Siyasi partiler hiç şüphesiz ki kendilerini iktidar olmaya hedefleyen oluşumlardır. Hedeflerinin iktidar olması hesabıyla da, yönetmeyi hedefledikleri devlet ya da bölgeye yönelik olarak program inşa ederler ve bunları da siyaset dilleri olarak da günlük hayat içerisine sokarlar.
Çeşitli nedenlerle ve çeşitli biçimlerde iktidara gelen, hükümet kurma yetkisi matematiğine ulaşan siyasi parti ya da partiler; kendi siyasi programlarının icra hallerine kavuşmuş olurlar.
Yürütmüş oldukları icra faaliyetleri yürüme biçim tespitlerinin uygulanabilir hali ve bunun toplumda ki karşılığı da; o partinin siyasal-toplumsal-ideolojik halinin pratiğe yansıması olmuş olacaktır.
Onların bu halinin pratikleşmesi; toplumsal yükselmeyi yani ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel ve yönetişim ilişkisinde ki sonuçlar haline pozitif katkılar şeklinde olabileceği gibi, tüm noktalarda yoksullaşmayı da beraberinde getirebilir.
Sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel ve yönetişim noktalarındaki başarısızlıkları ya da toplumu germe hallerinin hemen, o siyasi partinin toplum nezdinde tercih edilebilir olmaktan çıkaracağı anlamına gelmez. Çeşitli nedenlerden dolayı ortaya çıkan yanlışları, kitleler satın alıp onu iktidar olmaktan mahrum etmez, sonuç bu olmasına rağmen ona iktidarda kalma imkanlarını vermeye devam eder.
Siyasi partiye verilen iktidara devam etme kararı; beraberinde o iktidara toplumu germe temeli üzerinden siyaset yapma ve kendisine oy verecek o siyasi partinin tercih havuzuna giren kütlenin kendisinin de katılaşması için, her türlü ayrımcılık, çıkarcılık ve gerilimcilik temel politika haline getirilmiş olur.
Türkiye toplum coğrafyasının siyasal tercihine mahzar olan AKAP, tam da böyle bir yaşatma ve yaşatıyor hali ile günlük hayatımızda varlığını devam ettirmektedir.
Ekonomik ve siyasi krizin yaratmış olduğu bir sonuç olarak kurulan, kurdurulan AKP, TC’de parlamenter çoğunluğu ile hükümet olma hakkına kavuşmuş oldu.
Kendisinden önceki muktedir odaklarının tüm çabalarına rağmen; sadece parlamentodaki gücüyle değil, bu gücü meşru gören ve onların iktidarda olmasına kararlı olan toplumsal dinamiklerin belirleyici ağırlığı ile Cumhurbaşkanlığı makamına da Abdullah Gül’ün gelmesiyle; AKP’nin siyaset sahnesinin olmazsa olmazı olduğunun altı kalın çizgilerle çizilmiş oldu.
AKP’nin sosyal, siyasal ve yönetişim düzeneğinde Türkiye ihtiyaçlarına cevap vermesi; Erdoğan politikalarının sorunları görünür hale getirmesi ve çözmeye yönelik çaba ve kararlılığının toplumsal algı hali olmasını beraberinde getirdi.
Sorunlar üzerinden politika yapması toplumsal karşılığını buluyor. AKP’ye sorunları çözecek parti, Erdoğan’a da sorunu çözebilecek başbakan toplum algısı oluşmuş haldeydi.
Tarihsel kimliğinin mağduriyet halinin sık sık kullanılmasına rağmen, toplumda siyasetin tarzlarından biri olarak algılanması içerisinde göründü, 12 Eylül referandumuna kadar.
Mağduriyet satın alınır olmaktan çıkmaya başladı.
Sen, siz ne yapacaksınız sorusu gündeme girdi.
Erdoğan hükümetinin Türkiye ihtiyacı politikalarından ayrışarak, AKP-Erdoğan politikalarını öne çıkarmasına koşut olarak yeni bir sürecin yolculuğu başlamış oldu.
Başta Gülen Cemaati olmak üzere, tüm cemaatleri çıkar ilişkileri üzerinden kendisinin siyasi mahiyetinde toplayarak; dinci karakterini belirgin hale getirerek, siyasal İslâm politikasını siyasal söylemi esasları içerisine koydu.
Cemaatler-AKP-Erdoğan çıkarlar ilişkisi toplamı; Türkiye çıkarlarının önüne geçtiği oranda Erdoğan siyasal diline demegojiyi soktu, ötekileştirmeleri ana politikası haline getirdi.
O, artık Türkiye ihtiyaçlarının başbakanı değildi.
İkbal ittifakının başbakanı olarak:
Gözümüzde boğaz köprüsünün ayakları kadar görünür hale gelen ihâle kanunlarını değiştirme sayısı.
Doğayı geri dönülemez kadar tahrip etmeleri.
Devletin denetleyici imkanlarını kullanarak, kendi hilafına olmayan basın yaratmak.
Devletin denetleme imkanlarını kullanarak, sermeyadarları ve sermeyadar örgütlerini hizaya sokmak.
Dediğim dedik, öttürdüğüm düdük misali dayatmacılığının sonucu olarak; Gezi ayaklanması Erdoğan’ın kanun tanımaz hali ve direnenlere karşı devlet gücü şiddetini en sert haliyle devreye sokması ve bunların yanına Erdoğan yandaşlarını şiddetin yardımcı gücü olarak dizmesi.
Erdoğan iktidarının ana bileşeni olan Gülen Cemaati ile iktidar çatışmalarının oluşması.
Yalan ve yanlış o kadar çok günlük ifade dile haline geldi ki, mızrak çuvala sığamaz oldu.
Çuvalı büyütmek mecburiyet hali oldu.
Ve din, İslam, Müslümanlık dibine kadar istismar edilmeye başlandı.
Yalan ve yanlışların toplumda satın alınması, en azından sessizce karşılanması için Diyanet Fetvaları çıkarılmaya başlandı.
İktidara sırt veren, sırt alan kimi ilahiyat akademisyenler(e)); yolsuzlukları, rüşvetleri örten fetvalar verdiler, verdirildiler.
Erdoğan; kendi sözlerine ve uygulamalarına karşı çıkan, karşı duran herkesi paralel devlet suçlaması ile itham etti.
Her direnmeyi kendisine karşı komplo kurmakla suçladı.
Ve bu öyle bir noktaya geldi ki: “Benim bir özgül ağırlığım var” diyen (ki öyleydi) Bülent Arınç bile kendisini bu skalaya çekerek “özgül ağırlığı”nı yerlerde sürünür hale getirdi.
Davutoğlu-Erdoğan hükümetlerine yöneltile “AKP’li bakan ve vekil yakınlarının KPSS’siz torpille üst düzey devlet kadrolarına atandığı” yolundaki iddilarına:
AKP milletvekili Mehmet Metiner, Müslümanların kutsal kitabı olan Kuran-ı Kerim’e takla attırarak:
“Biz inançlı insanlarız değil mi; Cuma namazına gittiğimizde her hafta, hutbede ‘akrabalarını koru, kolla’ ayetleri okunur” sözleri ile savunmakta.
Sunucunun “o zaman bu ayet doğrultusunda mı torpil yapıyorsunuz sorusunu da, “Vallahi sen Allahın ayetine karşı geliyorsan ben ne diyeyim”(T24 ‘mealen alıntı’) diyebilmektedir.
Ayette ki; tek tek Müslümanların toplumdaki dayanışmanın anlatımı olan “akrabaları koru, kolla” ifadesi: Müslüman bireylerin kendi imkanlarından, servetlerinden bu yardımı, yardımları yapmalarıdır.
Tüyü bitmemiş yetimin hakkı olan devlet imkanı, öyle anlaşılıyor ki; AKP zihniyeti KENDİ İMKANLARI VE SERVETİ olarak görmektedir.
Vallahi yeter.
Billahi yeter.
Bunu artık siz bile taşıyamazsınız.