Son günlerde tartışılması gereken birçok önemli olay gelişti. Dış konuları şimdilik biryana itiyorum. Ancak: içsel olarak yaşanan 3 önemli konu, resmen gündemde doğruları ile tartışılması gerekiyordu. Bazısı şöylesine, bazısı rant gözü ve bazısı da hiç tartışılmadan, tartışılır gibi yapılıp geçildi! Tabi su konusu devam ediyor! Anladım ki bize öğretilip dayatılan bakış ile sorunları hep eksik tartışıyoruz. Yine sol ve özelikle emek eksenli, sosyal haklı sosyalist düşünce eksikliği, son 3 önemli gelişmede kendini hisetirdi. Yaşanılanlar ve tartışılırken eksik hem de teml ölçekleri ile eksik brakıtırılmanın en önemli koşulu, sol düşünce yaklaşımı olmamasıdır. Tabi şunu karıştırmayalım: ülkemizde etiket olarak sol koyanlar vardır! Bunlar etiketi kulanıp ama düşünceyi kabulenmeyerek, ayni resmi eksenle olaylara yaklaşıyor. Ayni gözle fakat sermaye bakışla solculuk yaptıkalrını söylemenin ötesine gitmiyorlar. Bu üstelik öyle bir tehlikeli noktaya geldi ki: sol düşünce, emek eksen, ezezilen yelpazesinden yorum yapmanın da “hayal” olduğu küçümsemesini de yerleştirdi. Gerçek: tüm yapılan tartışmalarda, hep emek eksenliliğin sosyalist düşünce eksikliği her tartışmada kendini hisetiriyor. Son günelrdeki su, eğitim ve sağlıkla alakalı sorunalrda, bunu çok acı şekilde hisederek yaşıyorum…..
Konuyu daha iyi anlatma adına, kısa bir anımla olaya başlıyorum. Yıl 1980 yılı olup, aylardan temuz ayındaydık. Öğretmen sendikasında buluştuğumuz günde, Türkiyede ilan edilip, askeri darbeyle uygulanmasını beklediğimiz “24 Ocak” kararlarını anlatmaya çalışıyorduk. Özelikle dinleyip itiraz eden öğretmenler vardı! Ben konuya başlayıp, örneklemlerle geleceği anlatma uğraşıyordum. Konuşmaktan üşenen Derviş Yüksel dahi, olayı anlatma adına resmen dili açılıp, bülbüleşti! Şu gelecek örneklemi veriyorduk: “Eğitim paralı olacak, eldeki tüm kuruluşlar gidrek dış sermayeye devredilecek şekilde teslim edilip veya batırılacak, şuanda bedava kulandığımız sağlık paralı olacak, içtiğimiz suyu parayla satın alıp kulanmak zorunda kalacağız” diyorduk. Özelikle eğitim, sağlık ve suyun metalaşma sözlerimize, Kıbrısda yaşayan kesimelr hep “olamaz la” itiraz edip, bizim yanılgıda olduğumuzu da söyliyorlardı.*****
Ben her dönem olanaklar ölçüsünde bunu anlatmaya devam ettim. Sürekli yazmaya başladığım 96 yılından itibaren de bu konuyu belirtim. Yazdığım ikinci makale de su konusunda oldu. Dileyen ilgili tarihli Yeni Çağ gazetesine bakma şansı vardır. Su konusunda dönem dönem önemli yazılar yazdım. Musdafa Sıdalın arkadaşlığı ile konuyla alakalı ilgisi ve bildiri hazırlama gerçeği ile mesleki tutumu sonucu; bana bukonuda epey hem tetikleme hem de teknik yardımı da oluyordu. Nitekim: Uluslar arası su günelrinde, yapılan konuyla ilgili konferans yazılarım, alternatif toplantı görüşler, ülkemizdeki oluşan olumsuz su sorunlarını sık sık yaşdım. Uruguaydan suyun özeleştikten sonraki tartışmalar, Bolivyadaki özeleştirme süreci, Türkiyenin Dikili su yargı sürecini de yazılarımda örneklem olarak zamanında yorumladım. Dileyen Yeni Çağ, ortam gazetelreinde bu makalelerime bakabilir!
Ülkemizle ilgili de “giderek pınardan, beşbeşparmak kaynaklarının kurutulması* Yoğun kirletme koşulları* Azalan su kaynakları ve gelişigüzel önüne gelenin kuyu kazmaları” ile oluşan su yerel gerçeiğini de yerinde yazıp yorumladım.
Derken işin son perdesine geldik! Türkiyeden su getirme süreci* Türkiye ile yapılan protokoldeki mülkiyet ve bazı canalıcı noktaları “Ben, Turgut Avşaroğlu ve Halil Paşa” daha baştan yazığımız gazete köşelerinde uyardık. Dış bağımlılıktan, suyun metalaştırma üst boyutu yorumladık. Ama su sarhoşluğu nedeniyle ve probaganda operasyon algıları sonucu, bunarla kimse dikat etmedi. Herkes havadan bedava su egelip bizi refaha getireceğine inandı! İş sonuca gelirken de yine tipik Kuzey Kıbrıs tartışma kısırlığına takıldık. Suyun hak olma, insani ölçek gerçeği ve metalaşması ile elden gidenler değil; suyun dağıtımından kim pastayı yeme kağosuna girdik. Tipik yeni Kuzey Kıbrıs işbirlikci siyasal duruş ile Türkiyeleşmenin ikilemine sokulduk. Suyu şirket mi yoksa belediyeler mi dağıtacak. Bunun pastasını kim yiyecek! Tıpkı öteki olayalrda olduğu gibi! Türkiyeden gelen parayı elçilik mi yoksa “hükümet mi” dağıtacak tartışması gibi. Kuzey Kıbrısda siayset öyle bir cendereye konuldu ki, kim gelirse gelsin, ondan rant alma işbrilikci duruşa dek gerileyen garip bir yapıya geldiğimizin kanıtı da su oldu.
Sistemin yanlışları ise ister istemez adına nekadar “kamu, ulusal” konsa da; odenli yanlış ve kirli işler yapıldı ki, inandırıcılık ile güven kalmadı. Örnek mi: suyu dağıtmak isteyen ve önüne ulusal koyan belediyelerin su dağıtımındaki yanlışları, adamına göre para alıp almama, başka delikelri kapatmak için suya zam yapma, temiz sudan içilemez suya bizi taşıması gibi uygulamalar sonucu, ahali hem güvenmediği belediyeler, hem de Türkiyeleşmenin sonuçlarının kısgacında adeta bilmeden savrulma dönemini yaşıyor.
Onca anlatım bana pek konuşturulmayan sorunun önemli noktalarını özetle yazmamı dayatıyor! Birdefa; ahali suyun insani hak olduğunu kafasından sildi. Metalaştırma ve ticari meta oluşunu çoktan kabulendi. Yukarda verdiğim başlangıçta “hayaldır olamaz* Çaba olursa isyan çıkar” koşulundan, şimdi kaçınılmzdır aşamasına geldik. Su Hak olmaktan meta haline sokulup, hem de uluslar arası bağlılığın oluştuğu yeni kurumsal aşamaya geldi! Bu gerçeği ısrarla tekrar tekrar anımsatacam. Yine dünya su konusunu tartışırken, su kaynaklarının kısıntılı olduğunu* Temiz suyun kirli suya dönüştüğünü* Birçok kaynağın tüketildiğini anlatan bolca rapor yayınlandı. Fakat; olay sermaye gözüyle algılatıldığı için de: Suyu kimlerin nasıl kirletiği, kaynakların neyin uğruna tüketildiği pek belirtilmez! Üstelik suyu insan hak ekseninde değil, metalaştırma algısıyla öneriler yapılıyor. Özelikle sunun metalaşınca iyi bir pazara sahip olması ve epey kar getirecek rantı sonucu, sermaye bu alana hemen girdi. Öylesi uygulamalar yapıldı ki her biri ibret sayfası halinde tarihe yazılıyor.
Genel ayrışma şu noktada oluşuyor: Suyu bir insan hakkı mı kabuleneceğiz, yoksa güzel kar getiren bir metalaştırma değeri ile satacağız! Sorunun düyümü ve ayrışması burada gizli! Peki Kıbrısda bu gerçekelrle su sorunu tartışılıyor mu?