Yazıyı yazarken aklım ekrandaki haberde. Türkiye ordusu resmen kentlerde görev alıp saldırılar yaptığı haberi veriliyor. Bu ne Suriye nede ıraktır: Türkiye’nin artık resmen adlandırılan Kürdistan bölgesinde yaşanan bir gelişmedir. Hani kısa zaman önce Erdoğan ne demişti: “Ey Esat* Senin ordun kentlere girmiş, tanklar yürüyor, uçaklar bombalıyor ise; sen artık meşru değilsin* O halkın temsilcisi olaman” dediydi! Şimdi ayni Türkiye yetkilileri dün suçladıkları Suriye devletinin ayni hareketini Cizrede yapıyor. Peki doğru ne? Herkes aynaya baksın desem, bakanların aynada kendi resmini, “başkasınındır” diyecek kadar pişkinliklerin normaleştiğini de anlıyoruz. Ama şu acı yolda ilerleniyor: gerçekten burada bazıları Kıbrısda Türkiyenin barış yapıp iki toplumu birleştirecek tuhaf beklentisini konuşurken; o beklenen Türkiye resmen kendi içinde resmen ilerde kopuşa neden olacak adımları kanla yazmaya çalışıyor! Bir yöreye tankla topla uçakla saldırıyor! Öyle bir saldırı ki önceden Cizre ve bazı yerlerden öğretmenleri dahi geri çağırıp bunu bağıra bağıra yapacağını ilan ediyor. Dünya ise adeta bize benzer tavır la; Türkiye ile kendi eksenli itifak çıkarlarına yoğunlaşıyor. Ne travma ve paradoks ki Türkiye Sudilerle suni itifaklı antidemokrat arap rejimlerle “terör itifakı” ilan ederken; kendi içinde resmen Kürtelre karşı toplu savaş ilanlı saldırılar gerçekleşiyor. Bu tarihi geçiş dönemi iyi okumak şart. Okurken de etrafımızın ve en önemlisi bizim siyasal belirleyici ülkelerin nedenli vahim sonuçlara geldiğini de artık biraz anlasak iyi olur. Yarın zamanındaki tüm olayları görmezden gelip aksisini konuşan ahali durumuna düşmemek gerektiğini de yeniden anımsatıyorum.
Ortadoğu girdabının en önemli bölgesel katılımcı ülkesi de Türkiyedir. Türkiye ile Kıbrıs ilişkisini yazacak değilim. Onca gerçeklere rağmen, hala görmezden gelip mersedes sevdalılarını da tekrardan uzun uzun eleştirecek de hiç değilim. Ama herkes birgün durduğu yerden ve söylediği yalandan dilerim şimdiki sevinç çıkarcılık kadar ayni terslikte utanmasın! İnsanlar eyer onca gerçeğe rağmen görmek istemiyorsa, benim diyecek sözüm fazla yok. Yalnız anımsatayım; dün eleştirilen Denktaşın yerine gelinmişse, Çileri veya Ağırı eyer unutuysanız, bunlar çok tehlikeli gelişin de sinyalidir. Enazından batı medya kadar Türkiye habrlerini verseniz, konuyu olduğu gibi anlatsanız, yalnız ölen askeri polisi değil, çocukları, yaşlıları ve sizin öteki dediğiniz kesimelri de söyleyip yazsanız, eliniz kırılıp diliniz mi kesilir? Yalan ve savaş cenderesi hep şunu kanıtlar: Savaşın ilk kurbanı gerçekler olur! Neyazık ki bölgesel savaş ve daha somut da Türkiye konumu bize ilgili basit gerçeği yeniden anımsatır.
Bir acı gerçek daha vardır: Türkiyenin önemli kamuoyu neyazık ki savaş destekcisi ile ötekini katledip kahramanlaşma düşüncesinde duruyor. Buda; Türkiyenin bir bölgesinde yaşanan savaşa öteki kesimin karşı durma veya engeleme yerine, adeta ateşleyici destek vermesi gerçeği vardır. Önceki yazılarımda da tekrar tekrar her olayda yazdım: tekrarında fayda var…
Ankara katliyamını resmen IŞİD patentli olduğu herkesce bilinirken; yapılan Türkiye kamuoyu araştırmasında bu olayın fayili birincisi Y.28 PKK olarak çıktı. Hat da Dış güçler de Y.14 civarında olduydu! Yine Haziran seçim sonrası AKP saldırı stratejisi ile oylarının artığı da kanıtlandı. Nitekim Ankara katliyamı gerçeği ile artan AKP oy bileşkesini, zamanında yazdım. 1 Kasım seçiminde özelikle Antikürt politikası ve girilen savaş süreci ile AKP eksenine MHP tabanından epey oy kayıp oyların artığı da malumumuzdur.
İkinci dalgaya gelince; Türkiye hem savaş hem baskı dönemini yaşarken, fiylen girilen başkanlık rejimini yasal dönüştürme hamlelerinde şidet hep olumlu kamuoyu katgısı yaptı. Rus uçağının düşürülmesi ile kamuoyu ilk kez yarı desteği geçip, başkanlık ilk olarak tercihte evetin öne geçtiği görüldü. Başarısı adeta kabus olan Musula asker hamlesi ise bu desteği y.73 cıvarına dek getirdiği açıklanıyordu. Ayrıca; bu taplolar olurken de belirli Türkiye coğrafyasındaki saldırılara karşı da tepki yerine neredeise açık destek gelmeye devam ediyordu. Meclis muhalefeti adeta zamanında Aşık İhsaninin maktubunda dediği gibi “Mezarına girmiş birer ölü gibi susmakta”!
Bilirim ve eminim ki bu yazdıklarım Kuzey kıbrısda fazla anlamı yok. Bazıları ve brakın bazılarını, önemli kesim de “sana ne” diyecektir. Çünkü bizi dünya ve hele Türkiyedeki olumsuz gelişmeler “ırgalamaz”! Yeter ki bizimle sorun yaşamasın. Koltuk sevdalısı ile sistemden odenli nemalananlar var ki; eskiden bu eleştirileri yapan enyakın birçok arkadaşımız dahi, şimdi bu işbirlikci yapıdan nasıl makamla şahlandıklarını neyazık hergün ekranda tekrar tekrar yakalıyoruz. Ama yeniden tekrarlayacam: kulanılan şidet sonunda varolan ortak bağları da yok eder. Biz Kıbrıslılar ikidebir Rumların yaptıklarının etkisini tekrarlarken; nedense bizden daha kötü uygulamalar gören halkalra karşı da duyarsız ve hat da “mustahaktır” diyecek kadar yabancılaşmanın çıkarcılık menfaatlerini yansıtmaya devam ediyoruz.****
Ortadoğunun bölgesel oyuncusu ve sunulan model ülkesi şimdi kendi iç savaş koşullarını yaşarken, bölgeye müdahalede işdahlanan Fransa adeta bölgesel seçimde önemli bir sinyal aldı. Belli ki bunu manipğüle etmede beceriklidiler! Fransız bölgesel seçimin ilk turunda Ulusal Cepe yani Irkçı parti birinci sırada ipi göyüsledi. Bildik klasik alarım sinyali verildi. İkinci turda öteki Fransa Ulusal cepe karşısında birleşip, iki adaylı seçimde Ulusal Cepeye seçimi kaybetirdi. Bukez abartı bir sevinç gösterisi yapıldı. Halbuki Sarkozi ile sosyalistlerin hat da öteki sol oyların toplamı ile Ulusal Cepe geriletilmiş gibi görüldü. Kimse olayın özünde Ulusal Cepenin birinci olma gerçeğini görmek istemedi. Dahası; Fransanın uyguladığı Emperyalist sömürgecilik politikasının ülkeye yansıyış şeklinin faşist hareketi de güçlendirdiğini anlamak istemiyordu!
Daha vahimi; Fransada ırkçılar ile Sarkozi ikilemindeki pazarlıklı yönetim alma eksenini okumak istemediler. Sanki Sarkozinin bildik politikası Ulusal Cepeden daha iyimiş gibi çok yanıltıcı algı da oluşturuldu. Tüm sol adeta kendine de düne dek özeleştirmeden ırkçılığa karşı direndikleri Sarkozinin arkasına düşmenin nedenlerini hala sorgulamadan, “Ulusal cepeyi eyendik” sahte probaganda ile yetinildi. Halbuki Fransa özelikle Obama dönemindeki daha diplomatik oyundan uzakta Lipya gibi ilk saldıran ülke olarak, nedenli Emperyalistlik uyguladığı yaşanarak gerçekleştirildi. Hat da: Suriye politikasında Türkiyeye en yakın ülke olarak da yerini aldı. Nezaman ıŞİD Fransayı da vurunca, üretikleri kendilerinde de tüketilmeye başlanınca da; sorumluluğu başka yerde arar oldular. Tek ayrıcalıkları ulusalcılık ve Avrupacılık olan Ulusal Cepeyi adeta sanki uçurumlu farklılıkla sunup, öteki kesimin de desteği alındı. Oysa önceki seçimlerde Fransada Sarkozi uyguladığı Emperyalist dış politika ile içteki Neoliberaleşme sonucu halk tarafından cezalandırıldıydı!
Fransa yine dünyasal bir konudaki toplantıya ev sahibi olarak yer aldı. İklim zirvesinde sulandırılarak ve yaptırımları olmayan bir karar karar manzumesi kararı aldı. Bu kararın bağlayıcı olmaması ve sadece uzlaşma ile başlangıç teşkil etmesi zaten sorgulanmaya açık içeriği oldu. Yalnız ben şu noktayı belirtecem: Bu kararı aldırtan devletlerin uzlaşması öncelikli olmadı. Bu aşamaya gelmede, dünya sokaklarının direnci ile ısrarla iklimlerin bozulduğunun kamuoyunda yaşanarak görülmesinin sonucunda, yöneticilerin kaçamadığı için böylesi bulanık, eksik metinde buluştular.
Öteki tuhaflık şu: hep karbonlardan ve atmosferdeki yoğun karbonlaşmanın sınırlanması üzerinde ahkam kesiliyor. Buna yönelik bazı anlaşmalar da bulanık ve yaptırımı olmayan içeriklerle alındı. Halbuki Emperyalist yapıyı bilenler şu gerçeği mutlaka göz önünde tutmaları gerekir: günümüzde karbonu yayan enbaşta enerji sermaye tekeleri vardır. Bunalrın gücü yatsınamaz. Darbelerden öteki esrumanarla yönetim değiştiren, ve savaşlara neden olacak kadar güçleri vardır. Nitekim; Ortadoğu savaşlarının ve günümzdeki bölgesel savaşlarının temelindeki dinamik de enerji sermayesi olmaktadır. Peki: bu gerçeklik ile karbon azaltma kararı nasıl uyumlaştırılacak?
Son Fransa görüntüsü yine zirve nedeniyle yaşandı: Fransada zirveyi protesto ve çevre uyarısı yapmak isteyen binlerce kişi bibergazına maruz kaldılar. Fransa ilk defa böylesi konferarans da şidet kulanan güvenlik politikası ile halkını yüzleştiriyordu. Demek ki: Yaşanan savaş stratejileri ve güvenlik seçeneği en demokratik Fransada da dengeleri bozdu!