Bu topraklara gelen kadınlardan, gerçek hikâyeleriyle mültecilik ve kadına yönelik şiddet…
Uluslararası Zorunlu Göç Çalışmaları Derneği’nin tanımına göre, zorunlu göç mültecilerin, çatışma nedeniyle ülke içinde yerinden edilmiş kişilerin veya doğal, kimyasal veya nükleer felaketler, açlık ve kalkınma projeleri nedeniyle yerlerinden edilen insanların hareketini anlatmaktadır.
Şiddet, zorunlu göçün, özellikle de mültecilik deneyiminin tanımlayıcı bir özelliğidir. Mülteciler ırkları, dinleri, siyasi düşünceleri veya belirli bir sosyal gruba mensubiyetleri nedeniyle veya ülkelerinde yaygın şiddet koşulları olmasından ötürü, haklı sebeplerle, ülkelerinde zulme uğrama korkular bulunun, ülkelerindeki yetkililer tarafından korunmamakta veya korunamamakta olan ve bu sebeple ülkelerini terk edip, göç etmek zorunda kalan kimselerdir. Mülteciler, vatansız kimseler ve çatışma nedeniyle ülke içinde yerinden edilmiş kişiler ile ilgili uluslararası düzeyde sorumlu kurum olan Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne göre, bu kişilerin en az yarısını kadınlar oluşturmaktadır.
Şiddetin birçok türü kadın mültecilerin kaçışlarının temel nedenidir. Ancak, 1980’lerin başına kadar, kadınların deneyimleri, birçok nedenden ötürü, marjinalleştirilmiş ve Mültecilerin Statüsüne dair 1951 Sözleşmesi’nin egemen yorumlamasının dışında bırakılmıştır.
Bunun başlıca nedeni zulüm tanımlamasının erkeklerin deneyimlerine göre yapılması ve kadınlara yönelik birçok şiddet olayının bu tanımın dışında bırakılmasıydı. Kadınlara uygulanan birçok şiddet türü özel alanda gerçekleşen olaylar olarak görülmekte ve böylelikle bu tür zulümden kaçan kadınlar mültecilere sağlanan uluslararası korumanın dışında bırakılmaktaydı. Bu sebeple aile üyeleri tarafından kadın sünnetine, evliliğe zorlandığı nedeni ile ülkelerinden kaçan kadınların kaçış sebepleri mülteci statüsünü almak için gerekli kıstaslara uymadığı söylenmekte, zina veya belirli ahlaki standartlarına uymadıkları için zulme uğramaktan korkan kadınların yaşadıkları ‘kişisel’ davranışlar olarak görülebilmekteydi.
“Çok yaşlı biri. Çok güçlü de, onun için çalışan bir sürü adamı var. Abim de bu adamlardan biri. Başka üç karısı daha var. Bana eğer onunla evlenmezsem zorla evden gelip kaçırtacağını söyledi. Bana bunlar kuraldır dedi, abin seni bana çoktan verdi bile dedi.”
Afgan Fariya, Yaş: 28, Lefkoşa 2014
Bir diğer neden de, erkek mültecilerle benzer nedenlerden ötürü, örneğin siyasi aktiviteleri, dini inançlarından dolayı zulme uğrama risklerinin olduğu durumlarda, bunların biçimleri toplumsal cinsiyet algılarından ötürü farklılaşabilmesiydi. Örneğin, kadınların siyasi aktiviteleri ve direniş biçimleri, toplumsal cinsiyet algılarından ötürü erkeklerden farklı olabilmektedir. Erkekler tarafından daha çok yapılan eylemlere katılma, siyasi partilere üye olma ve benzeri siyasi aktivite biçimlerinden kaynaklanan zulüm kabul görürken, direnişçilere sağlık, giyecek, yiyecek hizmetleri sunma, bilgi taşıma şeklindeki aktiviteler siyasi faaliyet olarak görülmemekteydi.
“Eşim UFC üyesiydi. Ben de destekçisiydim. Etkinlikler, eylemler öncesi pratik işleri halletmekle sorumluydum. 2005 yılında bazı UFC üyeleri bir polisi öldürdüler. Eşim bunu yapmakla suçlandı. Bir gün polis eve baskın yaptı. Eşimi bulamayınca beni dövdüler. Çok canımı acıttılar. Evden giderken eşimi bulmam için 22 saatim olduğunu söylediler.”
Togolu Yasmine, Yaş: 30, Lefkoşa 2013
İnsan hakları hukukunun gelişmesi ile mülteci tanımında da toplumsal cinsiyet bakış açısı uygulanmaya başlandı. Bugün tecavüz, kadın sünneti, aile içi şiddet, insan ticareti gibi kadına yönelik şiddet türlerinin, ister ülke yetkilileri, isterse de bireyler tarafından yapılsın, buna maruz kalan kişilere ciddi zihinsel ve fiziksel zarar verdiği ve zulmetme amaçlı kullanıldığı kabul edilmektedir .
“Babam köyün imamıdır. Saygı duyulan biridir. 17 yaşıma geldiğimde sünnet olmam lazımdı. Bu, özellikle babam için çok önemliydi. Sünnet töreninden önce annem vefat etti. Bu nedenle karşı koymamı anlayışla karşıladılar. Ertesi yıl babama çok hasta olduğumu söyledim. Korktu. Şeytanın işi olmalı bu dedi. Bileklerime bir şeyler bağladılar. Bu Eylül artık ne olursa olsun sünnet olmam lazımdı. Hiçbir şeyin bir yıl daha babamı durduracağını sanmıyordum. Kardeşim acısını bildiği için bana yardım etti. Buradan vize almak için bir üniversiteye kayıt oldum. Ağustos’ta babam geziye gider gitmez kaçtım. Kaçabileceğim bir tek burası vardı, başka yere vize almak zor dediler. Ben de buraya kaçtım.”
Gambialı Awa, Yaş: 24, Girne 2014
Bunun yanı sıra birçok kadına yönelik şiddet başvurusu ‘belirli bir sosyal gruba mensubiyet’ temelinde de 1951 sözleşmesi altında değerlendirilmektedir. Kadınlar doğuştan gelen ve değiştirilemeyen karakteristikleri olan bir sosyal grup olarak sıklıkla erkeklerden farklı muamele görmekte oldukları artık kabul edilmektedir . Böylelikle, kadınlar, günümüzde toplumsal cinsiyet ayrımcılığından kaynaklanan şiddet şekillerinin, örneğin etnik temizlik yöntemi olarak sistematik tecavüz veya kadınlara yönelik ayrımcılık teşkil eden baskı ve tehditlerin, zulüm boyutuna gelmesi halinde, bu grup altında değerlendirilebilirler.
“2009 yılında savaş vardı. Polisler evimize geldi. Annem yaşlıydı onu öldürdüler. Erkek kardeşim bu esnada kaçtı. 3 polis bana tecavüz etti. Sonra gittiler. Sonra ben de kaçtım. O günden beri sürekli bir yerden bir yere kaçtım.”
Kongolu Jaelle, Yaş: 21, Ercan 2014
Ancak, mülteci kadınların karşılaştıkları şiddet yalnızca kaçtıkları ülkelerde durmamakta, kaçış esnasında veya güvenlik ve koruma bulmak ümidiyle gittikleri varış ülkelerinde de devam edebilmektedir. Özellikle de mültecilerin kaçış için kullanabilecekleri yasal yollar ortadan kaldırıldığında, yani vize alamadıklarında veya coğrafyamızda olduğu gibi mülteci oldukları için sınırlardan geri çevrildiklerinde, başvurmak zorunda kaldıkları enformel yollarda eşkıyalar, sınır muhafızları ve korsanlar tarafından cinsel saldırılara maruz kalabilmektedirler. Bunun yanı sıra varış ülkelerinde, yetkili kişiler tarafından temel hizmetler veya ‘iyilik’ karşılığında cinsel istismara maruz kalabilmekte, hayatta kalmak için evlendirilmeye veya cinsel ilişki kurmaya zorlanabilmekte, doğup büyüdükleri coğrafyanın sağladığı sosyal destek mekanizmalarından uzakta, aile içi şiddete karşı, özellikle de bizimkisi gibi yetkililerin sorumluluk almadığı yerlerde, savunmasız kalabilmektedirler.
“Anne – babam öldü. Ben de abim ile kaçtım. Kaçtığımız yerde sokakta kalıyorduk. Sonra abim bu adam ile anlaştı. Arkadaşıymış. Merak etme iyi biri olduğunu söyledi. Zaten başlık paramı da vermiş abime, onun yanına gitmem lazım.”
Suriyeli Fatima, Yaş:16, Girne, 2014
Kadına yönelik şiddetin, sapkın kişisel bir deneyim veya kültürel bir pratik olarak görülmesinin ötesine geçen insan hakları anlayışı, bunu küresel olarak kadınları tahakküm altına almaya çalışan bir mekanizmanın parçası olduğu yolunda ilerledikçe, mülteci hukuku da bu gelişmelerden etkilemektedir.
Peki ya coğrafyamıza kaçan bu kadınlara ne oldu? Bu topraklarda şiddete uğrayan kız kardeşlerimizi erkek şiddetinden koruyamadığımızı biliyoruz da, bu toprakların güvence sunduğu kız kardeşlerimizin barınmasına izin verildi mi?
- Faika Deniz Paşa – Mülteci Hakları Derneği Hukukçusu
Kaynak: Bu yazı 30 Kasım tarihinde Havadis’in Poli ekinde yayınlandı
http://www.columbia.edu/itc/hs/pubhealth/modules/forcedMigration/definitions.html, son erişim: 20/11/2014
UN High Commissioner for Refugees (UNHCR), From 1975 to 2013: UNHCR’s Gender Equality Chronology, 3 July 2013, http://www.unhcr.org/543b90796.html son erişim: 20/11/2014
UN High Commissioner for Refugees (UNHCR), Guidelines on International Protection No. 1: Gender-Related Persecution Within the Context of Article 1A(2) of the 1951 Convention and/or its 1967 Protocol Relating to the Status of Refugees, 7 May 2002, HCR/GIP/02/01.
UN High Commissioner for Refugees (UNHCR), Summary Conclusions Gender-Related Persecution, no.5.