Daha önceleri, olayın başlangıcında konuyla ilgili 2 makale yazdım. Nedense bu yazılar teknolojik dünyada benden Murat’a giderken ulaşamamış ve yayını da olmadı! Teknolojik iletişim veya gözden kaçırılmanın da yaşamsal böylesi gerçekleri de olduğunu anladım yeniden… Ayni yazıları tekrarlayacak değilim. Artık ordaki bilgiler benim bilgisayarımda kayıtlı olarak gönderildi gösterilip kalsın. Çünkü olayın başlangıcında yapılan birçok bilgi ve yorumun artık önemi de geride kaldı. Şimdi saray seçiminin son haftasına girdik. Yaşanan ve oluşan koşul ile kendine has yeni bulgularla değerlendirme yapmanın da zamanı geldi. Gerçekten seçim ile anlamının yaşanırken eksik bazı olgular kalınca da; sığ olma ve silik geçmenin de yaşanırlığı da yaygınlaşır. Bol reklamın olduğu, ekranların epey zaman ayırdığı, bol bol geziler ile ısrarla destek arandığı ortamda, belirli kesimler dışında kitlesel katılım önemli olmuyor, ilgili ortamlar dışında kendi aralarında sadece “kim ikinci tura kalır” sorguları dışında soru veya sohbet olmuyor ise; seçimler döneminin önemli ayaklarının eksikliği ortaya seriliyordur. Dahası; adı seçim ve ölçeği içeriği siyasal olan bir ortamın, siyasal düşünce ayağı eksik kalıyor ise; konulan çoğu kelimler daha fazla anlamsal olarak gelecek dar hesaba dayanıyor ise; o zaman seçimlerin siyasal anlamı sığ olmuş oluyor. Politikacının politika derken ideolojiyi ret ederek, kendinin daha iyi olduğun bu imajla anlatmak istemesi sonucu; kullanılan enstrümanların da siyasal mesajı ideolojik veya düşünsel sosyolojik olmaktan boşaltıp, sadece kişisel imajla aktarma çabası sonucu da; seçimlerin siyasal eksenin sığ olma dışında oluşması ile beklentilerin de siyasal olmaktan çıkmasını da yaratıyor. Son seçimlerin bol reklamlı, ekranların epey zaman ayırması, konuşma oranlarının epey olmasına rağmen, kullanılan kelimelerin içerikten yoksunlaştırılıp savrulması ile siyasal mesajın kısır olup dar ölçeklerle kazanma kaybetmeye endekslenmesi ile “kim kazanırsa kazansın” sözlerine epey prim yaratmıştır. Bunların toplamı ise; bol konuşma, yayın, reklam ama içerik silik ve siyasal mesajı kişisel değişimi aşamayan garip bir ironik karmaşada seçim sürecinin rauntlarına yaklaştık.
Kuzey Kıbrıs’ta kimine göre öncelik başkanlık, kimine göre liderlik ve bazılarına göre de saray seçimi yapılıyor. Zaten çok tuhaflıklar arka arkaya diziliyor. Yaşanılan gerçeklerden çok, var olan yapıda kimin daha iyi yer alacağı olgusu öne çıkarıldı. İşin en paradoksu şu: Kuzey Kıbrıs koşularına siyasal oturan bir propaganda ile beklenti pek yapılmıyor. Dahası; ret edilerek bu sürece girildi. Bunu şurda hemen yakalarız. Saraya gidecek kişinin yapacağı veya başkalarının baskıları ile yönleneceği ikilemler vardır. Bunlardan birisi de Kıbrıs sorunu denilen temel gerçektir. Burada Mustafa Onureri biryana itersek; konuşanların sanki tüm güç ellerinde olup, konu masadan kalkmamakla olacağı anlayışının tartışmalarda temel propaganda dayanağı haline getirilmesidir. Öyle ki: Eroğlu bırakın görüşmeyi, Barış kelimesini söyleyeni suçlayan gerçekliği ile dahi; sırf masada kalarak başarı ilan etme esrarını kullanmaktadır. Siyasal içerik olmayarak, kelimelere fetişizm ile sarılarak, ilgili koşulların sınırı belli iken, tutup görüşmelerle masada olmayı bütünleştirip seçim kazanma propagandası olur ise; kitlesel bunun oy karşılığı da olur ise; burada politik çok önemli gerçekliğin eksikliği de ortada salanmış olmaktadır. Türkiye’ye dokunmadan ve dahası, destek beklenerek, Kuzeydeki yasadışılığa değinmeden sadece masada görüşme ile konu sınırlanır ise; kitleler de gerçeklerden kaçışta buna sarılıyor ise; o zaman seçim koşulu da sığ olarak ama bol bol reklamlı, konuşulmalarla geçen bir dönem olarak yeniden yaşama geçmektedir. Eyer Onurer de katılmasa, öteki seçimlerden daha sığ propaganda düşüncesi burada yaşanacaktır. Gerçekten Türkiye’ye hiç değinilmedikçe; hele de paketlerden kültüre adeta tüm yapıya el koyma süreci de yaşanırken, bunu görmezden gelip, masa başında oturma ile bir sorun tartışılıyor ise; buranın siyasal nedenli sığ hale geldiğinin sonucudur. Önceki saray seçiminde en azından resmi eksende daha fazla ayrışma olma tartışması vardı. Bu dönem sığlaşma ve kişisel ayrışmalarla reklamlaşınca buda kalmadığını görüyoruz.
Konuşulmayan bir başka sapmayı da belirtecem. İki binlere dek ülkemizde en azından belirli çevreler yapılan müdahaleleri de eleştirip sorguluyordu. Buradan kasıt, Türkiye’nin direk müdahalesinden rahatsız olunduğu ve seçim sonucunu belirlediği gerçeği hep vurgulanırdı. Oysa yine özelikle CTP AKP flört dönemi başladıktan sonra bırakın Türkiye müdahalesinden rahatsız olmayı, her kesim direk kendi tabanlarına Türkiye’nin kendi lehine müdahaleyi bekler hale soktular. Anımsayın Mehmet Ali Bey ile tavla kalkışlı saray yoluna düşen Eroğlu bir önceki seçimi! Her ikisi de Türkiye’nin kendilerine destek vereceğini çekinmeden vurguluyorlardı. Türkiye’nin AKP politikaları ile uyumlu olup, adaya barışı getireceklerini hep vurguladılar! Son seçimde de belirli senaryolarla yapılacak son andaki müdahalenin kendi lehlerine olacağını söyleyen 3 adayın olduğunu kimse inkâr edemez. Bundan dolayı paketler gündeme gelmedi. Türkiye’nin etkilediği ve görüşmelerin kesildiği deniz krizi de konuşulmadı! Dahası; Türkiye ile yapılan, birçok örgütün tepki verdiği Kültür, spor anlaşması gibi konularda da politik tavır konulmadı. Hep “kendilerinin daha iyi yapacağı” imajla kelimeler sıralandı. Gündemin dahi propagandaya sokulmadığı, Sarayın yapabileceği içsel müdahalelerin yapılma şekli bile dile konulmadı! Hep ellerinde hiç yetki olmayan görüşmelere yoğunlaşıp, masada kalma olayı ile bazen algı operasyon reklamlarla olayda savrulup durdular. Elbet gerçekler söylenip yasadışılıktan dolayı kaybetme yüzleşmesi de olmadığı için de; herkes memnun ve kitleler de rahatça biraz da avanta yarın hesabı ile sandıkla oylarını bütünleştirme dönemine geldiler. Bazısı sandığa gitmek istemeyecek gibi olsa da; Hat da sandıkla alakası olmadığını söylese de; sırf oy atarak bir anlamda bazı avantaları alma hesabı da ne yazık ki vardır.
Bizim son seçimlerin seçim ötesi şu acı paradoksu vardır: politikacı politika yapmak amaçlı olmalıdır. Politika demek ise kendi veya genel toplam düşüncen olması gerekir. Bunun özü siyasetin siyasetçisi olmanız yani kendiniz ideolojik denilen kurama sahip olmanız gerekir. Oysa bizde politikacı ilk yok saydığı ve hakaret etiği olgu ideoloji oluyor! Buna bağlı da siyasetçi siyaseti ret ederek, bireyci oyna soyunarak reklamla bu eksikliği gideriyor. Bakın saray seçimindeki işe! Yetkilerini, yapacağı siyasal mesajlar yerine, içi boş “değişim, başarı ve masa” kelimelerle fetişizm yapılıp oy alınacaktır. Onca zaman, propaganda alanına karşın kullanılan kelimeler dahi sınırlı! Ezberlenen “tecrübe, proje ve genç, kadın” lafları ile siyaset yapılıyor. Bunlar bizdeki seçim döneminin önemli enstrümanları. Bir de şu gerçekler daha çarpıcı yaşanıyor: seçim sürecine girmeden önceki durumlar pek de süreçte yaşatılmaz. Propagandalarını duymayız. Hat da sokakta protesto edilen siyasetçinin, seçim propagandasında peşinden koşulup destek isteme dönemine de girdik. Bunu sendikacılarda çok kolay yakalarız. Ülkeyi satıp paketlerle peşkeş çektiğini söyleyip, “Göç yasasını” yerden yere vuran sendikacıların, şimdi kitlelere yuhlatıkları politikalara destek verip saraya oturtma meydanında koşuşurken görmekteyiz. Bundan daha utanç resim olur mu?
Önümüzdeki günlerde seçim yapılacak. Çoğu hala lehlerine Türkiye’nin müdahalesini bekliyor. Ama netleşen çok önemli seçim sonrası pek konuşulmayan bir adıma değinerek yazımı bitirecem! Belli ki seçim sorası özelikle 3 partide esas fırtına kopacak. Kazanan kaybedene göre egemen blok partilerde sarsıntılar olacak. Mehmedali bey sarayla ötelediği ve giderek uzak olduğunu kanıtlamaya canını verdiği CTP içine dönüp yeniden saray hülyaları için liderliğe oynamak amacındadır. UBP ise Eroğlu’na göre her an kaynamaya adaydır. Eroğlu kaybederse boşalacak saray müdahaleli otoriter boşluk ve dondurtulan veya örtülen çelişkilerin yeniden patlamaya adaydır. Transferler ve gelip geçişlerle yaşamda hayat bulup, Serdarın resmen jokerlikle oynadığı Demokrat parti ise nasıl savrulur, ayrı bir bilmece doldurması! Buna yaklaşan kurultaylar ve alınacak sonuçları da katarsak…
Yazmaya başlayınca biriken gerçekler ile yaşanan terslikler arasında bocalayıp dururum. Unutmadan; sadece bizde saraya gönderme seçimi yoktur. Türkiye’de ve İngiltere’de de ardı ardına seçimler olacaktır. Bunlar istemesek de bize de sarsıntıları gelecektir. İlgiyi, okumayı ve dinlemeyi unutan yapımızla, hala dedikoduculukla karalamalar arasında solculuk yapıp sağcılaşma yaşayan Kuzey Kıbrıs’a ne kadar doğru öğrenilmek istenir; oda başka tartışılması gereken yüzleşme. Şimdilik bu kadarla yetinelim.