Kadına yönelik şiddet, toplumsal cinsiyet eşitsizliği olan tüm toplumlarda var. Bu, bazı durumlarda zulüm teşkil edecek dereceye varmakta. Kadınlar salt toplumsal cinsiyetlerinden ötürü zulme maruz kalmaktalar ya da etnik kökenleri, sınıfları, kültürleri, cinsel yönelim veya kimlikleri, siyasi düşünceleri nedeniyle cinsiyetlendirilmiş zulüm derecesinde şiddete uğramaktalar. Zorunlu göçün her devresinde, kaçış sırasında, varılan yerlerde ortaya çıkabilen cinsiyetlendirilmiş şiddet, birçok durumlarda zorunlu göçün nedeni de olabilmekte.
Savaşlarda kadınlara yönelik cinsiyetçi şiddet kadınların, salt ereklerin mülkü olarak görüldüğü antik Yunan, Makedonyalılar ve Romalılara kadar dayanır. Silahlı çatışmalar sırasında kadınlara yönelik cinsel şiddet, özellikle de tecavüz, savaş durumlarında kabul görülen bir davranış veya savaşların mutat hedefi olarak görülmekteydi . İkinci dünya savaşında yaklaşık iki yüz bin kadın Japon ordusu tarafından köleleştirilip, ‘rahatlama durakları’nda seks işçiliğine zorlanmıştı . 1992-1995 yıllarında Bosna Hersek’de etnik temelli bir çatışmada sistematik tecavüz tüm bir toplumu aşağılamak, demoralize etmek amacıyla yapılmış, 1994’de Ruanda’da da soykırımın kilit stratejisi olarak kullanılmıştı. Nijerya’daki radikal İslamcı grup Boko Haram’ın kurulduğu 2002 yılından beri Kuzey Nijerya’da Hristiyan ve/veya öğrenci yaklaşık 500 kadını kaçırdığı, tutsak tutulan kadınlara tecavüz edildiği, köleleştirildiği ve militanlarla zorla evlendirildiği raporlanmıştır .
Savaşta ya da barışta cinsel şiddetin varlığı kadın bedeninin hâlâ daha nesneleştirildiğinin kanıtı. Kadın bedeni etnik kimliğin, kültürün taşıyıcısı, içinde görüldüğü grubun erkeklerinin mülkü, onuru olarak görülmekte. Bununla birlikte, cinselliğin penetrasyondan ibaret olduğu, penetre eden tarafından, edilenin üzerine tahakküm kurulduğu, bu eylemen, penetre edilenden bağımsız olarak ve ona rağmen zevk aldığı algısı mevcut. Cinsel birleşmenin sonucunda da penetre edilenin ve onun ‘sahibinin’ aşağılandığı ataerkil bu kurgudan ötürü, savaşlarda ve çatışmalarda cinsiyetçi şiddet el bombası gibi, tüfek gibi, bir tür silah.
Cinsel şiddetin bir savaş silahı olmasının nedeni aynı zamanda bu şiddete maruz kalan kadınlar ve kadınların parçası olduğu grubun erkeklerinin de bunu nasıl deneyimlendiği ve algıladığı ile de ilişkili. Kadınların tecavüzden dolayı deneyimledikleri zihinsel tahribatın bir kısmı da tecavüzün, yaşadıkları toplumdaki kültürel kurgusu ile bağlantılı. Örneğin kirlenmişlik, suçluluk hissi gibi… Bu kurgu erkeklerin de moral çöküntü, aşağılanmıştık hissi çerçevesinde şekillenen deneyimini de belirliyor. Mevcut sömürü düzeni içerisinde egemenlik alanı olan kadın bedenine müdahale edilmesiyle, erkek iktidar kaybına uğruyor. Böylelikle, kadın bedeninin erkekler arasındaki bir iletişimin, hesaplaşmanın bir aracı haline dönüşmesine zemin sağlanıyor.
Kadın bedeninin tahakkümü üzerinden yürütülen erkeğin savaş politikasının günümüzde somutlaştığı örneklerden birisi de yaşadığımız coğrafya Ortadoğu’da DAİŞ’in bilinçli ve sistematik olarak azınlıklar, özellikle de tarih boyunca 72 defa soykırıma maruz kalan Êzidî halkından kadınlar şahsında yaptıklarıdır.
Mezopotamya coğrafyasının yerleşik halklarından olan ve Kürtçe konuşan Êzidîler, tek bir tanrıya inanmakla birlikte, melekleri farklı anlatmaları sebebiyle bu onların kötülük meleği yani şeytana inandıkları yönünde bir algıya yol açmakta ve bu sebep gösterilerek binlerce yıldır katliama maruz kalmaktalar. Yoğunlukla Federal Kürdistan Bölgesinde bulunan Şengal Dağı ve çevresinde yaşayan Êzidîler, Ağustos 2014’de DAİŞ kuşatmasıyla, Bileşmiş Milletler yetkilileri tarafından dahi soykırım olabileceği şeklinde nitelenen muameleye maruz kaldılar. Nitekim bugünlerde Şengal’in özgürleştirilmesinin ardından gün geçtikçe bir başka toplu mezar ortaya çıkarılıyor . Bunun yanı sıra, göç etmek zorunda kalan yaklaşık 250.000 Êzidî, resmi bir statüleri olmaksızın, birçok ülkede, genellikle mülteci kamplarında hayatlarını idame ettirmeye çalışıyorlar. Tahminen 5000 Êzidî kadın ve çocuk da halen DAİŞ’in elinde tutsak olarak tutulmakta. “Savaş ganimeti” olarak kaçırılıp, tutsak tutulan kadın ve kız çocukları DAİŞ’in elinde, işkenceye varan cinsel, fiziksel, psikolojik şiddete maruz kalmakta, köle ve cariye pazarlarında defalarca farklı kişilere satılmaktalar. Bugün, hâlâ daha Irak, Suriye, Katar, Suudi Arabistan, BAE sınırlarını içine alan geniş bir coğrafyada alıkonulmaktadırlar .
Karmaşık ve bağlantılı iktidar ilişkilerinin bir parçası olarak cinsiyetçi ve cinsel şiddet sıradanlaşmış ve oldukça militarize olmuş bir otoritarizme içkin olsa da, DAİŞ tarafından uygulanan cinsel şiddet azınlıkların oldukça incinebilir oldukları ve doktrinsel olarak bu şiddetin meşru görülmesi nedeniyle bilhassa korkunç .
Kaçabilen tahmini 1500 kadın ve çocuk da, hem yerinden zorla edilmiş tüm Êzidîler gibi, yetersiz beslenme, barınma, bedensel ve ruhsal sağlık, güvenlik ve toplumsal destek mekanizmaları ile boğuşmakta, hem de DAİŞ tutsaklığında maruz kaldıkları şiddet ve mevcut erkek egemen toplumsal anlayış nedeni ile bir kez daha, kendi aileleri, toplumları içerisinde dışlanma, hor görülme gibi baskı yöntemleri ile psikolojik şiddete uğramaktadırlar .
Resmin diğer yüzünde ise, ataerkinin binlerce yıllık kadın bedenini zaptı üzerinden şekillenen savaş pratiklerine bir başkaldırı olarak kadın direnişi, kadınların kendi ‘kader’lerinin ve tarihin seyrini değiştirmekte. Defalarca zulme maruz kalan, metalaştırılan kadınlar olağanüstü mücadele vererek, köle tacirlerinin, ‘efendi’lerinin elinden kaçıyor, öz-savunma çalışmalarına katılım sağlama iradesini gösteriyor, kadın meclisleriyle hayatı yeniden kuruyorlar.
Aynı zamanda, zulmün erkek egemen temelleri ile aslında tüm kadınlara yarattığı tehdit ve kurtulan kadınların cesaretinden yola çıkarak, “Kürdistan ve Ortadoğu’da IŞİD işgali ve cinsiyetçi suretlerine karşı kurtulmayı başarmış kadınların deneyimlerini dünya kadınlarıyla yerel, bölgesel ve uluslararası düzeyde paylaşarak farkındandık yaratmak, kadın örgütlülüğünü geliştirmek ve harekete geçmek için… IŞİD gibi barbar bir örgütün elinde bulunan [Süryani, Türkmen, Şii Şabak ve kendilerinden olmayan Arap] tüm kadınların özgürlüğe kavuşması için mücadele etmek” üzere Zorla Alıkonulan Kadınlar İçin Mücadele Platformu kuruldu .
Kıbrıs’ın kuzey coğrafyasındakiler de dâhil, dünya çapındaki tüm feminist, toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadın özgürlük mücadelesine taraf olan tüm kadınların, şimdi, her zamankinden daha fazla ve daha yüksek ses çıkarmasının zamanıdır. Çünkü adı ister DAİŞ olsun, ister El-Kaide, ister Boko Haram, ister Teşkilat, isterse herhangi bir ulus devletin askerleri olsun, fetihçi, ataerkil zihniyet, tecavüz kültürü dünyamızda hüküm sürdükçe, kadınlar ve tüm ezilen sınıf ve halklar kölelik zincirlerinden kurtulamayacaktır. Bu nedenledir ki DAİŞ’in sürdürdüğü soykırım politikasının toplumsal cinsiyete duyarlı bir biçimde dile getirilmesi, hesabının sorulması tarihsel bir sorumluluğumuzdur. Kaderini kendi eliyle yazan kadınlardan da elbette alacalığımız şeyler vardır. Bu gidişata dur diyen biz kadınların sesi çoğaldıkça barışın umutları da yeşerecektir.