Şimdi bize devamlı olarak bilhassa 1974 sonrası, “Solcu olmayın Atatürkçü olun” denirdi. Biraz öğretmenler Sosyalizm konuştu veya Sosyalizm hakkında yazdı mı hemen onlara vatan hainliği suçlaması uydurulurdu. Ama biraz bizim resmi deolojiyi araştırın, bizim liderliğin de aslında Türk Milliyetçisi olduğu Türklük ideolojisini propaganda ettiğini ve bunun sadece 1974 öncesi değil daha da öncelerden başlayarak devam ettiğini, Türkiye’de yozlaşma artık ileri seviyelere geldiği zaman da bu ideolojinin devam ettirildiğini görmekteyiz. Hiç başka fikirlere saygı yoktu. Çoğu partizan müdür de sadece ispiyonculuk yapıyordu. Solcu öğretmenleri takip eder ve fişler, onlar ne derse Eğitim Bakanlığı’na veya daha da yukarılara veya istihbarata bu öğretmenler ispiyonlanırdı. Yani açıkça söyleyelim bizdeki kurulu düzenin de pek öyle İrandan veya totaliter ülkelerden farkı yoktu. 12 Eylül sonrası veya öncesi birçok insanın fişlendiğini, susturulduğunu, apolitize duruma getirildiğini de görmemiz lazım. Hele hele, 12 Eylül’le artık işler o vahamete ermişti ki, ev basılıp video , film veya kitap aranmaktaydı. Polis zaten şimdiki gibi askerin elindeydi. Onun kontrolündeydi. İstenildiği an bu keyfi kararlar uygulanır ve yürürlüğe konulurdu. Belki bazı zamanlar sırf hukuk var denilerek bir de mahkeme kağıdı alınırdı ama kulaklarımıza gelen, kişilerin devamlı sitihbarat tarafından takip edildikleri, kayıt ve dosyalarının tutulduğu üzerindeydi. 12 eylül sonrası totaliter ve otoriter düzende gördüklerimiz yaşadıklarımız bunlardı. Bir gece vakti yapılan operasyonlarla bir köy halkının tümüyle toplanıp feribota konulup adanın dışına Türkiye’ye sürgün edildiğini de yaşadık maalesef. Oldu bu durumlar bu ülkede. Pek tabi ki Türkiye’den bilhassa Güneydoğu taraflarından getirilen insanlara oldu bu baskılar. Tabi bu durumu görenlerin sırf başlarına benzer bir durum gelmesin diye artık biat etmekten başka çareleri de kalmayacaktı. Peki şu anda bu yapı sona mı erdi? Yok mu yani aynı sinsi veya istediği zaman ortaya çıkacak bir otoriter veya totaliter yapı? Maalesef herşey bilhassa Türkiye’deki Silivri davaları ile oturdu gibi gözüküyor ama şunu da unutmayalım, son zamanlarda Tayyip Erdoğan da aslına rücu etmeye başladı ve eski vesayet rejimiyle ortak çok çalışmasının olduğu, onlara af çıkarmak için çeşitli senaryoların oluştuğu, güya paralel bir yapı vardır diyerek, bir sahte düşman ortaya çıkararak, eski rejimden yana olan derin develtçilerin şu anda birbir affa uğramaya başladığını da görmekteyiz. Aynı zamanda Kobani Olaylarından sonra provokasyonların arttığını ve hükümetin de güya önlemler alarak yeni baskıcı yasalar çıkarmaya çalıştığı da gözlenmektedir. Denildiği gibi sinili ve gizli olan derin güçler ve birlikler son Kobani eylemlerinde yeraltından çıkarak Türkiye’yi iki gün içinde darmaduman etmişlerdir ve söylendiğine göre bunda AKP’nin de büyük katkısı ve işbirliğinin de olduğudur.
Kısacası ,Türkiye’de 12 yıldır AKP’nin güya yapmaya çalıştığı demokratikleşme, gene eski sertlik yanlısı ve de şiddet yanlısı durumuna dönmektedir. Bu politikanın tekrar etkili olmasıyla, aynen 20 yıl önce veya süreçte gördüğümüz sertlik politikalarına dönüldüğü, komşularıyla , Yunanistan ve Güney Kıbrıs’la olan münasebetlerde Türkiye’nin gene eskisi gibi sertleşmeye başladığı da görülmektedir. Kıbrıs’taki, sertleşme maalesef bu politik değişimin bir etkisidir.Son zamanlarda gerek Tayyip Erdoğan’ın gerekse hükümetinin de aynı politikanın bir yansıması olarak sertleşmeye başladığı da açıkça görülmektedir. Hükümetin kendisi de aynen Ergenekonlaşmakta veya 12 Eylülleşmektedir. Yapı gene eski halini almaktadır. Tayyip Erdoğan aynen “Netekim Paşa”nın imajını almaktadır. Kefateryalarda yalnız başına sigara içen insanlara niye sigara içtiler diye çıkışmakta, kafeteryayı cezalandırmaktadır. Hükümet ve cumhurbaşkanlığı kendi ideolojisini aynen Mısır’daki gibi sosyal hayata benimsetmeye çalışmaktadır. Türkiye’nin şu anda etrafında olumlu temasta bulunduğu bir komşusu yoktur. Eski müttefik İsrail’le de araları açılmıştır. Bu yüzden de naçar kalındığından ötürü Gazze gibi şehirlerde arabuluculuk bile yapılamadığı için oralarda İsrail daha keyfi hareket etmektedir. Sertleşme ve kibirlilikte meydana gelen sorunlarla Türkiye maalesef saf dışı edilerek, lobicilikte bile başarı kazanamamakta, oralarda binlerce masum insan hayatını kaybetmektedir. Tunus veya Mısır’da örnek alınan AKP paralelinde partiler ise devamlı seçim kaybetmektedirler. Yeni gelen siyasetcileri ise eskileri yanlış ve olumsuz politikalar uyguladılar diye Türkiye’ye de bir sempatileri kalmamıştır. Türkiye gittikçe yalnız kalmaktadır. ISİD gibi örgütlere gösterdiği hoşgörü vesempatiden dolayı Türkiye’de bile hükümete karşı geniş yığınlar tepki içindedirler. AKP’nin yanlış uygulamalarından dolayı asıl şimdi Türkiye parçalanmanın eşiğine gelmiştir. 12 yıldır Türkiye insanlarına verdikleri olumlu demokratikleşme mesajları ise çoktan etkisini yitirmiş durumdadır. Politikaları yanlış olup devamlı yan çizdiğinden dolayı Türkiye yöneticileri devamlı eleştiri almaktadırlar. ABD ile son Orta Doğu olaylarından sonra da ilişkiler kopma aşamasına gelmiştir. Kendi dini görüşünü resmi ideoloji haline getirip hedef tutturamayan AKP, Tayip Erdoğan ve hüklümeti, maalesef gittik sonra kaybetmekte ve pek tabi ki Türkiye’ye de kaybettirmektedirler. Güya Suriye’ye müdahale etmek istemiyorlar diye pasif kaldılar ama görünüşte de ISİD’e yardımcı olan bu politikalar hiç de imaj olarak olumlu bir çehre çizmemiştir. Kobani olayları sırasında orada bir avuç insana yardıma gitmeye çalışan, orada yaşayan birçok insan, Türk ordusu tarafından maalesef engellenmiş ve ISİD’e Kobani’ye girme fırsatı verilmiştir ama bereket versin çoğunluğu kadınlardan kurulu oradaki milis PYD gücü direnmiş ve planları bertaraf etmiştir. ABD orada mukavemet olduğunu görünce havadan müdahale etmek mecburiyetinde kalmıştır.
Şurası belli ki Türkiye’deki milliyetçilikle yoğrulmuş ve Türkiye’yi esas bölen olan resmi ideoloji bertaraf edilmedikten ve de Türkiye demokratikleşmedikten sonra, Türkiye uzun dönemde kaybeden taraf olacaktır. Türkiye artık bir an önce demokratikleşmeli ve ülke insanını hem refah hem de iyi yönetilen bir ülkeye kavuşturulmalıdır.