Geçen hafta Türkiye’de bir siyasi toplu cinayet işlendi. Cinayeti işleyenlerin bakıldığında Isid taraftarı olduklarından şüphelenildiği söylenmiştir ama bu kadar insan hakları ve hukuktan mahrum,linç kültürünün son birkaç aydır ayağa kalkıp şahlanışta olduğu bir ülkede, olayların kamuoyuna verildiği gibi olmasında insan şüpheye düşüyor. Çok enteresandır, Türkiye’de Kontrgerilla tarihine baktığınızda olayların gelişiminde oldukça önemli rol oynayanların, Kıbrıs’ta önemli görevlerde bulunan komutanların olması da şüpheleri oldukça artırmaktadır. Ecevit Kılıç “Özel Harp Dairesi” adlı kitabında (sf.92-93,2007) Kıbrıs için şunları yazmaktaydı:
“Özel Harp Dairesi’nin ilk illegal ve gizli eylem alanı da 6-7 Eylül olaylarının çıkış noktası olan Kıbrıs oldu. Özel Harp Dairesi olaylardan üç ay önce adada sivil unsurları örgütlemeye gitmişti bile. En önemlisi Özel Harp Dairesi’nin subay ve astsubayları özel Harp tekniklerini adada pratiğe dökmeleriydi. Bu durum Kıbrıs Harekatı sonrasına kadar sürdü”.
TMT’nin aldığı karalardan ilginç olanları:
“Lider Kıbrıs’ta, TMT’ye veya Türk toplumuna yönelik; hainlik, casusluk, bozgunculuk, gasp veya eşkiyalık gibi girişlimlere fırsat vermeyecek önlemleri önceden alacaktır.
Bu gibi faaliyetlerin olması halinde, suçları sabit olanlar, liderin oluşturacağı özel bir kurul tarafından cezalandırılacaklardır. Ancak, ıslah edilmedikleri için ortadan kaldırılması gerekenler olursa bunun için Özel Harp Dairesi Başkanı’nda izin alınacaktır”(sf.95-96)” denilmekteydi.
Yine Ecevit Kılıç’in kitabında(sf.100-101): “Özel Harp Dairesi’nin özel harp tekniklerini yaygın olarak uyguladığı ilk yer Kıbrıs oldu. Bunu kendi bünyesinde kurduğu TMT’yle yaptı. Örgütün kontrgerilla eylemleri sadece Rumlara yönelik olması. Türkler de payını aldı. TMT’nin provokatif amaçlı sabotaj ve eyleminde yaşamını yitiren Türkler oldu.
Yavru kontrgerilla örgütü TMT de, adada işçi hareketini, aydınları hedef aldı”.
Evet , Kontrgerilla örgütü ki devlet içindedir ve devletin de derinidir, böyle bir gizemli yapıya sahiptir. Bir de Suat Parlar’ın “Kontrgerilla Kıskacında Türkiye” (1997) adlı kitabına baktığımızda 33.sf.da şu cümleyi okumak oldukça ilginçtir:
“İstihbarat örgütleri, dinsel kurumlar, mali oligarşi, mafioz yapılar sisteminin işlerliğinde ortaktırlar”.
Gene aynı kitapta şunları okumaktayız(sf.62):
“Kontrgerilla belgelerinde “terör”de çeşitli uygulama biçimleri ve zamanlama yöntemleri ile belirgin biçimde kodlanmıştır. Kontrgerilla teröristleri, iki aşamalı bir terör yaklaşımını benimsemişlerdir. Bunlar “şuursuz terörizm” ile “seçilmiş terörizm” aşamalarıdır. “Şuursuz terörizmden maksat,…alaka toplamak ve halkın dikkati bir defa çekildikten sonra gizli olarak bulunan taraftarları cezbetmekti. Bu da gelişigüzel yapılan terör hareketleriyle, bombaların patlatılmasıyla, yangın çıkartmakla, suikastler yapmakla ve mümkün olduğu kadar fazla seyirci cezbedebilecek şekilde toplu olarak, koordine edilerek ve ayarlı bir şekilde yapılır. Bu tip hareketler için gayet az insana ihtiyaç vardır…
Seçilmiş terörizm ise çarçabuk şuursuz terörizmi takip eder. Bundan maksat, halkı mücadeleye sokmak ve asgari olarak halkın pasif suç ortaklığını temin etmektir. Bu, memleketin muhtelif yerlerinde bazı kimseleri, halkla en yakın teması olan küçük rütbeli hükümet memurlarını polis, postacı, belediye reisi, belediye meclisi azası ve öğretmen gibi insanları öldürerek yapılır. Yüksek derecedeki hükümet memurlarının öldürülmesiyle bir gayeye hizmet edilmiş olmaz. Çünkü, yüksek derecedeki hükümet memurları halktan uzakta bulunduklarından bunların öldürülmeleri halk için bir misal teşkil etmez (David Galula, Ayaklanmaları Bastırma Harekatı,s.52)”
Yine Suat Parlar’ın kitabından bir bölüm:
“Türkiye’nin emperyal bir güç olarak bölgede oynayacağı rollere ilişkin olarak MİT oldukça bilinçli! Tespitler yapıyor. Emperyalist Türkiye kurgusu ile bütünleşen bu tespitlere ilişkin olarak MİT Müsteşarı Sönmez Köksal’ın Mayıs 1996’da düzenlediği basın toplantısında söyledikleri önemli. Köksal bu açıklamasında şunları belirtiyor: “Türkiye uluslararası ve bölgesel politikaların etkileşim alanı içinde belirleyici rollere sahip lider ülke konumundadır. Bu istenen bölgesel güç konumundadır. MİT’in Türkiye’nin gelişen ihtiyaçlarına, ülkelerarası ilişkilerin niteliğinde cevap verebilen bir yapıya kavuşturulması, devletimizin gelişme dinamiği bakımından hayati önemi haizdir. Gelişen, büyüyen Türkiye’nin bölgesel güç olarak yaratılmasında istihbaratın öncelikli katkısının sağlanabilmesi, istihbarat üretimini geliştirici çalışmalarımızın temel unsurudur”. Bu bağlamda MİT’te “Operasyon Başkanlığı Ve yasada MİT’in görevli istihbaratla sınırlı olmasına rağmen, gerçek-gizli hukuk uyarınca, operasyon konusu “kuvveden fiile çıkarılıyor” MİT, “Türkiye’yi bölgesel güç olarak yaratma” misyonu temelinde yeni bir yapılanmaya gidiyor. Ordunun stratejik planları ve “enternasyonal”in bölgesel programları ile uyum içinde “Emperyalist Türkiye” kurgusunun operasyonal aşamalarına hazırlanıyor. DYÇ konseptinin gizli servislere açtığı alanın bilinci temelinde, “bölgesel güç yaratılması”ndan sözediyor MİT. Bu bağlamda “restorasyon” sürecinde, merkezileşen otoriter yoğunlaşmayı yaşayan, özel savaş aygıtlarını yetkinleştiren devlet programında MİT’e önemli görevler düşüyor. “Freni tutmayan”ların fren mekanizmalarını onarmak, kirli operasyonların atak kadrolarını hizaya çekmek, işlevsiz ve merkezkaç “çeteleri”! yedeğe çekmek veya tasfiye etmek, tüm bunları temel kurumları perdeleyerek ve psikolojik harekat yöntemleriyle gerçekleştirmek MİT’in işi oluyor. “Raporları”ları ile resterasyon”un işaretlerini veren MİT “bölgesel rol”lere hazırlanan Türkiye’de, egemenlik sisteminin meşruiyet! Dayanaklarını onarmaya, pekiştirmeye çalışıyor. Bu anlamda, “radikal sağ” ve “islamcı hareketlere” yönelik kampanyalarla, sisteme laiklik söyleminin meşrulaştırıcılığı ekseninde “sol”dan “destek”ler yaratma çabasına giriliyor. Bu konudaki çalışmalara ilişkin bazı kuşkular! 90’lı yıllarda açıkça dile getiriliyor. Örneğin, 1990 Ekim’inde, Güvenlik ve Yargı Muhabirleri Derneği’nin düzenlediği yemeğe “Servis”in üst düzey yetkilileriyle katılan Müsteşar Korgeneral Teoman Koman’a şöyle bir soru yönelitiliyor; “Acaba, yeni 12 Eylül senaryosu hazırlamak için “İslami terör”ü malzeme olarak MİT’in kullanması ihtimali var mıdır? Bu toplantıda Koman çok ilginç bir bilgi veriyor. Bazı islamcı örgütlerin adının geçtiği suikastlarla ilgili olarak şunları söylüyor: “Elbette kamuya yansımayan yaptıklarımız, yansıyanların çok üstündedir! Olanlara mazeret aramıyoruz. Üçok, Aksoy ve benzeri suikast olaylarının yanısıra, önlediklerimiz, teşebbüs safhasında ele geçirdiklerimiz bu dönemde 30’un üzerindedir!” Bu 30 kişinin kim olduğu blinmiyor ve “kamuya yansıtılmıyor.” Laiklik ve devletin din örgütlerine yönelik ÖHD çalışmalarında adı geçen bir generale MİT Müsteşarı sıfatıyla sorulan bu sorular ve yanıtları oldukça ilginç ipuçları ortaya çıkarıyor. Ancak bunların en önemlisi “yeni bir 12 Eylül senaryosu”na ilişkin olarak sorulan soru. Dini örgütlere ilişkin olarak ÖHD deneyimine sahip bir kurmayın, Ortadoğu’da Türkiye’nin bölgesel rolüne yönelik stratejik açılımlar ve bu temelde ABD-İsrail eksenli, siyasetlerle bütünleşmeye başladığı dönemde MİT’in başında bulunması önemli açıklıklara işaret ediyor!”(sf.316).
Bu kitap yaklaşık 18 yıl önce yazıldı ve sözü geçen konuşmalar da o yıllarda yapıldı. Ankara’daki katliamdan sonra Başbakan’dan Cumhhurbaşkanı’na kadar Türkiye’deki ilgililerin aynen 18 yıl önce konuşulduğu gibi konuşmaları da buradaki sözü geçen senaryonun hala daha geçerliliğini koruduğunu göstermiyor mu?