Dıştan gelen birine veya geçmişle alakalı araştırma yapan kimselere, Kıbrısda yaşananlar konusunda soru sorulsa; hemen çoğu kesim, ağzını açıp, hemen “neler çekildiğini” döktürürler. Kıbrısı tanımayan insanlar veya olayları belekten sildirtenler, dinledikçe, gerçekten karşısıdakinin aktardıkalrı ile oluşan algıya adeta kendini kaptırır. Sanki dünyanın en kanlı savaşları Kıbrısda yaşanmış kanısına kapılınılır. Öylesi anlatılar anlatılır ki, gerçekten doğrusu yanlışı biryana, söylenenlerin adeta beyinde travma yaratılma inancı oluşur. Halbuki olaya biraz da bilimsel olgularla yaklaşanlar, şu kıyasa girişir; anlatılanların vahşeti ve dehşeti yanında, gerçekten beyinsel korkunç etkisi oluşmuş ise; ilgili insanalrın enazından benzer olaylara da duyarlı olması gerektiği sorgusunu da yapar. Dahası; Kendine benzer kesimlerin çektiklerine de duyarlı olup, onun acısını da anlama düşüncesi gelişir. Maalesef Kıbrıs yaşanmışları, aktarma şekleri ile gerçek hayatın yeniden çelişkisini yaşıyoruz. Hiç uzağa gitmeyelim; şu anda Türkiyede belirli bölgede sokağa çıkma yasakları, özel güvenlik bölgeleri ve çatışmalr yaşanırken, batı, kuzey ve güney Türkiyede toplumsal linç hareketleri dehşetle gerçekleşirken; nedense onca acıları yaşayan ve bunu durmadan idolojik tekrara sokan Kuzey kıbrısda bu feryatlara karşı brakın duyarlı olmayı; çeken halka karşı antipati duyan bir düşünce refleksi içindedir. Buda yaşam ve oluşan kültürel idolojik paradoksun bir aynası olmaktadır.
Gerçekten sormamız gerekir: biz savaş hali, işkaler, insan faciyalı politik karşıtlıkarı yaşamamıza ve hala bunları ısrarla tekrarlamamıza karşın; nedense içeleşip Türkiyeleşen yapımıza rağmen, bir İngiliz gazetesi kadar, yorum yapmayan medya, insan çığlıklarına nerde ise “banane” duruşla seyreden bir tutumla karşıkarşıya kalıyoruz. Türkiye bağlantılar ile Kıbrısda yaşanan yakın tarih belli ki bize insani düşünceleri geliştirmedi. Tam aksi; barışa nefret duyma, savaşın kazancı ile yapısal siayset sürdütme gerçeklerini idolojikleştirip kültürleştirdik. Kimse gerçekten kaçmasın: Cizre gibi dünyada yankı bulan insani manzaralı çığlığa, eyer Kuzey Kıbrıs önemli kesimi sırf ilgisiz ve “bananecilik” ile sesiz kalıyor ise; yaşadığını söyledikerlinin de etkisi elbet yarının araştırmalarında sorgulanacaktır.
İkidebir; “Rumlar bize böyle yaptı” sözlerle oldukça haklı olma anlatıları yapılırken; Cizrede ölülerini dahi gömemeyen insanların gerçekliğine odenli uzak kalmanın, bilimsel ismi de bize konulacaktır. İkidebir ezilmiş ve madur olma anlatılarımızın,en kıyaslanacak alanı; benzeri acıları yaşayanların feryatlarına da enazından insani duygu ile bakmamızın gerektiği durumu oluşmalıydı! Son Cizre olayı ile şunu da sorgulayalım: Gazle konusunda mahşet çeken veya protesto eylemi yapanlar; şimdi T Türkiyede yapılanlara neden ayni refleks verilemiyor? Hat da; Türkiyedeki feryatlara doğru insani tavır konulur ise; neden hep “acı çektik, onlarla yaşanmaz” diyenler, hemen bize inanılmaz linç saldırılar yapmayacaklarmı?
Türkiyede şu laf arada söylenmeye başlandı. Özelikle; Türkiyenin batısında konulara duyarsız kalan ve hat da, “vatanseverlikle” yapılanları savunanlara “içimizdeki faşizimden haberdarmıyız” soruları sorulmaya başlandı. Nedense 3 yaşında bir çocuk kurşunlanınca, onun savaş katletme gerçeği yerine, hangi etnik veya çevreden olduğuna göre tavır koyma idolojisi, neyazık ki “milliyetci” etiketle düşünceleştirildi. Böylelikle sermaye ezme ve katliyamda ortaklaşırken, ezilenler, acılarında dahi ortaklaşamama gerçeğini yeniden yaşadık.
Biraz iğneği kendimize batıralım. Biraz da acıtacak biçimde derine doğru kaydıralım. Durmadan derslerde veya törenlerle anlatırız “neler çektik” öyküleri! Hat da; olayları yaşamayan ve adada olmayanlar da ayni nakaratı yaşamışcasına tekrarlar! Gerçekten anlatılanlar içten gelen duygualrla oluyor ise; 35 günlük bebek sözü dahi infiyal yaratmaya, üstüne duvar yıkılıp tankla kurşunlanan çocuk resimleri öfke ile anılarımızı tetikleyecektir. Hat da; Kıbrıs konusunda hep suçlanan Rumların durumundan çok daha vahimine gereken duyarlılık da gösterilecekti. Oysa brakın ilgiyi; dünya olayları haber yaparken, bizlerin eksencileri ilgili politikaları kendi halkını katletmede kulananların “barışçıl” olduğunu tekrarlıyordu!
Gerçekten biraz kendimizi de sorgulamamız gerekmez mi? İnsan faciyaları, öldürtülen bebekler ve nice insanın insan olma haklarına eyer dneildiği gibi yaşaadıkalrımız etkisi olsaydı; şimdi bu acıları çoktan duymamız şart dı! Tam aksi; bu acıları söylememe duruş en normal düşünce olup karşımıza geldi. Yakınımızı görmeme ve kendimizi anlatarak acılarla haklı olma paradoksu, oldukça yakıcı sonuçalr üretiyor. Son Türkiye olayları ile bizim algımız bunu yeniden kanıtladı. Ama ayni duyarsızlık eyer başka konuda olsaydı; “Batı sırf İslam olduğumuz için, bunları görmüyor” feraganlığı da yapmaktan geri kalınmayacaktı!
Ortadoğu yangın yeri oldu. Türkiye görmezden gelenlere dahi şunu haykırıyor; kirli bir iç savaş tırmanıyor* nekadar “etle kemik” densede; toplu linç olayları bunu göstermiyor. Kıbrısda ise insan faciyalarına dahi, çıkar uğruna dokunmayan bir garip kültürleşme oluştu. Oysa Ortadoğu yangını istemesek de dibimizde* Türkiyede yaşananlar ise direk bizi de etkileyecektir. İçimizde dahi Türkiyedeki kağostan canı yanan birçok insan vardır. Böylesi gerçeklikler hala “bana dokunmayana laf söylemem” kaçışı nereye dek sürecek?