, kimisi hala koltuk sevdasında olduğu, kimisi olayı hala kavrayamadığı ve bazı kesimler de sınırı baştan buradaki işbirlikcilerle koyma çizgisini çektiği için, net muhalefet direnç noktası konulamadı. Zaten olayda eyer okunarak, gerçek duruş talebi olsaydı, kararın ilk imzalanma döneminde bu kamuoyu tepkisiyle sosyal muhalefet bir çizgi oluştururdu! Suyu isteyip istememe, bize lütfedilen su ile daha da yüzeyseleştiren bazı makamcılar da “damanaca sudan daha ucuz oalcağı” gibi tuhaf kavramlarla oyalayıp durmaktadırlar.

Gelelim sonuca; doğu komşumuzda Suriyede dünya güçlerinin çatıştığı, en gerici cihatcıların kol gezdiği, inanılmaz yalanların kolayca söylenip savaşa neden kılma yangını yükselirken* içeleştiğimiz Türkiyede Artvinden Sura varan geniş çoğrafyada inanılmaz baskıların doğalaşıp, devlet biçimi düzenleme yapısında siyasal seçki olarak gelişirken* Kıbrısı hem yükseltip, hem gelecek beklerken, aktörlerimizdeki gelişmeleri dahi sansürleyen algısal kısıtlama ile biz neyi tartışacağız. Gündemler gelgitlerle durmadan değişirken, neyazık ayni döngüde de hegemonyacılık mücadelesine de takılıyor. Kıbrısda çözüm derken dahi, nasıl çözümün içeriğini konuşmadan sığ laflarla savrulup gidiyoruz. Biz giderken de bakın neler geliyor… Futbol kuluplerinde, ilkokularda dahi kuran kursları veriliyor! Dün tutmaz denilen köylerde yine kadın kuran kursları açılıyor. Öyle Türkiyeli falan değil; resmen birilerinin dediği gibi “orijinal Kıbrıslılar” kuran kurslarına katılıyor, çocukalrını gezi amacıyla tarikatlara dahi teslim ediyorlar. Zaten Şaklabanlıkta üstüne olmayan makamcı Eğitim koltukcusu da artık islamı gayet güzel iltifatlarla AKP yetkileri ile pazarlamaktadır. Dünya bunun sonuçları ile doludur. Biz hala “tutmaz, sökmez” kelimelrini parmak kulanıp arkasında saklanmaya devam edelim. Bugünlük de bukadar.

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
334AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin