Hepimiz bir seçim dönemi yaşadık. Onu şöylesine tartışıp, çoğu defa başkaları da algılarla konuştu. Sonra Cuma günü de 1 Mayıs mücadele günü geçti. Olaylar akarken de istemesek dahi, kendimizi bazı konuşmalar arasında veya tartışmalarda taraf olarak da bulduk. Hele de seçim sonrası Akıncının kazanması ile oluşan dalgalanmalar, pek de anlaşılmadan hemen patlayan mayın etkisi yaptı. Aslında olaya salt siyasal algı veya taraf gözüyle bakmayanların, önemli kavşakların buluşma kesişini iyi yakalama olanağı da vardı. Konunun tartışma tetiklenmesi ile bulunulan siyasal koşulun tartışmaların alevlenmesinde önemli etki yaptı! Bu yazımda çokça gündem olan Erdoğan Akıncı karşılıklı demeçlerle oluşan ortama değinecem. Tabi 1 Mayıs görünümünü de ekleyecem…
Konuyu gündem olup da tartışmalar arasında boğdurtmama adına; bazı önemli çıkış noktaları ile başlayacam. Burada bazı kuramların yeri önemlidir. Konuyu işleyen başta gazetecilerin mesleki duruş ile bilgi alma şekli; konunun gündemleşmesindeki koşulların katkısını mutlaka iyi okumak gerekir. Bu tip açıklamalar hat da çok daha fazlası yapılırken; nedense ayni duyarlılığın olmama ayrıcalığını anlama adına; son patlamanın koşulları ve sonrasını iyi bilmek gerekir…
Gelelim olayın başlangıcına: Hafta başı Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan yine Kuveyt’e giderken Esenboğa meydanında esti durdu! Özelikle bir mahkemenin kendinin istemediği ve tutuklattığı sanıkları serbest bırakıp, tutuksuz yargılanmalarına, esti durdu! Buyruğu sallayıp “gerekenin yapılmasını” buyurdu! Bu kararı alan yargıçların sonunun geldiği netti! Nitekim birkaç saat sonra da böyle oldu… Erdoğan’ın başka bir gerçekliği de vardı: Düzenlediği basın toplantısından, yurt dışına gidişte yanına aldığı gazetecileri ayıklayıp; yandaş gazetecileri seçip, sorular da buna göre ayarlanıyordu! Esenboğa alanından uçmaya doğru giderken de ayni meslek seçkisini yaptı…
Erdoğan tam da yargıçların sonunu haykırırken; yandaş gazetecinin birisi de Akıncının açıklamasını sordu* işte Erdoğan ayni hızla Akıncıya da veriştirdi! “Ağzından çıkanı, kulağın duysun”! Böylelikle Akıncının yumuşak ifadeyle söylediği “kardeşlik ilişkisine” Erdoğan başka telden buyrukla yanıt verdi. O kadarla kalmadı: Uçakta bildik Türkiye politikasını yansıtan sözleri de teker teker sıraladı. Gönderilen paradan tutun, kurtarmaya ve Buradaki yönetimin dilediğini yapamayacağını gayet öfkeli sesle tekrarladı. Öyle tekrarladı ki Bizden çok Türkiye gazetecileri tepkiler döktürdü!
Olay böylesi bir infilakla patlarken; elbet gösterilecek tepkier için de koşullar önemliydi! Akıncının kazanmasından moral bulan bazı çevreler Kuzey Kıbrıs da Erdoğanın tavrını eleştirdiler. Ancak: Akıncıya oy veren her kesimin sesi çıkmadı! Kimmisi fısıltı veya normal sohbet de her zamanki tepkisini korken; nedense resmi açıklama yayınlayıp Erdoğanın geleneksel ve hat da türkiyenin resmi politikasını direk eleştiren yine belirli kesim kaldı. Kimisi koltuk aşkına, kimisi “popilist donayim gazeteciliği bozulmasın” niyeti ile yine tepkiler burada sınırlı kaldı. Zaten konu resmi diplomaside ikili oynu güzel oynayan Arıncın figürü ile sonlandırılmış gibidir.
Burada gözcden kaçırılmaması gereken çıkış; Türkiye medya ekseninden ve bazı siaysilerin tavrındaki suskunluk tabusunun büyüsümü bozup bizden daha net eleştiri yapan açıklamaları oldu. Burada da koşulalrın gerçekliği karşımıza geliyor. Türkiye hem seçim döneminde yaşıyor, hem de artık Erdoğanın baskıları ile ülke adeta boğulma aşamasına geldi. Böylelikle kendielrine alahın her günü veriştiren Erdoğanın Kıbrıs çıkışına da tepki vermek doğalığı da oluştu. Ayni lafları ve hat da yargı polisg gücünü de hisederek yaşayan Türkiyede ki çevreler; Doğal Erdoğan Kıbrıs çıkışına da gerçeklerle yanıt vermeye başladılar. Doğrusu bizim gazetecilerden çok daha net ifadeli yazılar da yazdılar. Şimdi ikidebir Türkiye kamuoyunu suçlayanların, neden son Akıncı olayında geride kaldıklarının da yüzleşmesini lütfedip braksınlar. Yoksa: “aman popilizmlerimi bozuluyor”?
Doğrusu Cumhurieyt gazetesinde Ceyda Karanın yazısına bayıldım* Katri Gürsel resmen Kıbrıs son izlenimleri ile yelnilendiğini de gösterdi* Ümit Özkırımlı ve Cengiz Çandarın radikalde* Gözde Bedeloğlunun Birgümn gazetesindeki makaleleri bizi bildik Türkiye sihirinin nasıl bozdurulduğunun sadece birkaç örneğidir. Biranlamda meslektaşlık gazetecilik ile yaşanan koşulların birlikteliği ile tabu olan Kıbrıs büyüsünün de nasıl bozulabileceğinin kanıtıdır…
Akıncının hetrojen seçmen gerçeği, sosyaldemokrat bakışı ile Kuzey Kıbrıs yapısının bir pek de tepkisel beklenmeyen günlerini yaşadık. Ayni anda değişen Yunanistanın Siprasın açıklaması ile “garantörlükten vazgeçme” siyasal hamlesini de duyduk. Bunlar Kıbrıs etrafındaki örülen sisli perdenin aralanınca nelerin ortaya çıkacak örneklemidir. Yalnız özelikle Nuray Mertin de yazısını okurken; şu garip eksikliği de gördüm: Mert Kıbrıs analizi ile son gelişmelri yorumlarken; nedense Annan planında şu yanılgı takıntıya da takıldı! Annan planı dönemindeki “Evet Hayır” ile yüzeysel yorumla Rumları direk suçladı. Hala Annan planı referandum öncesi özelikle Akelin ikilemde kalıp Güvenlik Konseyinden uygulanma güvencesi isteyip, B.M. bu güvenceyi vermediği veya ingilterenin konuyu geçiştirdiği siyasal tavırları nedense hala bizim eksen hiç ama hiç referandum hayırına koymak istemiyor! Dahası; son eklenen Annan planı İngiliz ve TC çıkarlı eklerke de şüpelerin olşma durumları da akılda hiç tutulmayarak; hala resmi “evet dedik ile” Rumları suçlama takıntısı devam ediyor….
Bu özetleme bize; Kıbrıs konusunda daha yaşananlarda çok eksikler ile yalanların olduğu, yeni adımlardaki siyasal seçkilerin çok eksik olduğunu gösteriyor. Ama son Akıncı olayı ile mevcut Türkiye Kıbrıs koşuları sonucu; alışılmamış gbir tartışma ortamı da oluşturma gerçeği vardır. Tıpkı Syriza hareketi sonrası değişen Yunanistan algısı gibi….
Yazı uzasa da; birkaç söz de 1 Mayısdan yazalım… Bu yılki 1 Mayıs günü yine işçi gündeminin senede tek gün olarak gündeme gelme zamanı idi. Fakat Türkiyede işçi hakları veya iş güvencesizlik ile katledilen emekçiler yerine; istanbulda “provakasyon” olup olmayacak,gündemi ile geçti* Dünyanın başka yerlerinde de net ortak siyasal durum vardı! Neoliebralizmin geriletiği işçi hakları ile meydanların eldekileri kaybetmeme çağrıları ile geçti. Daha vahimi: asrın ötesinden mücadele edilip sağlanan “8 saat iş çalışma hakının da” geriye taşındığını da anladık. Sınıfsal mücadele için bu çok önemli bir gerilemedir.
Bizde ise; alışılan işçi “bayramında” işçiler çalışırken, işçileri sömürenlerin ayni günde piknik yapma ikileminin olmasıdır. Hele işçi mitinginde işçi haklarını kaldırtan makamcıların önde görülmesi veya bu yasaları çıkaranların emekçi edebiyatı yapmaları da; oldukça paradoksal acıtan tavırlardır. Gerileyen sınıfsal mücadele ile gidrek bu günün de içi boşaltıararak “anlamsızdır” imajı da yaratılmaya çalışılınıyr
Küreseleşen sermayenin emek sömürüsü ile üyeleri tarafından dahi güvenilmez olan sendikal gerçekler le 1 Mayıs taplosu bunu çok güzel resimledi.