yaklaşımlarHalil PaşaÇözüm mü? Yoksa bildik "karşı tarafı suçlama" oyunu mu? Hangisine daha yakınız?...
yazarın tüm yazıları:

Çözüm mü? Yoksa bildik “karşı tarafı suçlama” oyunu mu? Hangisine daha yakınız? – Halil Paşa

333 Takipçiler
Takip Et

Yeniçağ podcastını dinleyin

halilpasaAKINCI HEM SOL HEM DE SAĞIN OYUNU ALARAK KAZANDI

Feministlerin eleştirilerine konu olacak kadar “anti-feminist”, “solcuların” eleştiri oklarını alacak kadar sağcı, liberallerin ilgi duy(a)mayacağı kadar muhafazakar, çevrecilerde ve değişim talep eden genç kesimde heyecan yaratmayacak kadar algı oluşturmayan Sibel Siber tutmayınca Akıncı’nın ikinci tura çıkması zor olmadı.

Bu nedenle Özersay gibi Akıncı da (Akıncı için TDP oyları cepteydi) daha ilk turda hem UBP-DP ve hem de CTP oylarının bir kısmını, hem de CTP dışındaki solun (YKP vb. radikal solcular ve siyasetçilerden ümidini kesmişler hariç) oylarını alarak ikinci tura çıktı.

İkinci turda ise gerek Özersay’ın birkısım, gerekse CTP’nin hemen tüm oyları Akıncı’ya kayınca, çıkmayan canda ümit var diye kapı-kapı dolaşan Eroğlu, müthiş bir fark yedi. Sonuçlar açıklandığında seçime katılanların neredeyse her 10 kişisinden 7’si Akıncı’ya oy vermişti.

DÜN DÜNDÜR BUGÜN DE BUGÜN…

Seçim propagandasının birinci döneminde, kendisini “KKTC’yi öne çıkardığı ve Kıbrıs Sorununun çözümünde iki ayrı devletin oluşumunu adanın birleştirilmesinin önüne koyduğu” cihetle eleştiren YKP ve Durduran için ne demişti Akıncı?

Lafazanlık ediyorlar.”

Hatta Mücahit Komutanlarını ziyaret etmiş ancak nasıl olsa oy çıkmaz diye olmalı YKP’nin kapısının önünden bile geçmemişti.

Peki ya Akıncı seçilir de, daha önce İnönü Meydanı’nda Kıbrıs’ta Çözüme, Ankara’nın Çankaya Tepelerinde değil, Lefkoşa’nın İnönü Meydanı’nda karar verileceğiyle ilgili ünlü söylemi, Kıbrıs Türk Liderliğinin geleneksel rutini olan milli günlerin kutlamaları ve milli günlerin şerefine verilen resepsiyonların rutininde boğulur ve unutulmaya yüz tutarsa ne olacaktı?

Sanki çok mu yabancıydı bu coğrafyanın siyasetçisi Türkiye’nin Kıbrıs Sorununu “milli dava” ilan etmesinin altında yatan ve seçilmiş siyasetçilerimizi kendi milliyetçi gündemine hapseden bu türden içselleşmiş “milli” olmakla malul “uysallaştırma merasimlerine”.

Ne yapacaktı yani Talat ya da Akıncı “çözüm ve barış” dilinin değil de “milli düşmanlıkların körüklendiği” bu milli kutlamalara katılmamakla?

Sonra onlar KKTC’nin güçlenmesini ve dahi tanınmasını, en az çözüme odaklanmak kadar önemsediklerini her fırsatta söylemiyorlar mıydı?

“Dün dündür” deyip, “bugünün koşullarını işaret eder”, “somut şartların somut tahlilinde” önüne konan milli protokol programına önceki liderler gibi uyarsa ne zararı olurdu ki bunun çözüm ve barış ile ilgili çabalara…

20 Temmuz, 30 Ağustos, 15 Kasım falan derken bir de baktık ki, Türkiye Kıbrıs’a su için açılış töreni düzenleme zamanını erken milletvekili seçimlerinin hemen öncesine denk getirmiş.

Bin helikoptere. Taşın Anamur’a. Televizyonlarda Erdoğan ile Davutoğlu’nun arasında isteyerek ya da istemeyerek poz ver. Sonra bin helikoptere Erdoğan’la ve gel Kıbrıs’a. Geç kameraların karşısına birlikte poz ver.

Peki bu Türkiye seçimlerinin parçası olmak değilse nedir?

Türkiye’deki siyasi seçimlerde tarafsız olmak mı?

Değil mi Kıbrıs Türkiye’nin milli davasıdır ve seçilmişlerimiz de, konu Türkiye hükümetleri ya da siyasi iktidar erki olunca, şarkıdaki gibi “solcuyla solcu, sağcıyla sağcı”dırlar…

Ne demişti, rahmetli Demirel… “

“Dün dündür bugün de bugün”

“İKİNCİ TALAT FELAKETİ” BİR OLASILIKTI, ŞİMDİ GERÇEK Mİ OLUYOR…

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, Milliyetçilik ve İslamcılığın zirveye çıktığı, rüşvet ve yolsuzlukların uluslararası haber ajanslarında hiç bu kadar çok konuşulmadığı, nihayet muhalif gazetecilerin de sudan gerekçelerle hapsedildiği bir dönemde, Türkiye Dışişlerinde her zaman “Milli Dava” olarak benimsenmiş Kıbrıs Sorunu, nasıl “Kıbrıslı bir çözüm” ile noktalanacaktı?

Seçim konuşmalarında adaylardan bir tanesi hariç (M. Onurer) hiçbirisi de buna açıkça cevap verecek siyasi söylemlerde bulunmamıştı.

Diğer tüm adaylar, Kıbrıs Sorununu Türkiye ile birlikte ve “istişare ederek” çözeceklerini söylemekle yetinmeyip, verdikleri çözüm mesajı; “Türkiyesiz İmkansız” mealindeydi.

Hiçbir aday adanın tamamen silahsızlandırılmasından bahsetmedi.  Anti-militarsit, askersiz bir Kıbrıs istediğini, her iki cemaatte askerliğin kaldırılmasını da içerecek bir barış özleminden tek kelime bile söz etmedi. Ama “Türkiye’nin adaya askeri müdahalede bulunma garantisini”kimi “etkin” kimi de “hem fiili ve hem de etkin” bir şekilde savunmayı gizlemek zahmetine pek katlanmadı.

Bu nedenle de seçimlerden önce, aslında kazanmaya yakın duran Akıncı’nın “İkinci bir Talat Felaketi” dönemi olmaması için uyarı yapan “marjinal solcular” için Akıncı çok kızdı ve geçmişte de onların böyle “lafazanlıklar” yaptıklarını dillendirdi.

Peki çözüm olmaz da statüko devam ederse…

Askerden onay çıkmadığı için Lefkoşa’da “Lokmacı Barikatını” açamayınca, bir de devlete mali zarara yol açacak bir köprü inşaatıyla ortalığı bulandırarak ve kapının açılmasını da  Kıbrıslırumların istemediğine yormaya çalışan Talat gider ve yerine de Mağusa’da “Derinya Sınır Kapısı”nın açılmasında bile etkili ol(a)mayan Akıncı mı gelmiş denecekti?

O zaman içinde bulunduğumuz dönemin adını ne koyacaktık?

KIBRISLILAR “GELENEKSEL MİLLİ LİDERLİK AKLINDAN” KURTULMADIKÇA, “ORTAK SİYASİ AKIL” İÇİN ÇABA SARFETMEDİKLERİ SÜRECE ADA BARIŞ’INI SAĞLAYAMAZLAR.  

Kıbrıs’ın geçtiğimiz yüzyılın ikinci yarısındaki yakın siyasi tarihi, “milli ve dini etnik kimlikler üzerinden girişilen çatışmalarla birbirlerine üstünlük sağlama kavgasının” tarihi midir?

Son altmış beş yılda Kıbrıs siyasi tarihi, tüm ada halkının, yani Kıbrıslırumlarla Kıbrıslıtürklerin ve diğer azınlık kimliklerin aleyhine sonuçlanan trajik çatışmaların örnekleri ve hikayeleriyle doludur.

Kıbrıslıları kapsayan ortak, etnik kimlikleri ıskalayarak inşa edilecek “ortak bir siyasi akıl” gereklidir ada halkına. Bu “ortak siyasi akıl” her iki coğrafya insanında inşa edilmediği sürece ve etnik kimlikler üzerinden diğerine üstünlük sağlayan siyasi akla galip gelmediği sürece de, ada halkı bu bölünmüş haliyle yaşamaya devam edecektir.

Zaten bu şartlarda gelecek bir “çözüm”, her iki coğrafyada, Rumların pek çoğunun Türkleri küçümsedikleri, Türklerin de Rumlarla gerçekten ve samimi olarak “hem çözüm ve hem de barış” isteyen bir avuç “marjinal solcularının” yanlarına “yeni solcular ve yeni Kıbrıslılar” katılmadığı sürece, bu adaya Metin Münir’in geçtiğimiz günlerde köşesinde yazmış olduğu gibi, “çözüm ve barış” gelmesi mümkün gözükmemektedir.

Bu öyle bir siyasi atmosferdir ki bugüne kadar en barışçıl gözüken siyasetçiler de, ne yazık ki her zaman için, bu etnik kimlikler üzerinden yapılan siyasete hep yenik düşmüşlerdir.

Kimi isteye bile. Yani sağ-muhafazakar, ırkçı-milliyetçi ve dar kafalı olduğu için…

Kimi de bir şekilde bir kez koltuğa oturunca büyüsüne kapılıp, milli akılla malul geleneksel siyasi rutini aşamayarak ve fakat “kendisini cemaati için vazgeçilmez görecek kadar da fazla önemsediği” için…

Bu nedenle Kıbrıslılar, seçtikleri liderlerle ve siyasetçilerle birlikte; ”geçtiğimiz yüzyılda yaşanmış trajik gelişmelere neden olan “etnik kimliklerle baskılanmış akıl”dan, yeni yüzyılın ikinci on yılında da kendilerini kurtaramayacaklar…

Makarios, Yorgacis, Kiprianu ve Klerides, Kıbrıslıtürk liderler için “geleneksel Türk Milliyetçisi” aklın oluşmasında hızlandıran (accelerator) bir faktördüler.

Dr. Küçük ve özellikle Denktaş’ın Kıbrıslıtürkler arasında uzun yıllar seçilmesi, onların sırtından, “Kıbrıs’ın Türkiye’nin milli davası” olmasını kolaylıkla ve gönüllü olarak içselleştirmesiyle mümkün oldu.

Talat ve Eroğlu ise geleneksel Kıbrıs Türk Lideliğinin bu siyasi mirasını sürdürdü.

Şimdi sıra Akıncı’da mı?

Aslında Akıncı, ta seçim propagandası döneminde, Annan Planı döneminde İnönü Meydanı’nda nutuk sallayan o eski Akıncı olmadığının sinyallerini vermişti. Nitekim “siz solun adayı olarak” diye sorusuna girizgah yapan bir gazetecinin sözünü yarıda keserek, kızgınlıkla, “sadecesol’un değil, herkesi adayı olduğuyla ve herkesi kucaklayacağıyla ilgili o ilk siyasi demecinde” bunu belli etmişti…

Akıncı da seçim dönemi boyunca yaptığı söylemlerde önceli Kıbrıs Türk Liderleri gibi, olası bir çözümde Kıbrıslıların değil, yani tüm ada insanlarının değil ama Kıbrıslıtürklerin çıkarlarıyla ilgili   çıkarmayı ihmal etmemişti.

Türkiye’nin garantisi ile ilgili olarak da olumsuz değil ama olumlu mesajlar vermişti.

Çünkü seçimi de başka türlü kazanması mümkün değildi.

Uzun lafın kısası, geleneksel Kıbrıs Türk Liderliği aklı devam ediyor. Anastasiades ve AKEL eskisi gibi “Elen Milliyetçiliği”nin meraklısı değiller. Çünkü onların kendi bağımsız bir Kıbrıs Cumhuriyeti devletleri var. Hatta Kıbrıslıtürk ırkçıların, kendi “milliyetçi nefret söylemleri”ni haklı kılmak için, Kıbrıslırum Elen ırkçılarının Kıbrıslıtürklere karşı eylemlerini gerekçe göstermekte zorlanmalarının nedeni, yine bu iki partinin, AKEL ve DİSİ’nin yaptıkları gösterilerle kendi Elen ırkçılarının Türklere karşı bu saldırılarını yine karşı gösteri düzenleyerek protesto etmeleridir.

Bu nedenle Kıbrıs Türk Liderliğinin milliyetçilik üzerinden karşılıklı suçlama oyununa girişmesi ve çözümsüzlüğün haklı tarafı olarak kendisini, haksız tarafı olarak komşusunu göstermesi şimdi çok daha da zorlaşıyor.

Hele de bu enformatik çağda…

Yazının başlığına dönecek olursak.

Yani; “Çözüme mi yoksa karşılıklı suçlama oyununa mı çok yakınız”…

Elbette ikincisi.

Gerisi; “siyasi lafazanlık” değilse de “laf-ı güzaf”…

Hele de yanı başımızda Ortadoğu Coğrafyasında sürmekte olan savaşın, “Üçüncü Dünya Savaşı” olduğuna dair tartışmaların arttığı bir ortamda…

 

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
334AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin