Belkide önemli birçok verilen demeç veya yapılan resmi açıklama sonrası, söylenenlerin önemli kısmı yalan olduğu kanıtlandı. Özelikle sistemin adını bilen, onun kulandığı kavramların içeriğini anlayan ve yapılan açıklamaların da doğru yerine yalan olduğu kanıtlansa da yine insanları bile bile ayni yanılgıya kapılmaları ilginç değildir. Birçok deneğimi, bedel ödeyerek Kıbrısda yaşarken, üzserine ekilen açıklamalarla nasıl tersinin söylendiği, kulanılan kavramların aslında banbşka anlamda olduğu anlaşılmasına karşın, eyer insanlar sırf inanmak veya birilerine şirin görünmek için bunlara hala inanıp savunuyorsa, ozaman dönüp başka olguları da konuşmamız şart. Enbaşta da yapılan açıklamalarda ısrarla doğru değil, varıolanı veya duyulmak isteyeni söyleyerek kamuoyu oluşturma algılarına baş vurmak yeterlidir. Gerçekten hala onca açıklamalara karşın, ortaya çıkan sonuçlara rağmen, insanlar eyer ayni yalana inanıyorsa, ozaman başka durumlara tartışmak şart.
Şu farkı koyarak konuyu geliştirelim; gerçekten bazıları taşıdıkları görüş veya çıkar nedeniyle tekrar tekrar savrulan yanlış açıklamaları hemen kapar. Ne kuramın içeriği, nede söylenenin doğruluğu hiç düşünülmez! Hep herkesin Kıbrıs sorununda “çözüm” istediğini duyarız. Birilerinin de “cesaretlendrdiğini” dinleriz. Hep dinleriz de en basit kendi içimizde konuşurken de şu basit yoruma gelip takılırız: “Bu güçler gerçekten isteselerdi, adada çoktan barış gelir” sonucunu buluruz. Ama yine de en yalın atışı dahi yapan politikacının açıklaması, sıf işimize geldiği için de “bak buda barış ve çözüm istiyor” savunusunu hemen yapıştırırız. Kıbrısda olanları da hemen çekinmeden “dış güçler yaptı* Amerika ve İngiltere suçludur” deyip de kestirmenin de öteki savunusunu da yaparız. Böylesi paradoksal travma ile yaşayarak gideriz.
Ayni olayı Ortadoğuda da yaşarız. Eskidenberi hep “Kıbrıs Ortadoğu politikasının bir parçasıdır” denmektedir. Yine; son Ortadoğu projesinin Kıbrısa da çözüm rüzgarı getireceğini savunan çok. Oysa Ortadoğunun sömürge alanı olduğunu, yeri geldikçe son projesinin basit ezberle “petrola” dayandığını da kolayca herkes söyler. Söyler de ardından ırak işkali, Lipya müdahalesi, son Suriye girişiminde hep yapılan onca yıkıma rarğmen, adaya çözüm getirecek rüzgar olarak algılatıldı. Böylesi çelişkielrle dolu kendine has gündemimiz vardır.
Belek kaybı ve silikleştirip ezber algılarla konuşmanın fantezileşmesini yaşarız. Dün IŞİD için Suriyeye özgürlük getirecek örgüt damgasını koyan “akademisyenimiz” dahi vardı. Hele Türkiyeleşme gerçeğimizle konuları tartışırsak; Nitekim hep kendimizi överken, yeri geldiğinde “çağdaşlık” etiektini kimseye kaptırmazken; Erdoğana övgüler veya önceden cuntaya alkışta da gereken nevarsa o yapıldı. Bu siaysetcilerinin demeçelrini alıp “bak şu nededi” ile dloğruluğu sorguolanmadan savunulup kabulenilmektedir.
Emperyalizim, Faşizim gibi kuramlarla konuşmayı artık unutuk. Unutduk da yine eyr kamuoyu her söyleneni sorgulasaydı, bugün birçok yalan üzerine yapılan vahşetli katliyamları “demokratiklik” diye kolayca yutmayacaktık. Irakı, Suriyeyi veya daha yakın bizim yaşadıkalrımıza bakın! Sanki doğru ifadenin öcü olup konuşturulmadığı yüzleşmesiyle karşılaşıyoruz.
Bugünlerle Kıbrıs sorunu denilip her şey ötelendi. Buradaki yağmalar, yalanyanlış uygulamalar, Türkiyede olanlar ve genişleterek Ortadoğu yangınını dahi görmezden gelip, daha da ironikleşip, bu koşulların Kıbrısa çözüm getireceği beklentisi her zaman vardır. Hat da buna inanmayanlar dahi ezbere takılırlar. İşbirlikcilikle sömürgeselikle, ilahaklaşma kurallarla yaşayarak yapılanan adamız, sonuçta bu siaysetin de kısgacına girdi. AKp aşkı ile buraya gelen tüm gerici kuralları sırf çıkar adına kabulenen garip bir kozmopolitik yapıya geldik. Halbuki konular sırıtıyor ve enzından demokrasi falan denilen olguların esamesi okunmuyor.
Türkiyenin heryerde işbirlikcilerle panislamizim veya pantürkizim düşüncelerle hegemonya kurma esrumanları heryerde esiyor. Bunları yanlış algılayıp, sanki ilgili yerlerdeki dini veya etnik yakınları koruduğu algısı ise hergün çökmektedir. Zaten Türkiyenin şuanda Kürtlere karşı yaptıkları ile özgürlükten ne anladığının net kanıtları uçuşmaktadır. Suriyede ve ıraktaki Türkmenler bu rüzgara kapılıp beklentiler oluşturdular. Irakta nelrin olduğu malum. Suriyede ise Elnusra gibi yapılara verilenndesteği örtme yolu ile Türkmencilik kulanıldı. Tabi Suriyede başta Suni mezhepli dincilikten Türkmen kartına gerilendiğini de akılda tutmalıyız.
Son örnek Bulgaristandan; Bulgaristandaki azınlık Türklerin politik yapısına müdahale edilip AKPleştirme çaba sonucu, istenmeye istenmeye Bulgaristanla dahi sorunlar yapıldı. Kurulan Bulgar Türk azınlıklı Halkla Özgürlük partisinin Türkiye müdahalesi ile başına gelmemiş kalmadı. Parçalandı ve ensonunda bu müdahaleler Türkiye Bulgaristan sorunu dahi üreti. Ceyda Karanın Çarşanba günkü Cumhuriyet Makalesini okursanız, nedemek istediğimi daha net anlarsınız!
Aslında konulara dalıp uzağa gitmek gerekmez. Buradaki işbirlikciliğin nemenem şey olduğu ortada. Hele son krizle Mehmedalinin düştüğü durum veya UBP yetkililerin teslimiyetle nasıl savunma yaptıkları tekrardan işbrilikciliğin nereyedek geldiğini bize kanıtlıyor. Türkiyesiz yaşanamaz veya “Kıbrısdaki Türkiye çıkarlarını da gözetmeliğiz” sözleri boşuna sarfedilmiyor. Bunlar toplamda onca kanıtlanan gerçeklere karşın, alınamayan dersler ve yüzleşme yapılamadığı için tekrardan üretilerek hegemonyayı koruduğunu görüyoruz.
Son günlerde hep adaya gelen dış diplomatlar “Kıbrısda teşvik edici rol” alıyorlar. Bolca sırtımızı sıvazlar bizi överken, nedense temelde kendi etkielri ile yolu hızlandırma eylimini de yapmıyorlar. Sadece söylüyorlar! Hemen buradaki işbirlikcileri de ayni perdeyi acemice basarak “Bakın* Bunlar da kıbrısda barış istiyorlar! Demek ki bir şeyler olacak”! Kimse bu kesimin doğrularımı, yoksa sırf gündemle oyalanma olma farkını sorgulamıyor. Ama her adımdaki önerilerini de duyunca hemen şaşkınlık yaşanır. TC protokolunu okuyan tepki kor* Ozaman çözüm yolu şu: metni okuyarak konuşma yerine, tarafcılığın sözleri ile ezberi tekrarlayıp destek vermek daha kolaydır. Karşı çıkmak sonuçta mücadele etmeyi de getirmek zorunluluğu oluşturacaktır. Tıpkı Su sorununda olduğu gibi “Türkiye bize Su verdi* Nedemek istiyorsunuz* Biz suyu istemiyormuyuz” gibi garip tartışma ikilemleri yaşıyoruz. Aynen buraya gönderilen ve çoğu dağıtımı malum olan para gerçeği gibi….
Biliyorum; bunlar bazınıza basit olgular gelecektir. Fakat, burada sorunları algılama çenberi böylesine çiziliyor. Konunun içriğini anlamadan, sırf yakın dedi diğe düşünce oluşan yapısal kültürlenmemiz sözkonusudur. Hat da çıplak yalanlara dahi yalan denemeyecek nice konular da düşünce modeli, politik hedef kılındı.Kimse işbirlikciliğin geldiği noktada hiçeleşerek eldeki gücü dış sermnaye çevrelerinen devrine deyinmek istemez. Eniyisi mi, buradaki işbirlikci koltukcuları eleştirip deşarj olalım.Hele şu sorgusuz net tavır la “filan lider bunu dedi” denip, denielenin doğruluğu anlaşılmadan konuşulma travması vardır. Bu politikacılara kolayca yalan söyleme silahını da güçlendirmektedir. Örnek; Son Türkiye Ankara katliyamında daha konu anlaşılmadan Davutoğlu ve Erdoğan suçluyu PYD üyesi “Salih Necar” olarak ilan ettiler. İlan etmekle kalmayıip Suriyeyi fethetme işaretini zorladı. Oysa olay sonradan Apdulbaki adında birinin imtiharcı olduğu anlaşıldı. Budenli politik paradoksal travmalar yaşanmaktadır. Ama burada sadece istenilen sözlerle yetinilip kalınır.
Bir basit deyerlendirme vardır; yalan, yanlış ve bile bile saptırma,eyer karşılık bulursa, tekrarlanır! Tekrarlana tekrarlana da doğalaşır. Bunu insanlar kabul ederek hem kendileri şekilenir hem de kolayca ayni yanlışın tekrarlanmasını oluşturur. Braktım Emperyalizim ve diyer önemli kuramları! Bile bile yalan söylenip de kabulenilme doğalığı olduysa, biz olanlarla sorgulama yerine daha geriye düşüp, denilenin doğruluğunu sorgulama noktasına geriledik.