yaklaşımlarAlpay Durduranİngiliz şaşırttı – Alpay Durduran
yazarın tüm yazıları:

İngiliz şaşırttı – Alpay Durduran

279 Takipçiler
Takip Et

Yeniçağ podcastını dinleyin

durduran2Beklenmedik bir şekilde İngiliz seçmen iki partili sistemden koalisyonlar dönemine geçmeye başlayan İngiltere’de tahminlerin çok üzerinde (doğal olarak bizde çok üstünde sayılmayacak) bir farkla Muhafazakâr partiyi tek başına iktidara ulaştırdı.

Birinci mesajın İngiltere’nin bölünmesi tehlikesi olduğu belirtildi. İddiaya göre İskoçlara yetki ve sorumluluk isterse verilebileceğini ama ayrılmasına karşı olduğunu söyleyen Muhafazakâr partiye o yüzden destek olundu ve İşçi partisi geleneksel olarak oy aldığı işçi ağırlık bölgelerde bile oy kaybettirdi. Hâlbuki tasarruf önlemleri onları kızdırmıştı. İskoçlar da hırsla ayrılık referandumunda kazanmayınca İskoç ulusal partisine oy vererek İşçi partisine giden sol İskoç oylarını azalttı ve İşçi partisi beklediği oyu alamadı.

Buna ek olarak İşçi partisinin Muhafazakâr görüşlere yakın seyretmesi de özellikle gençlerin sandığa gitmesini azalttı.

Önemli konu ise İngiltere’nin AB’den çıkma veya AB’de daha fazla söz hakkı elde etme isteğinin Muhafazakâr partinin referandum vaadi ve Bağımsız Birleşik Krallık Partisinin yabancı düşmanlığı ile oy arttırması seçime son şeklini verdi.

İddialar bunlar. Ancak bir de anketler var. İngiltere’de anket çalışmaları o kadar başarılı ve yaygın olur ki örnek gösterilir; nasıl oldu da bu kadar fark ortaya çıktı? Sanırım sorun dar bölge seçim sisteminin sakatlığı kendini gösterdi. Buralarda da bunu deneyen Türkiye idi. Orada tek milletvekilliği bölgeleri olmasa bile birkaç milletvekilliği bölgeleri vardı ve tek milletvekilliği gibi çoğunluk sistemi yani en çok oyu alan seçim bölgesinde tüm milletvekilliği alır usulü işlerdi. Sununda DP ezici çoğunlukla iktidar olur ve muhalefeti ezer geçerdi. Menderes’in “odunu aday göstersem bu halk seçer” demesi tarihe mal olmuştu.

İngiltere’de odunu aday gösterip seçtirme olmadı ama Türkiye’de ekonomi dibe vurdu, maliye iflâs ettiğine ve dış ticaret açığı olmayacak şekilde artarak pencere camının bile bulunamayıp okulumuzun camlarına karton veya başka plakaları çaktığımızı hatırladığıma göre Menderes haklı idi.

İngiltere’de işçi partisi seçimde fazla gayretli görünmeyince ciddi gazetelerde İşçi Patisi muhalefete alıştı iktidara gelmeyi önemsemiyor diye yazarlardı. Bize göre bu olacak iş değildir. Çünkü muhalefet siyasi yaşamda dikkate değer hiçbir etkinliğe sahip olamaz. Nasıl olur da ana muhalefet partisi bununla tatmin olur diye kafa yormuştum. Bizde tek suçlama az olsun da benim malım olsun diye düşünen siyasetçi bir klik tanımı olarak yapılır; çünkü seçmene şirin görünmek için ıvırıp kıvırmamak suçtur! Başka suçlama da bulunamaz ve öyle söylenir. Ama İngiltere’de az olsun da benim olsun diye köstek olana partisi geçit vermez. Başarısız kişiler hemen ayıklanır. O nedenle üzerine gitmiştim. Muhalefetin o kadar çok işlevi vardır ki vekillerin başını karıştırmaya zamanları kalmaz. Aylak gezen müşterileri tarafından çok sevilen hekim olsa da meclis çalışmalarına ve parti için karar mekanizmalarına vaktini başarılı olarak vermeyeni tertiplerler. Onun için muhalefet vekillerine yetki ve görev vermek için çok didindiydim başaramadım. Konuyu gündeme bile getiremedim. Hala da meclise her gün sövme daha doğrusu eleştiri yapma moda olsa da muhalefete ve vekile görev ve yetki verme isteği konuşulmaz.

Dar gölge sistemi de İngiltere’de onun için çok zararlı görülmedi. Koalisyonlar dönemi gelince hemen adaptasyon yapılarak sorunsuz parlamenter sistem çalıştı.

Ancak sonunda seçmen oyunu meclise yansıtmak tamam olmadı.

Şimdi seçimi zaferle kutlayan Muhafazakâr parti adına İskoçya için yetkiler ve AB için referandum da unutulmadı açıklaması geldi.

Burada konu aldığım başlıklara bakarsanız Birleşik krallık ulusalcılığı, AB karşıtlığı, İskoç ayrılıkçılığı ve bölgeler arası sosyal farklılık (refah başta) gibi başlıklar işin karmaşıklığını gösterir.

Aslında İngiltere küresel ekonominin ayrılamayacağı bir parçasıdır. Sular durulsa seçmen de daha isabetli seçim yapacak. Yoksa İskoçya ayrılacak da hayır mı edecek? AB içine girmenin anlamını düşünse İngiliz’den ayrılıp bir yeni durum yaratmış olmayacağını da anlayacak. Hem ayrılacak, hem Sterling bölgesinde kalacak hem de AB üyeliğine devam edecekmiş. Aslında İskoç, İngiltere içindeki sorunlarını çözmek için İşçi partisi ile olan ilişkisini onu yönlendirecek şekilde kullansa tüm sömürülen kesimlerin yönetimde daha fazla söz sahibi olmasını ileri götürebilecektir. Bu bizi tatmin etmez ama İngiltere’de muhalefetin etkili olduğu görüldüğüne göre bu bir seçenektir. Daha sol alternatifler de var ama İngiltere küresel sömürüden pay kapan bir ülke olarak tüm seçmenin gözünü kamaştırmaktadır. Onun için fazla bir şansı olmayacaktır. Çünkü küreselleşmeye karşı çıkan milliyetçiler gibi engeller de vardır. Zorda olanlar yabancıların yoksulluktan sorumlu olduğunu kolayca iddia ederek onlara destek olması gerekenlerin sayısını azaltabilmektedir. Refah dağılımdaki adaletsizliği milliyetçiler yabancı düşmanlığı ile sömürürken bunun kapitalizmin eseri olduğunu gözlerden saklayabilmektedir.

Görülüyor ki insanlar çok boyutlu analizlerden sonuç çıkarmakta zorlanmaktadırlar. Hem milliyetçi olup hem küresel politikalardan beslenmeyi hem de yabancı düşmanlığını savunabilmektedirler. Milliyetçilik küresel ekonomiden beslenenlerin destekçisi olurken küresel ekonominin milliyetçiliğin başka ülkelerde kendilerine engel çıkarmasına karşı onlara milletçilik yapmamalarını öğütlemeye ve hatta milliyetçi partilerin ülkelere egemen olmasına engel olmak için içişlerine açık gizli müdahale yapanlara da destek vermektedirler.

Bu durum sömürgecilik dönemlerinde çok uygulanmıştır.

Şimdi de AB ülkelerinde görülmektedir. Yani ikiyüzlülük hatta çokyüzlülük görülmektedir.

Dünya bunlardan acı çeker. Küresel refah adaletsizliği canavarlar yaratmaktadır. Temel insan hak ve özgürlüklerinin savunulmasını ve her insanın dünyanın neresinde olursa olsun savunmasız ve yardımsız bırakılmaması temel ilkesini zedelemektedir.

Orta Doğu’da çatışanların kimi desteklediklerini anlamaya çalıştığımızda şaşıp kalmaktayız. Ülkemizde de her demeçte bir çelişki yaşamaktayız çünkü dürüst davranmak zararlı sanılmaktadır.

Ledra Palas’ta bizimkiler dünya çapında destek alarak bir araya geldi ve İki bölgeli, iki toplumlu federal bir Kıbrıs yaratmaya söz verdiler ama Türkiye dışişleri bakanı iki devletli çözüm sağlamak için uğraşacaklarını ilan etti. DİSİ ve AKEL dışında açıklama yapan partiler de iki bölgeli, iki toplumlu federasyona hayır dedi. Suçlama oyununda kabul etmeyecekleri şeyleri kabul ettiğini söylemesi için asıl düşüncelerini bırakıp görüşmecilere destek veren ulusal konsey kararlarını kabul ettiklerin açıklamış olan o partiler şimdi sanki olası imiş gibi onaylandığı izlenimi verdikleri şeyleri reddettiler. Hâlbuki Türk tarafı da kabul ettiklerini aslında kabul etmediklerini gösteren iki devletli çözüm görüşünü ileri sürmüş oldular.

Yeni görüşmeci cumhurbaşkanı ve esas görüşmeci TC destekli eski dışişleri başkanı umutlar yarattı havası ile işe başladı. Bir şey olmayacaksa da söz verdiler. Eide ne diyecek; tabii ki bana söz verdiler diyecektir ve dedi. ABD, Kıbrıs sorununu çözmeyi söz verdiği halde yapmadı ve sorumluları dostlarıdır diye kafa ütüleyen Helenlere gördüğünüz gibi görüşmeleri başlatıyorum ve ilgili herkes vaat diyor, kısa zamanda çözüm isteklerini dile getiriyor demeyecek mi? İşine gelir ve dedi. Diğerleri de vaatleri kuşkulu bile olsa kabul etmeyi seçer ki sırasında hesap sorsun.

Dünya milliyetçi tutumun diğer milletler aleyhine çalışmayı uygun gördüğü sürece dünya barışı tehlikededir. Sorunların temelinde bu yatmaktadır. Sol sınıfsal bakış açısıyla barışa katı yapar ama sol olup da sömürüyü milliyetçilikle önlemek isteyen milli akımların etkisinden sıyrılmadan beceremez. “asıl milliyetçi biziz” diyen solcu ne kasteder, düşmanımın düşmanı dostumdur demişe yanlış yapar.

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
334AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin