Uzun zamandır, özelikle sol sosyalist kuramının, resmi idolojilr ce “romantizim, hayat” olarak algılatıldığı süreçlerden geçtik. Genelikle Sosyaldemokrat hareketlerin neoliebraleşip resmen sermayenin sol görünmü olarak kabulendirilirken; küçük küçük sosyalist hareketlerin günümüze gelemeyen görüşlerle, gidrek tarikatlaşan örgütsel yapıları ile yaşadık. Artık tektip sermaye bakış la tıkanıp, sadece imaj ve makyajla “senben” ayrımlı siaysal dönemler yaşadık. Böylelikle sosyalist kelimesinin dahi içeriği unutularak, adeta yerine göre sermayenin idolojik nefes alma borusu haline sokuldu. Fakat tüm gelişmeler de şunu haykırıyordu* “Sosyalist hareketler olsaydı, durum böylemi olurdu”! Ortadoğu çölerinde, Kürdistan topraklarında, Afrikanın kuraklaşan iklimleri ile yoksuların örtülen feryatları, Avrupayı saran hem yoksulaşma hem de kapıya dayanan mülteciler olayında hep solun boşluğu nedeniyle, seçeneksizlikler sarmalı sıkışması yaşanmaya başlandı. Kriz ve savaşın felaketini milyarlarca insanların ödediği bir bedel le yaşanıyordu. Kağos ve krizde seçeneksizlik oldukça da; resmen otoriterleşme, faşistleşme idolojik yapılara koşulalr da yol vermeye başladı. Bundandır ki her sol kıpırtı, hem umut hem de inanılmaz saldırganlıklarla karşılaşıyor….
Epey zamandır sistem hem kriz, hem iklimlerin bozulması ve hem de savaşlarla iyice çürüyor. Oluşan aşmazlar ise daha kirli, otoriter rejimlerin de altyapısını güçlendirdi. Derken: Avrupa krizi ile kuzey ve batıda ırkçı hareketler nerede ise ikinci güç haline gelirken; yoksuların tepkileri ve sınıfsal eksenli çıkışlar la solun da kıpırdamaya başladığı görüldü. Ezilen kesimin tepkileri bazen etnik ve ulusal, bazen de değişime yönelen sınıfsal özle öfkeler biriktirilmeğe başlandı. Bunların ikilemi bizat AB ülkelerinde yaşanıyor. Ortadoğuda ise: hala dinin kısgacı, etnik ezilmişlik ile sistemin Pazar hegemonya aşmazında, halkalr katledilerek veya mültecileştirilerek yaşam devam ediyor. Ortadoğuda hep şu gerçek sorgulanmadan edilemiyor: Gerçek ezilenleri birleştirecek sosyalist hareketler olsaydı* Bölge bu denli kana boğulup, insanlar bilinmez yolda mültecileştirilirmiydi?
Özetlenen gerçekler ve Avrupa kapitalist kriz sarsıntıları sonucu, genelde olmasa da, bazı ülkelerde sınıfsal değişim veya sosyal muhalefet eksenli toplumsal tepkisel hareketler yeşermeğe başladı. Gariptir: bu tip özelikleri taşıyan tepkileri dahi sol adına konuşanlar ya ret veya abartıyla övme kısırlığından çıkaramadılar. Bunu Yunanistanda Syriza değerlendirmelerde direk olarak tartışmalarla yaşadık. Sosyal muhalefet olup, tek ülke ile sınırlı kalan ve direk sistemi değiştirmek amacı olmayan Syrizadan öylesi beklentiler oluştu ki: sonuçta Syrizayı aşan beklenti ve hareketin hem desteksiz kalma ile sistemi değiştirme örgütsel yapıya sahip olmama iki yanlışlı boyutuyla yenilgiye uğramasını da aynen yanlışla değerlendirildi. Çünkü eleştiriyi dahi koşulalrı ile değil,gözlerine taktıkları gözlükle görülen istenilen renklerle ele alma saplantısı var dı!
AB içinde ekonomik krizin yaratığı yıkım ve onun tortuları altında sosyal bazı muhalif hareketler sol ile birlikte gelişti. Yunanistanda Syriza, ispanyada Podimos, irlandada belirli itifak kesimler iyi bir kitlesel ivme yakaladılar. Buna son olarak da İngiltere İşçi partisi başkanlığına Kormının seçilmesi ile sola kayan politik siyasal gelişme eklendi. Tüm bu hareketlerin sosyal muhalefet ile oluşan öfkenin biriken kitlesel etkisi halinde olduğu, hep gözden kaçtı. Hat da; sosyal muhalefet hareketlerin siaysal seçeneklerinin belirsiz olması ve örneğin AB çıkma veya genel değişim ilkelerinin net olmaması nedeniyle “tıpkı Syriza gibi” belirli noktada aşmaza takıldığı da görüldü. Hat da; ispanyada Podimos hareketinin sol öteki bazı partierlle de sosyalist hedefte uzlaşamadığı da görüldü. Yine görüldü ki Syriza olayında Avrupa solu kendi ülkelerinde baskı aracı olup, enazından Yunanistana karşı baskıalrı azaltma etkisinin de olmadığı anlaşıldı.
Bunlar olup biterken; en ufak sol etiket veya ilke tekrarlanınca da hiçbir etkisi olmayan ama fırsatı soldan yakalayanların da yanlış algı oluşturması da işin öteki travması oldu. Nitekim; son işçi partisindeki Kormın başarısı belirli çevrelerde öyle abartılıp, tektipleştirildi ki; örneğin: Erdoğan hayranlı birielri çıkıp “Sosyalist başarı” adıyla konuyu abartıp anlamı dışında süstletip sundukarlını da gördük. Yine konuların gelişimini takip etmeden, güncel rakamsal başarı ile övgülerle, silikleştirmenin birlikte yaşandığını da gördük. Hatda; bizde olduğu gibi: CTP solculukla konuyu konuşmaya çalıştılar. Fakat Syriza olayında Birkimin saçmalaması gibi “Yunanistan KKTC örneğini alsın” yine bizi merkeze koydu.
Özetleyecek olursak; Kapitalist krizelr birçok yıkımı yaratıyor. Bununla da yoksulaşma, göç, işsizleşme ve sosyal hakları kaybetme erezyonları oluşur. Her olgunun da tepkide kendi karşılığı sınıfsal olarak gelişir. Irkçılıktan sistemi değiştirme sosyalist olgulara dek örgütsel koşullar yaratır. İş kimin değerlendirme boyutuna gelir. Son AB krizinde de hem ırkçı partiler özelikle Avrupanın birçok ülkesinde merkeze dek yaklaşırken; bazı ülkelerde de ezilenler tepkileri ile sosyal muhalefet eksenini oluşturmaya başladılar. Fakat sosyal muhalefetler ne tam sistemi sorgulamaya nede sınıfsal yelpazeye tam oturdular. Bunların sancıları hep en karar verileme alanında kalınıyor. Üstelik sistemsel everensel ortak paydaşlık da oluşmadı. Nitekim Ortadoğu kabus rüzgarında Mısır sosyalist aktivistin Avrupa solcularına dediği gibi: “Sizden biz öğrenmek için geldik* Baktık ki bizim sizden öğrenecek bir şeyimiz yok* Siz eyer hala bizi sömürmek isteyen kendi egemenlerinizin politikasını, bize karşı savunuyorsanız* Ozaman demek ki daha gidilecek çok yolunuz vardır” dediydi! Bu sözler günümüzde Kıbrısın dar adasındaki solun da neyazık ki aynasıdır.