İlya Budraitskis: Suriye’deki Rus askeri harekâtı başlayalı birkaç gün geçti ve harekâtın amaçları ve stratejileri hâlâ belirsiz. Rus yetkililerden gelen açıklamalardan bir anlam çıkarmak pek mümkün değil. Bir taraftan IŞİD karşıtı bir gündemi harekâtın ana sebebi olarak ortaya sürüyorlar, diğer yandan da, Putin’in BM’de yaptığı gibi, Esad’ın meşru hükümetine destek için orada olduklarını ifade ediyorlar. Sizce bu harekâtın asıl amacı nedir?
Gilbert Achcar: Harekâtın resmi sebebi Rusya’nın Batı’dan, özellikle de Amerika’dan onay alabilmesi için tasarlanmıştı. Batılı ülkeler hâlihazırda IŞİD’i bombaladıklarından Rusya’nın da aynı şeyi yapmasına itiraz edebilecek bir konumda değillerdi elbet. Putin müdahaleyi yürürlüğe koymadan önce Washington’a bu bahaneye dayanarak sundu ve Washington da buna inandı. En başta, Rus uçakları bombardımana başlamadan önce, Washington Rusya’nın IŞİD’e karşı mücadeleye verdiği katkıdan memnundu. Tabii ki bu tamamen bir illüzyondu, tam anlamıyla bir yanılsama… Fakat Rusya’nın Suriye’ye İŞID’le savaşmak için geldiğine Washington’ın cidden inanmış olması beni gerçekten şaşırtır.
Rusya’nın asıl amacının Esad rejimini desteklemek olduğunu göz ardı etmiş olmaları mümkün değil. İşin aslı, Washington Rusya ile Esad rejiminin kurtarılması konusunda hemfikir. ABD yönetimi ayaklanmanın ilk safhalarından beri, hatta Esad’ın koltuğunu terk etmesi gerektiğini söylemeye başladığında da, rejimin yerli yerinde durması gerektiğini vurguladı. Amerika’ya yöneltilen yüzeysel eleştirilerin aksine Obama yönetimi Suriye’de rejim değişikliği politikası gütmemektedir. Tam tersine, Esad’sız bir Esad rejimidir istedikleri. Irak’taki feci başarısızlıklarından çıkarttıkları derstir bu: Bugünden düne baktıklarında rejimin aygıtlarını ortadan kaldırmak yerine “Saddam’sız Saddamizm” senaryosunu seçmeleri gerektiğini düşünüyorlar.
Bu yüzden Putin’in müdahalesi Washington’da oldukça olumlu karşılandı. Obama yönetimi, Rusya’nın IŞİD dışındaki rejim karşıtı hedefleri de vurmasını kınadı. Bu büyük bir riyakârlıktır. Rusya’yı IŞİD’e yeterince saldırmamakla itham ediyorlar: Rusya oransal olarak İŞID’i daha çok hedef alsaydı, kurdukları tezgâhı daha rahat işletebileceklerdi. Esad rejimini konsolide etmeye yönelik müdahalelere daha az karşı çıkacaklardı. Yine de, Washington’ın umudu Putin’in sadece Esad rejimini kurtarmakla kalmayıp bir de üstüne çatışmanın politik bir çözüme ulaşmasını sağlaması. Şu an için ham hayalden ibaret bir düşünce…
Rusya’nın asıl amacı yazdan bu yana çok ağır kayıplar veren Suriye rejimine destek olmaktı. Esad, Temmuz ayında, rejimin o güne kadar hâkim olduğu bölgeleri koruyamadığını kabul etti. Moskova’nın müdahalesinin temel, birincil hedefi rejimin çöküşünü önleyip kaybedilen mevzilerin geri alınmasını sağlamaktır.
İkincil hedef ise Suriye meselesinin ötesindedir. Rusya hava kuvvetlerinin küçük ölçekli bir numunesini Suriye’ye gönderdi ve Hazar denizinden cruise füzeleri fırlattı. Rus emperyalizminin “Körfez anı” da denebilir buna. Söylemek istediğim, ABD’nin 1991’de ileri teknolojili silahlarını görücüye çıkarmasını Putin daha küçük ölçekte Suriye’de tekrarlıyor. Bu, dünyaya “Bakın biz ne kadar güçlüyüz! Silahlarımız ne kadar da etkili!” demenin bir yolu. Tarihin kritik bir anında, ABD’nin hegemonyasının ilanı için başat bir söylemdi bu. Soğuk savaş bitmeye yüz tutmuştu –1991 Sovyetler Birliği’nin son yılı oldu bildiğiniz üzere. ABD emperyalizminin küresel sistemdeki hegemonyasını kabul ettirmesi gerekiyordu.
Putin’in de bu güç gösterisiyle dünyaya söylemek istediği: “Biz Ruslar da sahaya sürebileceğimiz yüksek teknolojili silahlara sahibiz ve biz ABD’den daha güvenilir bir müttefikiz”. Putin’in son birkaç yıldır Orta Doğu konusunda sergilediği maço tavır, Obama yönetiminin ürkek yaklaşımına tezat teşkil ediyor. Putin bölgede müttefikler ediniyor. Mısır’da karşı devrimci otokrat Sisi ile ve Irak hükümetiyle ilişkiler geliştiriyor. Irak ve Mısır ABD’nin nüfuz alanına dâhil ülkeler olarak değerlendiriliyordu, buna rağmen ikisi de Rus müdahalesini destekliyor, ikisi de Rusya’dan silah satın alıyor ve Moskova ile askeri ve stratejik ilişkiler kuruyorlar.
Bu, tabii ki, Rus emperyalizminin ABD emperyalizmiyle yarışında aldığı önemli bir mesafeyi temsil ediyor. Bu açıdan, müdahaleyi emperyalizmler arası mücadelenin bir parçası olarak görebiliriz. Yıllar önce Kosova’yı Yeni Soğuk Savaş’ın bir uzantısı olarak değerlendirmiştim. O zamanlar bu değerlendirme eleştirilmişti, şimdiyse içinde bulunduğumuz durum tam da budur.
Pek çok kişi Suriye’deki durumun, Rusya’nın müdahalesiyle beraber, ABD politikasının bir iflası olduğunu söylüyor. Bazılarıysa ABD’nin gizli bir plan dâhilinde Rusya’yı bu çatışmaya çektiğine inanıyor. Ve belli ki ABD seçkinleri arasında da bir bölünme söz konusu. Sizce ABD’nin durum karşısındaki konumu nedir?
ABD’de yönetiminin üst kademelerinde bir süredir Suriye konusunda bir anlaşmazlığın olduğu aşikâr. Obama ve Hillary Clinton arasında, Clinton dışişleri bakanıyken –ki ordu ve CIA de Clinton ile aynı görüşteydi– Suriye’deki ana akım muhalefete destek verme konusunda bir ihtilafın olduğu sır değil. Bu tartışma başladığında, ana akım muhalefet, Özgür Suriye Ordusu, hâlâ muhalefet içindeki baskın taraftı. Cihatçı güçlerin süreç içinde güçlenip rejim karşıtı güçler arasında başat taraf haline gelmesi, bu ana akım muhaliflerin –Washington’un yeterli destek vermeyişi ve ABD’nin hava savunma imkânları sunulmasını veto edişinden kaynaklanan– zayıflığı sebebiyledir. Şimdi, ana akım muhalefetin desteklenmesi gerektiğini savunmuş olanalar –Clinton ve zamanın CIA başkanı David Petraeus gibi– gelişmelerin kendilerini haklı çıkardığını, Suriye’deki felaketin Obama’nın hatalı politikaları sonucu olduğunu söylüyorlar.
Obama gerçekten de berbat bir bilançoyla karşı karşıya. Neresinden baksanız; ister insani, ister stratejik açıdan tam bir felaket söz konusu. Avrupa ülkeleri insani felaket sonucu oluşan büyük göçmen dalgaları dolayısıyla kaygılı. Obama yönetimiyse Rusya’nın ikinci bir Afganistan tuzağına düştüğünü söyleyerek kendini teselli etmeye çalışıyor. Obama’nın Rus müdahalesini eleştirirken –ABD için Vietnam’da, Sovyetler için Afganistan’da kullanılan– “batak” sözcüğünü telaffuz etmesi bir rastlantı değil. Rusya’nın da şimdi Suriye’de bir batağa saplandığı söyleniyor. Büyük bir başarısızlığın acısını hafifletmeyi hedefleyen bir hüsnü kuruntu yine…
ABD’nin Almanya ve Fransa gibi büyük müttefikleri şimdilik Rusya’nın müdahalesine karşı belirgin bir olumsuz tutum sergilemediler. Sizce Rus müdahalesi ABD ve AB arasında bir çatlak oluşturdu mu ve bu durum Rusya’nın AB ile ABD’den bağımsız olarak muhatap olmasının yolunu açar mı?
Sanmıyorum. Fransa ve ABD’nin pozisyonları arasında belirgin bir farklılık yok. Aslına bakarsanız oldukça benzer tutumlara sahipler. Almanya’nın pozisyonu, IŞİD’e karşı askeri harekâta direkt olarak katılmadıklarından dolayı biraz farklı. Fransa Rusya’yı IŞİD harici rejim karşıtlarını hedef aldığı için eleştirdi. Fransa’nın Esad konusundaki duruşu son derece katı. Tıpkı Washington gibi ve hatta daha da kategorik olarak, Paris Esad’ın içinde bulunduğu bir politik geçiş evresinin pratik olarak imkânsız olduğu görüşünde. Ve bu da oldukça aşikâr bir gerçek, çünkü politik değişim tarafların karşılıklı uzlaşması ile gerçekleşecekse, rejimle muhalefet karşılıklı tavizler verecekse, muhalefetin Beşar Esad başkanlığında bir ortak hükümeti kabul etmesi söz konusu değildir. Şu an için iki pozisyon arasında aşılmaz bir uçurum söz konusu.
Daha önce de ifade ettiğim gibi Washington ve Avrupa hayal âleminde yaşıyor. Suriye rejimi kendi ayakları üstünde yürümeye başlar başlamaz Putin’in, bir geçiş periyodunun ardından gelecek seçimle beraber, Esad’ın koltuğunu terk etmesi için rejime baskı yapacağını umuyorlar. Her ne kadar pozisyonunu ertesi gün düzeltmiş de olsa, Angela Merkel Esad meselesini uluslararası toplumun bir noktada ele alması gerektiğini ifade etti. Avrupa ve ABD’de bazı çevrelerden de aynı şeyi duyduk: “Nihayetinde Esad IŞİD’den iyidir. Onunla iş yapabiliriz. Bu yüzden onunla bir geçiş sürecini kabul edelim”. Aslına bakarsanız bu yaklaşım çelişkilidir. IŞİD dışındaki muhalefeti yabancılaştırmaktan başka bir işe de yaramaz. Silahlı muhalefet “cihatçı”lığın bütün tonlarını içermekte ve hepsi de Esad karşıtlığında en radikal tarafın kendisi olduğu iddiasında. Ciddiye alınabilir taraflardan hiç birinin Esad’la devam etmeyi öngören bir anlaşmayı kabul etmesi söz konusu olamaz. Esad’ın koltuğunu terk etmesi, Suriye’deki savaşın sonlanmasını hedefleyen herhangi bir politik çözüm adına olmazsa olmaz bir koşuldur. Savaş başka türlü durmayacaktır.
Washington defalarca Rusya’yı kınayan riyakârca açıklamalarda bulundu, her ne kadar en başta Rusya’ya kendileri yeşil ışık yakmış olsalar da. Bunun sebebi, kendi akıllarınca, Esad rejiminin kurtarılmasını açıktan destekler gözüküp bölgedeki Sünnileri yabancılaştırmak istememeleri. Moskova ile bölgedeki Sünni ülkelerin arasını açmak için Rus müdahalesini kullanıyorlar. Suudiler, Suriye meselesindeki tutumunu değiştirmesi karşılığında Rusya ile petrol fiyatlarını yukarı çekme konusunda görüşmeler yapıyordu. Şimdiyse Moskova’nın müdahalesi sebebiyle hayal kırıklığına uğramış durumdalar, yine de hâlâ Putin’in Esad’ın nihai ayrılışı için bastıracağını umuyor olabilirler.
Bu arada, Müslüman Kardeşler ve Suudi Ulema Konseyi gibi kaynaklar Rusya’nın ikinci Afganistan’ına karşı Kutsal Savaş çağrısında bulunurken, bunun çarpıcı bir simetriği olarak Rus Ortodoks Kilisesi de Putin’in askeri macerasını Kutsal Savaş olarak adlandırdı. Önceki emperyalist savaşlarla, yakın zamandakilerin farkını kayda geçersek: eskiden savaşın sadece Müslüman tarafı dinle alakalı olarak aksettirilirdi. Şimdi, uzun bir süredir ilk kez, “Kutsal Savaşçılar”ın çatışmasıyla karşı karşıyayız. Bu açıdan bakarsak Putin, cihatçılar için Allah’ın bir lütfudur: İdeal bir düşman.
İranlı general Kasım Süleymani bu yaz Moskova’ya gizli bir ziyarette bulundu, muhtemelen biliyorsunuzdur. Rusya’nın müdahalesinin nihai kararı bu ziyaretten sonra alındı. İran’ın bu kararda büyük bir rolü oldu. Sizce Rus müdahalesinden İran’ın sağlayacağı menfaat nedir?
İran’ın Esad rejiminin muhafaza edilmesinde Rusya ile ortak bir menfaati vardır: İki ülke için de stratejik bir müttefik. İran için Suriye, Tahran’dan Lübnan Hizbullahı’na, Irak ve Suriye üzerinden geçen hatla ulaşmak için kilit bir bağlantı sağlıyor. Suriye, İran’ın Hizbullah’a malzeme tedarik etmesi konusunda kritik bir noktada. İran’ın Akdeniz’e stratejik erişimini sağlıyor. Ve Rusya için de Suriye Akdeniz’de Rus donanmasına ve hava üslerine ev sahipliği yapan tek ülke. İşte bu yüzden bugün Suriye’de Esad güçlerinin, İran’ın asil ve vekil birlikleri ile Rusya’nın ateş ve hava desteğini birleştiren bir karşı hücumuna şahit oluyoruz. Uzunca bir süredir Esad rejimi tamamıyla İran’a bel bağlamış durumdaydı. Suriye’de işleri İran yürütüyordu. Ve tabii ki Rusya’nın da, başlıca silah tedarikçisi olması sebebiyle, Şam üzerinde hatırı sayılır bir nüfuzu var. Rusya’nın doğrudan müdahalesi de bölgedeki rolünü kesinlikle büyüttü. Batı’da Rusya’nın rolünün büyümesinin İran’ın zararına olacağını düşünenler var. Yine ham hayaller…
Rus medyası Suriye’deki durumu bir tarafta meşru bir hükümet ve “normal” bir düzen, diğer taraftaysa devleti yok etmeye ve ülkeyi kaosa sürüklemeye çalışan çeşitli güçler varmış gibi yansıtıyor. Fakat başka bir bakış açısına göre Esad rejimi iç savaş boyunca büyük bir dönüşüm geçirdi ve kimsenin “normal” bir devletin, devlet karşıtı güçlerle mücadele ettiğini söylemesi mümkün değil. Şu anki Esad rejimi de yakın zamanda yaşanan bu yozlaşmanın ürünüdür. Peki Esad rejiminin gerçek doğası nedir ve savaş yılları boyunca nasıl değişmiştir?
Müsaade ederseniz Putin ve Lavrov’un Esad rejimini meşru hükümet olarak tanımlayışıyla başlayalım. Bu bakış açısı meşruiyetin çok sınırlı bir kavranışına dayanmaktadır. Uluslararası hukuk açısından Esad’ın meşru hükümeti temsil ettiğini söyleyebilirsiniz tabii. Fakat demokratik meşruiyet açısından bu söz konusu değildir. Bu hükümet BM standartlarına göre “yasal” olabilir fakat demokratik bir seçimle gelmediği için kesinlikle meşru değildir. Bu rejim 45 yıl önce gerçekleşen bir darbenin ürünüdür. Ülkeyi gizli servisler ve askeri diktatörlükle yöneten bu rejim, kraliyeti andıran bir hanedan içerisinde işleyen bir başkanlık veraseti yoluyla hâlâ iktidardadır. Suriye yarım asırdır siyasi özgürlüklerin ve adil seçimlerin olmadığı bir ülke. Ve bu rejim son yirmi yılda toplumun geniş kesimlerinin, özellikle de kırsaldakilerin yoksullaşmasına sebep olan neoliberal reformları hızlandırarak ve işsizlikle hayat pahalılığını keskin bir şekilde arttırarak toplumu daha da yabancılaştırmıştır.
Durum giderek katlanılmaz bir hal almıştı ve 2011’deki kitlesel ayaklanmanın sebebi de buydu. Doğal olarak bu son derece katı, diktatoryal rejimin başlangıçta son derece barışçıl olan kitlesel gösteriler karşısında, gerçekten adil seçimler düzenlemek gibi demokratik yöntemlere başvurması söz konusu olamazdı. Dolayısıyla rejimin yegâne tepkisi her gün daha fazla insanın öldürülmesine ve kalkışmanın bir iç savaşa evrilmesine zemin hazırlayan gittikçe şiddetlenen bir kaba kuvvete başvurmaktı. Buna ek olarak 2011’in yaz ve sonbaharında hükümetin hapishanelerdeki cihatçıları serbest bıraktığı da bilinmektedir. Bunu yapmasındaki maksat –bir kalkışma sırasında hapisten çıkarılmalarının kaçınılmaz sonucu olarak– silahlı cihatçı gruplar oluşturmaları ve rejimin baştan bu yana yaydığı cihatçı çetelere karşı savaştığı yalanının doğrulanmasıydı. Bu, kendini gerçekleştiren bir kehanet misali, rejimin hapishanelerden saldığı militanların Suriye’deki önemli cihatçı gurupların başına geçmesinin yolunu açmıştır. Şunu hatırdan kaçırmamak gerekir ki, rejime karşı savaşan güçlerin büyük bir kısmının gerici karakteri hakkında ne söylenirse söylensin, onların oluşmasına sebep olan, her şeyden önce rejimin kendisiydi. Genel olarak rejimin acımasızlığının yarattığı öfke, cihatçılığın IŞİD’e evrilmesine sebep olmuştur. IŞİD aslında rejimin barbarlığına karşı barbarca bir tepkiydi ki ben bunu “Barbarlıklar çatışması” olarak adlandırıyorum.
Durumun bir başka yönü de şudur: Esad rejimi şu anda kalkışma öncesine nazaran çok daha zalimleşmiştir. Şu anda Suriye, yalnızca diktatoryal bir devlet değil, zincirinden boşanmış cinaî şebekelerin, Arapçadaki ismiyle “şebbiha”nın (hayaletler), cirit attığı bir ülke haline gelmiştir. Ve son dönemde Avrupa’ya kaçan Suriyeli göçmenlerin çoğunluğunun rejim kontrolündeki bölgelerden olmasının sebebi şebbihanın halka korku salmasıdır. Kaçanların çoğu Esad rejiminin kolladığı bu çetelerin gazabına daha fazla katlanamayanlardır. Suriye halkının rejimin geleceğine ilişkin hiçbir inancı yok. Bu yüzden imkânı olanların tamamı Avrupa’ya kaçtı. Avrupa’ya kaçanların çoğu, televizyon röportajlarından anlaşılacağı üzere, toplumun en yoksul kesimlerinden değil. Göçmenlerin önemli bir bölümünü orta sınıf Suriyeliler oluşturmakta. Geri dönmek için hiçbir umutları olmadığından varlarını yoklarını satıp ülkeyi terk ettiler. Ülkenin geleceği için bunun bedeli ağır olacaktır. Suriye’de kalanlar, ya savaştan kaçacak imkânlara sahip değiller ya da savaştan nemalanıyorlar.
Durum son derece kasvetli. Suriye’nin geleceğine umutla bakmak ziyadesiyle iyimserlik gerektiriyor. Ülkeyi temelli terk ettikleri için Suriyelileri kimse suçlayamaz. Yine de tarih boyunca daha kötü olaylardan, uzun yıllar alsa da, toparlanarak çıkan toplumlara şahit olduk. Savaşın durması ve Suriye’de toparlanma sürecinin başlaması için ilk koşul Esad’ın koltuğunu terk etmesidir. O orada olduğu sürece bu korkunç trajediyi sonlandırmak mümkün olmayacaktır.
Batı medyası hâlâ Suriye’deki ılımlı muhaliflerden bahsediyor. Putin’in bu görüşe karşı argümanıysa silahlı muhalifler içindeki cihatçılar ve ılımlılar arasında belirgin bir sınırın olmadığı yönünde. Hatta Lavrov Özgür Suriye Ordusu ile görüşebileceklerini fakat liderlerinin kim olduğunun ya da gerçekten var olup olmadıklarının belirsiz olduğunu söyledi. IŞİD dışındaki muhalif guruplar hakkındaki değerlendirmeniz nedir?
Bu gruplar geniş bir yelpazeye yayılıyor. ÖSO’nun ilk silahlı gruplarından, ki bunlar mezhepçi olmayan, seküler bir yapıya sahiptiler, El-Kaide’nin Suriye kolu olan El-Nusra’ya varıncaya kadar her tonda cihatçı bu yelpazenin içinde yer alıyor. Yine de bu grupların hiçbiri, El-Nusra dâhil, IŞİD’in akla hayale sığmayan, kökten dinci bir devletin en berbat karikatürü olan barbarlığının yanından bile geçmiyor. IŞİD dışında kalan muhalif gruplar, Müslüman Kardeşler’den El-Kaide’ye uzanan kökten dinci bir geleneği temsil ediyorlar ve hepsi de IŞİD’e karşılar. Bunların hiçbiri Suriye’nin geleceğine dair iyimserlik uyandırmıyor. Rejimin barbarlığının, IŞİD dâhil, herkesten fazla ölüme sebebiyet verdiği doğrudur fakat çoğu muhalif tarafın sunduğu alternatifler de hiç iç açıcı değil. Yine de daha önce ifade ettiğim gibi bu gidişatın önünün alınmasını ön koşulu Esad’ın gitmesidir. Bu gerçekleşmeden gidişatın tersine dönmesi mümkün değil.
Bir de Kürtler var Suriye’de savaşan. Savaşta yer alan gruplar içinde, yegâne değilse de, en ilerici olan onlar. Şimdiye kadar asıl savaşı IŞİD’e karşı verdiler. Rejim ve diğer muhaliflere eşit mesafede durdular. Geçen seneden beri ABD Kürtleri hava saldırıları ve silah yardımı ile destekliyor. Esas olarak Kürt nüfusun yoğun bulunduğu bölgeleri kontrol altına almakla iştigal ediyorlar. Kendi bölgelerinin dışındaki çatışmalara katılıp Suriye’nin kaderi üzerinde belirleyici bir rol oynamaları için Araplarla ve diğer azınlıklarla iş birliği yapmaları gerekiyor. Washington bir dereceye kadar başarıyla önayak oldu buna. Önce Kürtlerle ÖSO guruplarını, şimdi de, Irak’ta El-Kaide’ye karşı izlediği yöntem uyarınca, IŞİD’e karşı ayaklanan Suriyeli kabileleri beraber çalışmaları için bir araya getirdi.
Sizce Suriye’de ülkenin geleceği için ilerici bir perspektifi temsil edebilecek bir koalisyonun ortaya çıkması olası mıdır?
Açıkçası, mevcut güçlerin hiçbiri hakkında iyimser değilim. Şimdilik sadece savaşın durmasını umut edebiliriz. Bu anlamsız katliamı ve yıkımı durdurmak öncelikli hedeftir. İlerici alternatifin hâlâ mevcut olan potansiyelden inşa edilmesi gerekir. Şimdilik ilerici bir alternatifi temsil eden herhangi bir organize güç olmasa da, 2011’deki ayaklanmayı başlatan gençlerden oluşan bir potansiyel mevcut. Binlercesi sürgün, bazıları da hapiste şu anda. Birçokları hâlâ Suriye’de ama iç savaşta belirleyici bir rol oynayamıyorlar. Öncelikle savaşı durdurmamız lazım. Savaşın durması hangi sonuçları beraberinde getirirse getirsin, sonuç olumlu olacaktır bu bakış açısından. Fakat durumun umut vadetmesi için mevcut potansiyele dayanan yeni bir ilerici alternatifin ortaya çıkarılması gerekir.
Peki, çatışmanın ancak dışarıdan müdahale veya yardımla sona erebileceği söylenebilir mi? Yoksa, ister Batı’dan gelsin ister Rusya’dan, dış müdahalelerin savaşı uzattığını mı düşünüyorsunuz?
Batı müdahalesi şimdiye kadar sadece IŞİD’i hedef aldı. ABD’nin başını çektiği koalisyonun saldırıları hep IŞİD kontrolündeki bölgelere yönelikti. Rejimin kontrolündeki bölgelerden uzak duruldu. Buna karşın Rusya’nın pek az saldırısı IŞİD’e yönelikti. Rusya, saldırılarının çoğunu rejim ile IŞİD dışında kalan muhalif güçlerin ele geçirmek için çekiştiği bölgelerde gerçekleştirdi. Bu açıdan aralarında büyük bir fark var. Rus müdahalesi gerçekten de Suriye’deki iç savaşın uzamasına sebep oluyor. Rus müdahalesine ilişkin Batı’daki hülya ne olursa olsun, Rusya müdahale etmeden önce rejimin gücünün tükenmekte olduğu, yıkılmaya doğru ilerlediği gerçeği yerli yerinde duruyor. Daha önce de söylediğim gibi Putin’in müdahale etmesinin asıl nedeni buydu. Esad rejiminin çökmesi onun için büyük bir yıkım olacaktı.
IŞİD’in olağanüstü büyümesi bir yılı aşkın zaman önce gerçekleşti ve ne Esad rejimi ne de Rusya bunun önünü almak için ciddi bir çaba sarf etmediler. Putin’in asıl derdi, tıpkı Esad gibi, rejimin bekasıdır. Putin rejime destek olarak savaşı uzatıyor ve suç işliyor. Batı’nın hülyaları doğrulanır ve nihayetinde Putin Esad’ı koltuğunu terk etmeye zorlar diye ümit edebilirsiniz. Putin’in bu konudaki görüşünün ne olduğunu söylemek zor. Eğer savaş kısa süre içinde sonuçlanmazsa Rusya’nın, Obama’nın bahsettiği batağa saplanması ihtimali oldukça yüksek. O yüzden olayların nasıl gelişeceğini bekleyip göreceğiz. Bugün Suriye’de sokaktaki vatandaşın en büyük hayali savaşın bitmesi, düzenin sağlanması için BM güçlerinin konuşlandırılması ve devlet ile ülkenin yeniden inşası.
Çeviren: Efe Potoy
Kaynak: LeftEast