Üniforma gibi mavi dizlikler giyip davul eşliğinde zıplayıp duruyorlar. Seyredenler de Kıbrıs havası diye bakıp duruyorlar. Yalnız gıprızlı anılıyorsa öyle üniformalı davul izleme olmadığını biliyoruz. Uzaktan gelip Gıprız’da has Türk arayanlar ayni zamanda Türkçecilik akımının da peşinde koşanlar olmuştur. Onun için dilimizi de dillerine ona göre uydurmaya çalıştılar. Gulumbrayı cehennem topuzu yaptılar, harnıbı da sonunda harnup ettiler ama keçi boynuzunu da unutmadılar. Harnup dedikten sonra parantez açıp doğrusu keçi boynuzudur demeye çalıştılar.
Harup resmi yazılarda kullanılan adı, harnıp halkın dili idi. Harnup eski metinlerde Osmanlıca usulü yazılışı idi. Padişahların gözdelerine el yazılarıyla yazılmış mektuplarını okuduğumda birçok sözcüğün ı yerine u ile yazıldığı gördüm. Halk da eski zamanı canlandıran filmlerde ı yerine bol bol u kullandıklarını hepimiz gördük. Anadolu edebiyatında da ı ve u değişimi izlenebilir. Yunus emre’de de ayni vardır.
Kılık kıyafetin de zamanın etkisine uğradığının etkileri bilinir.
Onun için zamana uydurup bozmamaya folklorcular önem verirler.
Sorun değil bunlar. Esas olan bozmayı ve itina (özen) göstermemeyi uzatıp eskiyi katlederken yeniyi ve dili zenginleştirme çabalarını da berbat etmemeyi önemsiyorum. Dili zenginleştirmek gereklidir. Dar anlamlı ve özellikle bilimsel terminolojiyi olanaklı kılan sözcükleri günün modasına göre yok etmek yazık olur.
Süreç sözcüğü ameliye veya proses sözcüklerinin karşılığı olarak bilim çevresi yarattı. Onu süre sözcüğü yerine kullanma modası ve süre sözcüğünü kullanmaktan vaz geçilmesi yazık olmuştur. “bu proses (süreç) için gereken süre” cümlesini (tümcesini) “bu süreç için gereken süreç” diye söylemek artık olası oldu. Garip değil mi?
Isı ve sıcaklık ayni sözcük değildir. Isı enerji birimidir ve kalori veya jul ile ölçülür ama sıcaklık santigrat selsiyus ile ölçülür. Sıcaklık dereceleri deme gereksizdir. Sıcaklık 35 derece demek yeter çünkü selsiyus veya fahrenhayt bizde kullanılmaz. Isı derecesi demek yanlıştır.
Bir belirsizlik işaret edilecekse dilimizdekini yazmak yeter. Kuşkumuz var da doğrusu budur diyeceksek doğruyu paranteze alacağız. Arıdamı kuşkulu ise parantez açıp Artemi diyeceğiz. Artemi yazıp da parantez açıp Arıdamı yazarsak Ada’mızın tarihini unutturmak isteyenlere katılmış oluruz. Harnup yazıp da parantez içinde harnıp dersek doğrusu harnıp’dır demiş oluruz.
Kara dizlik ak çizgili olarak yaygın olandı, mavi ve ak olan da vardı. Yaygın olanı bırakıp üniforma haline getirmek kendini diğer Gıprızlılardan ayırmak olur. Kıbrıs öyle yeknesak (tekdüze) olacak kadar küçük bir ülke değildi. Dil ve kıyafet farklılıkları çoktu. Yer ve kasaba ve köy farklılıkları da vardı. Kaba deyişler diye köy diline aşağılama yapan kasabalılar bilinen bir gerçektir. Bunlar için sorun yaratmak gerekli değil ama dile özen şarttır.
Anavatan yavru vatan edebiyatı da siyasetten etkilenen bir konudur. Bir ülkenin anavatanı yani anası olabilir mi? Amerika hala her İngiliz’in gelip yerleşebileceği bir ülkedir. Bir ara durduruldu ise de tekrar geri getirildi sanıyorum ama İngiliz’i Mısır’da Sovyetler Birliği karşısında yalnız bırakmaktan çekinmedi ve apar topar bırakıp gitmesine neden olduydu.
Kıbrıs’ın Türk ve Yunan nüfusu var ama bir de devleti var. Kıbrıs devletine saygısı olan ve “bizi attılar derken” çözüm isteyip birleştirme amacını kuvvetle söyleyenler Kıbrıs devletine Yunanistan’ı mı Türkiye’yi mi anavatan yapacaklar? Dilimizi güncel siyasetin kurbanı yaptığımız ve sözcüklere doğal anlamları dışında başka anlamlar yüklediğimiz ve sonunda da birbirimizi anlayamaz hale geldiğimiz ortadadır. Ne dediğini anlatmak isteyen artık uzun uzun açıklamalar yapacak ama sonunda tam anlaşılamayacaktır. Çünkü Kıbrıs ülkesine inanmayan yani devletini Rumlarla paylaşmak isteyenler de vardır ve açıklamaları istismar edecekler de boldur.
Onlar kaçtı öbürleri de kovaladı olgusu, Dırvana olayıyla önümüzde durmaktadır ama gene de “bizi attılar” diye yarım gerçekle yetininler de vardır. Etrafımızı yalanla doldurduk. Kendi dilimizi de kirleterek güya büyük davalar savunuyoruz.
Akıncı ile Erdoğan’ı sabırla dinledim. Dinleyen çok kişi oldu. Anlamak istediğimiz Kıbrıslı Türklerin geleceklerinde söz sahibi olma istekleri gündeme geldiğine göre ikisi de anlaştı mı ve uzlaştıkları nokta neresi idi? Bunu gerçekten anlayabildik mi? Yoksa çözümsüzlükten Anastasiadis’in değişmesinin tek sorumlu olduğunu söyleme gereğini duyan (hisseden) Akıncı uzlaşmanın eski politikayı yeni iddialarla yürüteceğini kanıtlamasıyla mı karşı karşıyayız? Kim Özdil’i atadı ve anayasaya aykırı olarak bir milletvekiline yürütmede görev vererek bir siyasi karmaşa yarattı diye merak edenler de yanıt alabildiler mi? Görüşmeci heyetleri nasıl oluşacak, heyetini izlemek için kim görevlendirilecek sorularına yanıt var mı?
Yavrunun büyümesine izin alındı ama görelim bakalım büyüdü mü gerekçesiyle şimdilik mi izin alındı?
Sor gitsin!
Büyük olasılık Annan planı öncesini izleyecekler ve Barbaros taktiği ile düşmanın niyetleri öğrenilip ona göre reddedecekleri, ama güzel görünen, kötünün iyisi sanılan, bir planla Rum liderini masadan kaçmaya zorlayacaklar. Yoksa tangodan bahsedip suçu karşı tarafa atma taktiğinde “proaktif” politikayla onları zorlamak gerek diyenler arasında Akıncı da vardı. Ne oldu da gene tangoya döndü?
Dilimizi halkı kandırmak için kullana kulana berbat ettik. Tango mu senfoni mi gerekir deyip oynayacağımıza açık anlatımları seçmeliyiz. Ama biri seçti kafaları karıştırdı ise uzun açıklamalara mahkûm edilince ne yapılır biri biliyorsa söylesin.
Paket görüşme konuların üzerinden geçip gene geri dönülebilsin diye icat edilen bir metottur. Paket görüşme yani kapsamlı çözüm yoksa anlaşılmış konular geçerli değildir tutumu tanımlıdır. Şimdi unutmanın anlamı ne? Dilimize girdi, ilk gereklilikte anlamını bozarak halkı anlayamaz hale getirmekle kazanan sade (sade sözcüğü de popüler dile kurban gitti sadece oldu, umarım anlaşılır) uzlaşmazlıktır.