Kadın cinayetleri politiktir çünkü sistem tarafından kadınlara ve erkeklere “verilen” ve uygun görülen güç alanları eşit değildir. Kadınların politik, sosyal ve ekonomik olarak sistematik olarak erkek cinsinden geriye tutulmaya çalışılması, erkeklere, şiddet kullanımı da dahil, adaletsiz araçlar sunmaktadır. Coğrafyamızdaki kadın cinayetlerinde görülebilen ve kendini her defasında tekrar eden motif bunu kanıtlar niteliktedir. Erkek şiddeti, kadınların eşitsiz bir güç ilişkisi içerisinde konumlandıkları en yakınları ve patronları tarafından uygulanmaktadır. Erkek şiddeti Olesya Kupriyanova’yı öldürdü, Aşkın Şevketoğlu’nu öldürdü, Judy Nafwele’yi öldürdü, Marianna Cojocaru’yu öldürdü, Siham Benchargui’yi öldürdü, Nejla Çağdaşoğluları’nı öldürdü, Nilgün Urhan’ı öldürdü, Şükran Sadrazam’ı öldürdü ve daha birçok kız kardeşimizi öldürdü. Katiller belli, maktüller belli. Burada kendini tekrar ettiren devamlılığı görmemek ancak da körlük olur. Ve maalesef bu cinayetlerin önüne geçilmemesi, bu cinayetlerin unutulması siyasi iradenin bu konudaki körlüğünün göstergesidir.
Cinayetler yapısal sebeplerden
Toplumsal cinsiyet eşitliği temelinde bir sistem inşa edebilen bir ülke olsaydık, bu yoğunlukta cinsiyet temelli cinayetlere rastlamaz, sokaklarda korkarak yürümez, evlerimizde korku içerisinde yaşamazdık. İçerisinde bir birey olarak var olabileceğimiz ilişkilerimiz, topluma her alanda eşit katılımımız norm olurdu. Böylesi bir cinayet de toplumsal hafızalara kazınır, toplum ayaklanır ve ağır ve caydırıcı cezalar verilirdi. Böylesi bir ütopyada zaten insanlar kemikleşmiş militarist bir sosyal eğitimden geçmeye zorlanmaz ve şiddete daha eleştirel bakabilirdi, böylesi bir cinayetin kişisel, bir defalık bir vaka olmadığını ve yapısal sebeplerden kaynaklandığını anlayıp gereken iyileştirmeleri yapmaya dört elle sarılırdı.
“öldürülüyoruz, lütfen gündeminize alın” noktasındayız
Bu gibi temel gereksinimlerle ilgili bu aşamada hala daha taleplerimizin oluyor olması bile içinde yaşamaya zorlandığımız koşulların vahametini göstermektedir. Toplumsal hafızamızın seçiciliğinin ve zayıflığının tadını çıkaran yetkililer bu konularda umut veren açıklamalar yapıp, daha sonra da erkek şiddeti konusunu ikincil bir konu olarak kabul edip günü geçiştirmektedir. Bizim şu anda kadın sığınma evi gibi altyapılara sahip olup, militarizm gibi şiddetin yapısal nedenlerine karşı mücadele etmemiz gerekirken, hala daha “öldürülüyoruz, lütfen gündeminize alın” noktasında hapsediliyoruz. Ülkemizdeki eril tahakküm temelli siyasi yapının en çarpıcı örneği de kadın cinayetlerinin ciddiye alınmamasında kendini gösteriyor. Bu konuya asılınmamasının sebebini de, erkeklerin haketmediği ayrıcalıklarının rahatlığını kaybetmekten korkmasıdır. Eşitlik sözde güzel, pratikte içşelleştirme gereken bir kavramdır ve biz bu noktadan çok uzakta olduğumuzu hissediyoruz.
Merceği şiddet gören kadınlardan şiddet uygulayan erkeklere çevirmek gerek
Kıbrıs’taki egemen erkeklik hallerini sorunsallaştırma vaktimiz çoktan geldi de geçti bile. Her erkek bu egemen erkeklik hallerini benimsemese de, neredeyse her erkek eril kültür tarafından bu halleri benimsemeye zorlanmakta, eğer askere gitmezse, ava gitmezse, gece kulübüne gitmezse, içinde bulunduğu sosyal ve siyasi ortamları domine etmezse erkek sosyalleşmesinden dışlanma tehdidiyle yüz yüze gelmektedir. Yani erkeklik, doğanın ve kadının sömürüsüyle eşleştirilmekte, bu da cinayet gibi sonuçlara ulaşılmasında büyük etken oluşturulmaktadır. Dolayısıyla, merceği şiddet gören kadınlardan şiddet uygulayan erkeklere çevirmenin ve bu konuda toplumsal bir yüzleşme yaşamamızın vakti geldi diye düşünüyoruz.