Su işleri toplumun konusu olmayı sürdürüyor. Herkes hangi siyasi parti ve kişisinin sorumlu olduğunu peşinen bilir gibidir. Çünkü siyasiler sorumludur. Yani bir suç varsa suçludurlar. Ancak hangi kategoride suç işlemişlerdir, bunu anlamaya çalışmamız gerekir.
Kategoriyi anlamak için Güney Kore içişleri bakanının istifasını hatırlatayım.
Güney Kore’de öğrenciler uzun sopalarla yaptıkları için ünlü olan gösteri yürüyüşleriyle protestoda bulunuyorlar. Uzun sopalarıyla polisle çatışmaya giriyorlar. Bunda sıkılan polis ateş açıp birini öldürüyor.
İçişleri bakanı yurtdışındadır. Buna rağmen istifa ediyor. Çünkü bir öğrenci öldürülmüştür ve herhangi bir kişi veya polisin yaşamını tehdit etmemiştir. İçişleri bakanı yurtdışındadır ve kimse onun emir verdiğini iddia etmemiştir. Ancak o ben içişleri bakanı olarak öyle bir polis teşkilatı kurmalıydım ki bu şartlarda kimseyi öldürmesin dedi ve istifa etti.
İçişleri bakanı kendisi öldürmeden sorumlu idi ama birinin öldürülmesinden o şartlarda insan öldürebilecek bir polisi teşkilatta tutmaktan suçlu idi. Görevini yapamamaktan suçlu idi. Kabul edip istifa etti.
Bizde görevinden başarısızlık nedeniyle istifa etmek bir tarafa başarılı yöneticinin ne olduğu bile anlaşılmış değildir. Nümayişçi ölmüşse bakanın ne ilgisi var veya bakan katildir kavgası yapılır.
Su sorunu da aynıdır. Su geldi ama hala daha suyun ne yapılacağı bilinmemektedir. Hükümet erkânı sorumluluk duymamaktadır. Siyasi partiler sorumluluk almamakta ve üyeleri onları hesap vermeye çağırmamaktadır.
Türkiye yönetimi suyu buraya getirmeyi kararlaştırmıştır. Onun bu suyun ne yapılacağı hakkında bir çalışma yapmaması düşünülemez. Bunu yaptığının kanıtı olarak önce meclisin onayladığı ikili antlaşmadır. Orada suyun kullanılması için özel sektörün rol alabilmesi için ona uygun yatırım yapılacağı yazılıdır. Özel deyince Türkiye’nin yatırımlarının Türkiye’de ihale edilme usulüyle yapılmasına itiraz yapıldığı bilindiği için ayrım yapılmayacağı da vardır. Yani işin derinliğine işlendiğinin de izleri vardır. İmalat sırasında birçok konunun da gündeme geleceği düşünülmüş ve EV Sahibi Anlaşmaları yapılacağı belirtilmiştir. Yani şimdi elimizde bu tür antlaşmalar da bulunuyor olmalı idi. Devamla; bu antlaşmaya imza atılır atılmaz ilgili araziler TC’nin olur demekle işin olmayacağını da bilirler ki gerekli işlemler yapılır da yazılmıştır.
Bu safhalarda iki taraftan birçok yetkilinin görev almış olmaması olası değildir.
Demek ki Türkiyeli görevliler işi enine boyuna çalışmışlar ve gerekli gördükleriyle danışmışlar ve bilgi almışlardır. Yani yönetimimizin çarklarının içinden çok yetkili ile işbirliği yapmışlardır. Bizim görevlilerimiz amirleri olan siyasi kadrolardaki memurlara ve siyasilere boş vermişler veya gerek görmemişler olabilir. Yalnız siyasi kadrolardaki memurlar ve üstündeki mebus ve bakanlar ilgilenmek ve sormak gerektiğini bilmek zorunda idiler.
Örneğin antlaşmayı imzalayan İrsen Küçük antlaşmanın mülkiyet değişimi maddesini bilmek ve gerekli işlemleri yapmak için çalışmalar başlatmak zorunda olduğunu şüphesiz biliyordu. Onunla işbirliği yapan müsteşar ve başbakanlık kalemi bilmek ve gerekli düzenlemeyi başlatmak zorunda idi. Sudan sorumlu bakanlık ve siyasi kadroları ile bayındırlık bakanı ve siyasi kadroları da aynı şeklide davranmalı idi.
Arada bakan değişmiş olabilir, parti koalisyonu değişmiş olabilir, onların siyasi kadroları da aynı şekilde davranmalı idi.
Görüldüğü gibi suça katılanlar ne iki üç parti ne de birkaç bakandır. Onların adamları olan siyasi kadrolara tayin edilmiş olanlar da suça katılmışladır.
Halk da suça katılmıştır. Kendine gelecek suyun kaça satılacağını bile bilmeyen bir halka demokrasiden bahsedilmektedir. O halde halk demokrasiye layık olduğunu göstermeli idi. Neden seçimlerde olsun bunu konu edip siyasilere yol göstermemişti. Oylarıyla ve partilere verdikleri üye ve paralarla bu suçu işleyenlere destek olacağına “bunlardan hayır gelmez, Türkiyeli görevlilere idareyi ihale ettiler” diyenlere örneğin YKP’ye neden destek olmamıştır? Onun için halkın geneli de suça iştirak etmiştir.
Buna iyi bakın ve görün ki bakanlar ve mebuslar Güney Kore içişleri bakanın dediği gibi “öyle bir yönetim kurmalı idim ki” ta Türkiye’den su gelecek ama ne fiyatını bilecek ne de hiçbir Ev Sahibi Ülke Antlaşmalarını hazırlayacak olmasın deyip istifa etmeli veya halk tarafından görevden alınmalıdır. Siyasi kadrolardan olan ilgili tüm memurlar da suçludurlar. Hem de öyle bir yönetim kurmadıkları için değil görevlerini yapmadıkları için suçludurlar.
Yalnız mebus ve bakanları suçlamak yetmez. Onlar istifa zorunluluğunun duyulması gereken makamlardadırlar. Onların atadıkları ve atmadıkları ama üst kademede bulunanlar ise öğrenciyi vurup öldüren polis gibi suçludur.
Partiler üyeleri ile hesaplaşmakla karşı karşıya kalmalıdırlar. Hesaplaşma olmasa halkımız bunu da sineye çekmek zorundadır. Kimse onu kurtaramaz.
Halka bu ülke uzaktan kumandayla idare ediliyor ve hesap sorulmuyor onun için işler iyiye gitmeyecek dedik. Seçimlerde boykot yapalım da uyarıcı olalım dedik. İşlerimizi Türkiye’ye ihale etiler, o da memnun oldu, dilediğini yapıyor. Hesap sormamız olanaksız kalınca bizimkiler ve onlar beraberce ellerini ovuşturarak bir proje çıksın da paylaşalım diye düşünürler, başka bir şey değil dedik. Göletlere bakın kime ne yararı var, ama projeden paraları kapanlar zengin oldular dedik anlatamadık.
Kimin ne kadar sorumlu olduğunu bile anlatamadık.
Siyasi partilerden meclise girenler ve bakanlar tüm eleştirileri yüklendiler, içlerinden birileri de sermayeyi yüklendiler ama gerisi hep dikkatten kaçtı. Onların atadıkları üst kademe esas suçu Türkiyelilerle beraber kotardılar ve ceplerini doldurdular, bu işler yalnız yapılamayacağı için bir yığın işinsanını da gördüler ve proje paralarından ceplerini doldurdular.
Bu kadar dıştan yatırım harcamasına karşın ancak Afrika’da gelişme bu kadar az olurdu. Kıbrıs’ta Afrika’yı yaşattılar bize…