Erdoğan-Davutoğlu politikasının veciz anlatımı olan “coğrafyamızda oyun kurucusuyuz” “nizamet veren gücüz” gibi ifadelerle, gelinen aşamada karşılığını bulan bir anlama dönüşmediği tüm çıplaklığı ile ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Yukarıda tırnak içerisine almış olduğum anlatılıların, her şeyden önce alt yapıya sahip olan olguların ve imkanların var olması geren bir zeminin olması gerekir halidir. Böyle bir zemin var olduğu zaman bu ifadeler bir anlama kavuşmuş olur. Bu ifadelerin kurgusu olan siyasette ete kemiğe bürünme imkanlarına kavuşur, siyaset vakalarının gelişme seyrine göre ihtiyaç duyulan kimi rütuşlarla yoluna devam eder.
Böyle bir zeminin belli başlı özellikleri neler olabilir!
Gelişmiş ve güçlü bir ekonomisi.
Bulunduğu mahaldeki siyasetine güven.
Coğrafyasının aynı zamanda kendisinin kaderi olduğu bilinciyle; dar ve geniş anlamda tarihe, tarihine, coğrafyasına, coğrafyaya kendisini kendi özelliğinden soyutlayarak bakabilme becerisi.
Kendi siyasi sınırları içerisinde demokrasisini sağlam bir şekilde inşa etmiş olması ve bunu kamu karakteri olarak ilkesel bir kabul haline getirmesi.
Sıraladığım bu noktaların TC’de vücut ettirilip, ettirilmemesine dönüp baktığımızda ise: Sina Çölü kadar çorağız.
Geriye ne kalıyor:
Siyasi coğrafyasının bölge coğrafyasında stratejik bir değer arz edip etmediği.
TC’nin siyasi sınırları stratejik bir değer halindedir. Kendisini dahil etmiş olduğu antlaşmalar noktasında da coğrafi değerine, dahil olduğu antlaşmalar neticesinde de politik değer yüklemiş bulunmaktadır.
Büyük politikalar üretip sahaya süren ülkelere baktığımız zaman; başını ABD’nin çektiği Almanya,İngiltere, Fransa gibi ülkeler ve bunun yanında Rusya ve Çin devleti karşımıza çıkmaktadır.
TC; bu oyun kurucu ülkelerin kurdukları oyunlarda, ancak bölgesel olarak bir oyuncu olabilir.
Bunun anlatımı şudur:
Kurulan oyun çemberinde, Türkiye bu çember içerisinde hareket edebilme imkanlarına sahip ülke konumunda olabileceğidir.
Çember içerisinde hareket edebilir ve hatta zaman zaman çemberi de zorlayabilir ama asla yıkamaz.
Bu hak onda yoktur, verilmemiştir.
Erdoğan-Davutoğlu politikası iç ve dış nesnellikten o kadar uzak kurgulanmıştır ki; politikası, çemberin politik diyalektiği ile bir türlü uyuşmadığı için, içer de müthiş bir kamplaşma ve dışarıda da ‘yeter artık’ halini karar olarak ortaya çıkarmıştır.
Politika kurucu devletler; kendileriyle bağımlı ilişkiler içerisinde olan Türkiye’nin stratejik değerini çemberi kırma noktasına taşımasından dolayı, onu aktör olmaktan çıkarıp, edilgen bir obje konumuna getirmişlerdir. Oyun kurucular; Türkiye’yi görevlendirilmelerinden soyundurarak, bizatihi sahaya girmiş durumdadırlar.
‘Bölgesel akıl’ olma imkanları olan Türkiye’nin; Erdoğan-Davutoğlu politikaları sonucu bu imkanlardan mahrum bir şekilde, politikanın içerisinde kalmış haldedir.
Ve kendisini “değerli yalnızlık” formunda anlatan Erdoğan-Davutoğlu politikası, politikalarını gözden geçirip kendilerini, içerisine düşmüş oldukları tecrit olma halinden çıkarmaları asli görevleri olması gerekirken; politikalarındaki ısrarları ile uluslar arası yaptırımların arifesine Türkiye’yi getirmiş durumdadırlar.
İŞID, (kendi kontrollerindeki) ÖSO ve EL NUSRA gibi örgütlerle ve Sünni Türkmen toplumunun kimi kesimleriyle Güney ve Batı Kürdistanı üzerinde kendi politikalarının egemen olmasını sağlamaya çalışmaktadır.
ABD önderliğindeki sahaya inmiş olan oyun kurucuları; politik ve fiili olarak kendi karşılarında hareketlilik halinde olan Erdoğan-Davutoğlu’lu TC politikasına tahammül etmelerinin sınırına gelmiş durumdadırlar.
Ve buna ilave ettikleri Kıbrıs Cumhuriyeti deniz ekonomik sahasına fiili müdahale durumlarıyla da:
Politikaları, kendilerini ve Türkiye’yi hızla uçurumun kenarına götürmektedir.