Sorma değil sor diyorum. Soracağım diye koalisyona girmem gerekmez veya sormak istediğim için koalisyona girersem ayıp olur çünkü rakibimi koalisyonda ortak yaparım demek dikkatle alınması gereken bir karardır.
Eski bir politikacı olarak bu konuda sabıkalı gibi görünebilirim ve kendimle ters düşmüş sayılabilirim ama öyle değil. 1981’de UBP ile koalisyon kurulmasını engellediğim ve beş bakanlık teklifini reddettiğimi o zamandan kabul etmemiştim. Çünkü koşullar koalisyonu kurmakla olağan bir hükümet icra edecek değildik. Sorun temelde yanlışlıklarla dolu idi.
İlk endişemiz olmayan bir hükümete girince ne yapabileceklerimizle sınırlı idi. Şimdikinden de fazla asker ve sivil TC görevlileri egemen durumunda idi. Koalisyonla ilgili çalışmayı başlattığımızda bize “yapacağınız ne ki çekiniyorsunuz” diye başlayan sorularla karşılaştık. Çünkü Kıbrıs’ta ne yapılması gerektiğini Ankara’da gözeten ve aslında hükümetten fazla kadrolarla işi götürmeye meraklı bir yönetim vardı. Başında da Kıbrıs işleri bakanı veya müsteşarı bulunurdu. Ne yapılacağını onlar bizimkilerden önce kararlaştırır ve yürürlüğe sokardı, bizim yerli görevliler de onlarla işbirliği içinde yürütmeye hazırlık yapmış olurlardı. Bakanlar ve saire ne olacağını onlardan duyar ve bilir bilmez yapılacakları sıralayıp sonuçların ne kadar yahşi olacağını dillendirir ve yapılanlarla da övünürlerdi.
Seçimlerde şu kadar yol yaptık diye övünen parti ve bakanları aslında mevcut kaynakları en iyi kullanıp kullanmadığının hesabını vermezlerdi. Yapılanları aktarırlardı.
Yollar kötü olursa olurdu, halk da bilirdi ki yolu yapan TC’den gelmedir; onun için hesabını ver demezdi. Yollarımızın standarttı o yüzden harcanan hayatlar için bile sorulmazdı ve hala öyledir.
Bunların devamını önlemek ve gerçekten sorumlu bir hükümet sahibi olup halk tarafından denetlenmek esas olmak zorundadır. Bunun için de dıştan müdahale önlenmelidir. Bu düşüncelerimi anlatıp “üstelik hesap sormak istediğimiz bir takım insanlarla koalisyon kurmak onlarla ittifak yapacak olan TC görevlileriyle kaybedilecek bir işe başlamak olurdu. Yoksa arasında yolsuzluk suçlamasında hesap vermesi isteneler var diye bir parti ile koalisyonu reddetmek olmaz. Çünkü öyle bir sistem kuracaksınız ki siz hükümette iken sizden de hesap sormaya yetkili olsun.
Örneğin kısacık yönetim dönemimizde bile Kıbrıslılar bilgi sahibi oldular. Sayıştay en büyük denetim kurumu olarak tüm milletvekillerinin değilse bile çoğunun yolluklarını harman gibi savurduklarını tespit etti. Sayıştay bu yüzden mecliste fırçalandı. Yani yolsuzluk hesabı açık kaldı diye dert edinilirse koalisyon yapacak parti kalmazdı.
Utanmadan bir meclis kendisi adına denetim yapan Sayıştay’a saldırdı ve utanmadan muhalefet de saldırıya çanak tuttu.
Koalisyon ilk iş olarak yolsuzlukların takip edileceği polis ve savcılığa görev tanımı olarak yasal yetkiler vermeli ve kimse cumhurbaşkanı bile önleyememelidir. Hatta yolsuzlukları kovalamakla görevli olanların terfi ve ödenekleri yargıçlar tarafından başarılı bir cezalandırma diye sınanmış olmaları halinde takdir edilmelidir. Ne kadar yolsuzluk yakalarlarsa o kadar terfi ve ödül alabilmelidirler. Hem kişi hem de kurum olarak yararlanmalıdırlar. Doğal olarak şimdiki güvenceleri de eksilmeden devam etmelidir.
Yani koalisyona girersem yolsuzlara dokunamam diye endişe etmeye gerek olmamalıdır.
Şunu da unutmamak gerek. Hükümettesin diye bakanlığında yolsuzluk aramana kimse engel olmaz. Bakanlığın tüm arşivi de elinin altındadır. Bakanlık yapıp da bakanlığında tek bir usulsüzlük veya yolsuzluk bulamayanlar zaten başka zaman da bulamaz. Atıp tutmasınlar. Halkın demokrasi deneyiminde yoksuzlukla mücadele yoktur. Onun için kimseye bakanlık yaptın ama tek bir yolsuzluk yakalayamadı isen bundan sonra da senden Hayır yok dememiştir ama gerçek odur ki bakan mesleğini değil yöneticiliğini kullanabilen kişi olması gerektiği için bakanlık işlerine egemen olmak ve ne olursa bilgisini alabilmek zorundadır. Alamıyorsa sistemi incelettirmek baş işi olmalıdır.
Bunları anlamadan gelip gelip gittiler. Yolsuzluk ta ayyuka çıktı.
Siyasi yani ideolojik nedenlerle koalisyona girmemek elbette ki kendi koşullarında değerlendirilmelidir. Kapitalist bir anlayışla ortaklık için asgari uzlaşma koşuldur. Şimdi ve eskiden beri sistemin emelleriyle ilgili tartışma yapılır ve sanki bir sistem var gibi konuşulur. İnanmayın sistem falan yoktur. ETİ’yi özelleştirdik dediler. Hâlbuki ETİ özel bir şirketti ve ortakları da vardı. Gene de özelleştirdik dediler ama üzerinden 25 yıla yakın zaman geçti hala orada durur. Çünkü UBP ve ardılları devletten bir şey bekleyen insanlardan çok memnundur. Özelleştirip de yemleme fırsatını ortadan kaldırır mı?
Onun için devletin fonksiyonlarından hangilerinin devam edeceğini ortak alacaklarla görüşmek ve uygulama planını yapmak gerek. Yoksa özelleştirmeye karşı olmak veya olmamak koalisyon için önem taşımaz. Siyasi iktidar siyasi niteliğini emrindeki bürokrasiye yaptırtabilmelidir. Yaptırtamıyorsa ve TC hegemonyası devam ediyorsa kim kiminle koalisyon yapmış bize ne? Bir yolsuzluk çıkaramıyorsan kimse de seni dinlemez demektir ve TC’li bürokratlarla işleri götürecekler sen de pişmiş aşları yemekle kalacaksın.