Önceli Kıbrıs Türk Liderleri gibi Akıncı’nın da öne çıkardığı yukarıdaki bu siyasi mesaj nasıl okunmalı?
Bir sır değil. “Ayakları üzerinde duran, kendi kendine yeten bir KKTC” sayınAkıncı’nın en çok dillendirdiği siyasi tahayyüllerinden.
Bun nedenle de KKTC’nin 15.yılı nedeniyle düzenlenen askeri tören ve kutlamalarda çektiği nutkun ana başlıkları arasında; “çözüm için güçlü bir KKTC” söylevi vermesi kadar doğal bir şey olamazdı.
Denktaş ve Eroğlunun söyleminde “anavatan”, Talat’ın deyişinde “atavatan” Akıncı’nınkinde de “kardeş” olarak anılan Türkiye’den alınacak, ekonomik, sosyal, askeri ve Sünnilik ile ters düşmeyecek şekilde, her türlü manevi ve maddi güç ve destekle güçlenmek mi?
Kuzeyde güçlenerek, bölünmüş adanın Güney yarısındaki “rakibi” karşısına, daha güçlü ve mevcuduna (Kıbrıs Cumhuriyeti-hp) alternatif ikinci bir devleti(KKTC-hp)oluşturmak mı?
Peki Akıncı’nın özleminde dillendirdiği üzere; kendi ayakları üzerinde nasıl duracak hale getirilecek bu devlet?
Hali hazırda dönen değirmenin suyundan pay kapmak için sıraya girmiş ne söylediğini kendisi bile anlamayan politikacılarla mı güçlü kılınacak bir KKTC’den bahsediyor sayın Akıncı?
Adamızın Kuzey yarısındaki somut duruma baktığımızda, bu siyasi tahayyülün ve söylemin ayakları yere basan bir söylem olduğunu söylemek mümkün müdür?
Memurundan öğretmenine, tarımcısından hayvancısına, müteahhidinden esnafına, özel sektör ve de işçilerine değin, her cümle kuruluşun ekonomik ve demokratik talebini karşılamak için görevleri Türkiye’den en iyi borçlanmayı maharet saymakla malul yöneticileriyle mi yaratılacak bu güçlü KKTC devleti?
En çok oyu alan (seçmenin oyunu verdiği diye de okuyabilirsiniz-hp) iki partinin işbaşında olduğu bir hükümetinin bile, Türkiye’nin maddi katkıları olmadan icraat yapamayacağını düşündüğü bir ortamda ve seçmenlerinin bile seçtiklerinden ümitlerini kestikleri bir anda mı kurulacak bu güçlü KKTC devleti?
Her gün içinde ikamet edenlerinin bile kanalizasyon kokusuna uyanmaya, keşmekeş trafiği ve toz-toprağıyla kentlerdeki bu Ortadoğu’nun fakir kasaba yaşamına alıştırılmış ahalisiyle mi?
Söylemde “turizm cenneti” ve fakat yaşamda başı bozuk bir betonlaşmaya yenik düşmek üzere olan Lefkoşa ve Girne kentleriyle, çöp kokuları arasında yaşamayı içselleştirmiş belediyeleriyle mi?
Sürekli açık veren bütçesi, plansız kalkınması, adaletsiz gelir dağılımı, batmış belediyeleriyle, verimsiz ekonomisi ve ağır aksak çalışan ve hukukçularının bile şikayetçi olduğu hukuk sitemiyle mi?
Nasıl olur da bu ahval ve şerait altındaki statüko şartlarında, çözümden önce, böyle “güçlü bir KKTC”nin kurulabileceği varsayımının gerçekçi bir mesaj olarak algılanması ya da kabul görmesi beklenebilir ki?
Kaldı kiKıbrıs Türk Liderliği otuz küsur yıldırallayıp pulladığı ve fakat uluslararası hukukta hiç bir resmiyet kazandıramadığı(Türkiye’nin alt yönetimi olması dışında-hp) ve fakat “güçlendirmekte”inat ettiği kerameti kendinden menkul bu devletçiğiyle,bir türlü çözüme taşınmayı beceremediği koşullar altında. Ve henüz çözüme ulaşacağı konusundatünelin ucunda herhangi bir ışık huzmesinin dahi bulunmadığı bir süreçte!.
Bütün bu nedenlerden dolayıdır ki,“KKTC’yi çözüm öncesi güçlendirmenin diğer adını, (eğer çözüm olmayacaksa-hp), Taksim’i kalıcılaştırılmanın ön adımı olarak adlandırmak da pek ala mümkündür”. Dahası “çözüm için güçlü bir KKTC” mottosunun,geleneksel Kıbrıs Türk Liderliği’nin söylemleriyle beslenensağ-muhafazakar-şükrancı gelenekle karışık Kıbrıs Türk Milliyetçiliğine de zemin oluşturmakta veçözüme karşı siyasi bir alternatif olabilmektedir…
Yalnızca sağcılarda değil ama bazı solcularımızda da, “güçlü bir KKTC” yaratılması için sık-sık, “çözümden önce evimizin önünü süpürmeliyiz” tekerlemesini yapmak da adettendir.
Hatta bu bazı “solcular” nezdinde adada salt çözüme ve barışa odaklanmanın, bir nevi kolaycılığa kaçmakla eşdeğer tutulduğu da yaygın ve yerleşmiş bir görüştür
Bilinmelidir ki; evinin önünü süpürmek için önce evin sahibi olmak, dolayısıyla da evin sahibi gibi davranmak gerekir. Ancak bunu söyleyince, yani adada aslında kritik kararları veren siyasi erkin seçilmişler değil de Türkiye hükümeti ve devleti yetkilileri olduğunu dillendirenler de, o zaman makbul vatandaşolamıyor.
Kim demiş ki KKTC’deki siyasi rejim TC’nin bir alt yönetimidir diye?
“Marjinal solcular”… Gayri Türk ve Gayri Müslimler, yani Rumcular…
Sosyalistler ve Ateistler… Ha bir de Türkiye ve Kıbrıs’ın adının geçtiği uluslararası hukuk davalarında ve uluslararası kararlarda yer alan cümlelerde geçiyor bu “alt yönetim” olma hali.
KKTC’yi eleştirenler marjinalleştirilip “siyasi uç” olarak telakki edilir, cemaat içerisindeki Türk Milliyetçisi söylemler artarken, Ezan’ın ses desibeli üzerinden yapılan provokatif tartışmalar eşliğinde artan Cami inşaatları ve nihayet Cumalarda giderek artan kalabalıklarla Sünnilikboy veriyor ve çözüm heyecanı da giderek yerini böyle “güçlü bir KKTC”ye bırakıyor.
Sayın Akıncı bu somut şartlar altında; çözüm öncesinde hangi güçlü KKTC’den bahsediyor?
Önümüzdeki yazı dizisinde bu sorunun cevabını tartışacağız.