Öteki: Egemen yapının, egemen düşüncenin ve egemen davranışın kendi kıstasları içerisinde görmediği ya da görmek istemedikleri birey veya topluluklara karşı gösterdikleri davranış biçimidir.
Burada esas olan, öteki yapanın muktedir olma halidir.
Dinde ötekileştirme,
kültürde ötekileştirme,
sosyal yaşamda ötekileştirme,
iş yaşamında ötekileştirme.
Ötekileştirme sadece ötede tutmak, görmek halinde olabileceği gibi, şiddet sarmalı ile yoğrulmuş biçimde de olabilmektedir, olmaktadır. Ötekileştirmenin bu iki hali bazen sadece bir biçimiyle olduğu gibi, bazen de iki hal geçişgen biçimde birlikte yürümektedir. Bu konuda belirleyici olan, muktedirin ötekini nasıl gördüğüdür.
Türkiye, ötekileştirme konusunda engin pratiklere sahip olmasıyla yaptıklarını örnekleyecek olursak:
Ulus devlet kurulurken, Müslümanlığın esas alınarak 1860’lar itibari ile bu topluluğun yoğunlaştırılması ve bu topluluk dışında olanların muktedir güç tarafından öteki hale getirilmesi. Muktedir, öteki yaptığı/gördüğüne şiddet uygularken, bunun tamamlayıcısı olarak Müslüman topluma da gayri Müslimleri öteki olarak algılatmayı kendi pratiği yapmasıdır.
Kendisi ile aynı ulustan/milletten olmasına rağmen Hıristiyan olması vesilesiyle Karamanya/ Karaman bölgesindeki bu tip Türk toplulukları öteki olarak görmesi ile Anadolu topraklarından koparması. Rusya siyasi sınırları içerisinde yaşayan Gagavuz Türklerinin Hıristiyan olmaları nedeniyle Anadolu’ya gelme isteklerinin kabule yanaşılmaması gibi.
Kurulan ulus devlet, kuruluşunun hemen öncesinden başlayarak öteki de tuttuğu farklı ulus karakterlerinde olan Anadolu Rum ve Ermeni toplumlarına şiddet uygulamayı sakıncalı görme hanesinde görmeyip, katliam noktasına taşımayı da kendisine bir hak olarak görmesi.
Kurulan ulus devlette; kuruluş sürecindeki ortaklaşma halinden hemen vazgeçilerek Kürtlerin ötekileştirilmesi ve bunlara karşı başta şiddet olmak üzere, her türlü uygulamalar yapılarak ötekileştirmeden, imha edilmeye, yok edilmeye götürülmesi.
Alevi Kürt ötekileştirilirken, kendisi de öteki olan Sünni Kürtlerle muktedirlerin ittifak etme halleri ve burada ortaya çıkan tablo: Muktedirin öteki halde gördüğü ötekiler havuzundan bir tanesine uygulayacağı şiddete, o havuzdan biri olanı yanına alarak/yanında tutarak; ötekinin muktedirin yanında durarak diğer ötekine fiiller uygulanması.
Muktedirin kendi muktedirliğinin devamı sürecinde aynı ulus formasyonu içerisinde olan Alevi Türklere; öncesi tarihinden gelen Yavuz Sultan Selim’in Alevi Türkmen katliamına, Çorum, Sivas, Maraş katliam hallerini düzenleyerek imha etmeye çalıştığı Alevi Türkmenlere ötekileştirmenin pratik zirvesinin yapılması.
Keza: 1974 Kıbrıs işgal hareketinden sonra; Kıbrıslı soydaşlarımız olarak telafuz edilen, kendisini Kıbrıs Türkü olarak gören Kıbrıslı Türkleri, Türkiye’den nüfus aktarımı yaparak; özünde öteki olarak gördüğü Kıbrıslı Türkleri kendi vatanlarında azınlık durumuna düşürerek, onları öteki olarak gördüğünün pratiğini yapması.
Burada, öteki zaman paydaşlı asimilasyona bırakılarak, muktedirin yanında tuttuğu öteki haline getirilmesi. Öteki, muktedirin yanında tuttuğu hal içerisindedir.
Ulus devletin ötekileştiklerinin meydana getirdiği havuzda:
Yüzde doksan dokuz küsuru Müslüman olan Türkiye.
Açılımı: Hıristiyan inançtan olanlar ile Rum ve Ermeni halkı.
Diyanet İşleri Başkanlığı Sünni Hanefi inanç mezhebi üzerinden düzenlenerek:
Başta Aleviler olmak üzere, Sünni Şafi mezhep inancının ötekilenmesi.
2002 yıllarının genel kurmay başkanı Hilmi Özkök’ün “sözde vatandaşlar” ifadesi ile Kürtlerin ulus kitlesi olarak en üst askeri makam tarafından öteki olarak görüldüğünün ifşa edilmesi.
Buradaki muktedirlik hali devletin zimmetindedir.
Bunun yansıması ise sosyal yaşamda farklı biçimlerde olmaktadır.
Öteki bura da toplumlara inmektedir.
Türk toplumunun Kürt Toplumunu öteki görmesi.
Sünni toplumun Alevi toplumu öteki görmesi.
Gayri Müslimlerin Müslimler tarafından öteki görülmesi.
Rum dölü, Ermeni dölü anlatımları küfürleştirilerek bu halkların öteki görülmesi.
Kuyruklu Kürt, en iyi Kürt ölü Kürt’tür deyim halleri yaratılarak Kürtlerin ötekileştirilmesi ve biçimleri.
İş yaşamında ötekileştirme ya da öteki iş:
1960’lar da iş gücü eksikliğinin belirleyiciliği altında; kömür havzalarında ve hizmet sektöründeki temizlik çalışma alanlarında Almanların çalışmamalarından, çalışmak istememelerinden dolayı, Almanya dışı (geri ekonomili ülkelerden) çalışma, iş gücü eksiğinin giderilmesi için getirilen göçmen iş gücü; öteki iş ve öteki iş de çalışacak olan öteki iş gücü.
Yine, Etopya’dan İsrail devlet politikası tarafından İsrail’e getirilen Etopyalı Yahudilerin İsrail’de öteki halde tutulması.
Birbirine eklenebilecek sayısız örneklerle kapı aralığından başını uzatarak kendisini anlatmayı bekleyen sayısız ‘öteki’ halini bir kenara koyalım.
Ötekileştirme, insanlık tarihine denk düşecek kadar tarihsel bir geçmişten günümüze kadar getirilmiş bir haldir.
İş bölümlerinin başlamasıyla birlikte, ötekileştirme tarihsel sürecine başlamış haldedir.
Ötekinin en kapsamlı yaşanması, ulus devletlerinin tarih sahnesine çıkmasıyla doruklarına ulaşmıştır. Ulus devletlerde öteki en detaylı pratiklerini yaşamıştır.
‘öteki’, muktedirler, muktedirler kavramının var olduğu her ortamda mutlaka var olma halindedir.
Muktedir üç biçimde olmaktadır.
Bireyin muktedirliği,
zümre veya toplulukların muktedirliği,
örgütlü güç ve örgütlü gücün en üst biçimi olan devletin müktedirliği.
Bu makaleye vesile olan konuya gelince:
Ruşen Çakır’ın KCK Yürütme Kurulu Üyesi ve Eş Başkanı olan Cemil Bayık’la yapmış olduğu röportajda HDP, Selahattin Demirtaş ve seçim değerlendirmesi sorusunda mealen: “Beyoğlu’nda işte onlar biliyorsun, marjinal bir grup” rahatsızlığını ifade etmesi.
Burada Beyoğlu’nda bir grup dendiği zaman, siyasetle hasbıhal halde olan her insan bilir ki, bunlar LGBT birey ve topluluğudur ve bunların LGBT olarak kendilerini HDP’de ifade etmeleridir.
Cemil Bayık, kendisininde başından beri içinde yer aldığı siyaset ‘öteki’ idi. Ve zamanla bu öteki, muktedirin/devletin şiddete devamlı olarak muhatap ettiği öteki halinde idi.
Cemil Bayık öteki olarak görülen bir yapının hala mensubu halindeyken KCK Eş Başkanı olarak, muktedirliği KCK oranında o da kendisine ‘öteki’ ilan etmiş haldedir.
Çok şükür
Çok şükür
Öteki edilen de
Öteki bildiğimiz de
Kendi ‘öteki’sini yarattı.
Muktedirine karşı mücadele ederken, muktedirine benzedi.
Eh
Bu başlangıçsa daha başımıza ne taşlar yağacak.
Her yeni düşünce içerisinden çıkmış olduğu düşüncenin ve toplumun yapısal karakteriyle maluldür.
İçinden çıktığı düşünceden malul halde olan yeni, kendi gelişim süreci içerisinde ya kendisini malul halde tutan öğelerden uzaklaştırır, arındırır ya da içerisinden çıkmış olduğu düşünce sistemine kendisini yeniden vardırır. Bu onun tarihsel yol alışına tekabül eden bir haldir.
Türkiye siyaset tarihi bu konuda iki örneğe de kristalleşmiş halleriyle sahiptir.
Doğu Perinçek’de ifadesini bulan İşçi Partisi ve onun siyaset anlatıcısı olan Aydınlık dergisi, gazetesi.
TC ulus devlet ideolojisi inkarı temeli üzerinden çıkan her sol, sosyalist düşünce gibi Doğu Perinçek önderliğinde ki Aydınlık Dergisi ve TİİKP(Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi), her ne kadar ideolojisiyle inkar temelli bir çıkış halinde ise de TC ulus devlet ideolojisinin etki alanından doğal olarak kendisini kurtaramamıştı. Bu kendi tarihsel sürecinin aldığı yol noktasında, inkarın niteliği ve niceliği ile kendisini tamamlayacağı nokta olacaktı.
1968’ler de başlayan TC ulus devlete eleştiriyle Doğu Perinçek yaratımı olan Aydınlık Dergisi ve TİİKP, 1970’lerin ikinci yarısında TİKP(Türkiye İşçi Köylü Partisi) ve ara dönem partisi olarak kurulan SP (Sosyalist Parti) den sonra, Perinçek’in TCK (Türk Ceza Kanunu) ile olan problemlerinin yaşamdan kalkmasıyla İP (İşçi Partisi) ile genel başkanlık ve siyasi liderlik faaliyetleri:
1960’ların ikincin yarısından başlayarak TC ulus devlet inkarı çıkışlı sosyalist siyaset mücadelesinde, en tam ifadesini İşçi Partisi’nde bulan; çıktığı ideolojiden inkarı tamamlayamadan TC ulus devletine kendi dile ve üslubuyla yeniden ve tamamen avdet etmiş hali.
1970’lerin ikinci yarısının ortalarında başlayan TC ulus devlet ideolojisine inkar/eleştirel yeni bakış politikası içerisinde kendi adıyla müsemma Apocular ve bir müddet sonra eş anlamlı olarak kullanılan Apocular/ulusalcılar. Ve önderliği ise yaratıcısı olan Abdullah Öcalan. Fis köyü toplantısı ve PKK.
Her ne kadar ana omurgası PKK’da olsa Kürt Özgürlük Hareketi kendisin de bir bileşeni, etkin bir bileşeniyle örgütsel toplamların bileşeni haline gelmesi.
Kurucusu olduğu PKK hareketinin liderliği halinde olan Öcalan; kendisinin yapmış olduğu açılımlar ve bu açılımların özgürlük hareketinin yol rehberi olması noktasında da PKK liderliğinden Kürt önderliğine ulaşmasını beraberinde getirdi.
Her yeni düşünce nasıl ki eskiyle malulse, Öcalan ve yapılanması da bundan muaf değildir. TC ulus devletinin ideolojisi ve pratikleri burada da varlığını devam ettirdi.
Her ne kadar sosyalizm zemininden doğmuş olsalar da, kırsal mücadele yapılanmasının köy/köylü karakterli olması ona en büyük açmazdır da.
Marksizm, sınıfsız ve sömürüsüz bir topluma varmanın mücadelesi ve ideolojisi ise; tüm sınıflı toplumların hep ezileni olan, hep ötekisi olan kadın kimliği daha doğrusu kadının dili, Kürt özgürlük mücadelesine egemen olma süreci ile birlikte Kürt Özgürlük Hareketi TC ulus devleti ideolojisinden kopuşunun ana akslarını tamamlamış hale gelmiş duruma ulaşmıştır.
Tam da bu noktada emekten, demokrasiden, özgürlükten ve barıştan yana mücadele kadının dili üzerinden yol aldığı oranda toplumun kendisi oldu.
İçerisinden çıktığı düşünce ve davranışların ‘anti’siyle yetinmeyen Kürt Özgürlük Hareketi; kendisini ideolojik, siyasi ve yaşamsal olarak üretecek zemini tamamlamış haldedir.
Her dönemin mutlak ötekisi olan kadın kimliği ve her dönemin en büyük enerji kaynağı hali olan gençlik.
İşte bu iki biçim.
Birincisi; çıktığı düşünceden her ne kadar inkar temelli bir çıkış yapmışsa da aynı düşünceye yeni kelimelerle, eski duruma olduğu gibi varma hali.
İkincisi ise; çıkış koşulları ve zemini aynı olmasına rağmen düşüncesini kadın kimliğine yapılandırması ve kadın kütlesine sardırarak kendisini geleceğe taşıyacak kozayı bulmuştur.
Sınıfsız ve sömürüsüz yaşam mücadelesi, özgürleşme mücadelesi erkeğin tarihsel dilinden ve karakterinden; kadının diline ve karakterine ne kadar dönüşürse, gelecek o oranda doğru kurgulanma ve hayat bulma imkanına kavuşacaktır.
Bayık, ‘Beyoğlu’ ötelemesi yaparken dindar toplum kütlesine HDP’nin kendisini anlatamayacağı kaygısı içerisindedir. Dindar, mütedeyyin kitlelere ulaşamamak bir sorun ise bu sorunu öteki yaratarak ulaşmak aynı zamanda kendini inkar etmeyi zemin olarak var etmeyi de beraberinde getirir.
Giydirilmiş dinin, hurafelendirilmiş İslam’ın, Demokratik İslam Konferanslarıyla aşılması en doğru yol olduğu örgütsel akılda tutulması yaratılamaz mı!
Mümin olmadan Müslüman (semavi dinlerin hepsi için) olunamayacağı mütedeyyin toplumlara anlatılması gerekmez mi!
Kainatı yaratan ve tamamlayan tanrı İslami (diğer semavi dinler de dahil) inanışın abece anlatımıysa: Kainat tüm canlıların ve cansızların toplamı ise, tanrının yarattığı her şey ama her şey insanın kutsalı ise, insan da insanın kutsalı olduğuna göre: Kainatta var olan her şey bir kutsiyettir ve bu da tanrıya inanmanın olmazsa olmaz hali değilmidir!
Demokratik İslam Konferansları; kainat varlıklarının korunması amentüsunun İslamiyet’te açığa çıkarılması olmayacak mı!
Ötekileştirmeye gitmeden hayatı ve geleceği bu halkadan yakalamak ve duruşu bunun üzerine inşa etmek doğrunun kendisi değil midir!
Her ne kadar Cemil Bayık ötekileştirerek: erkek dilinin yanlışlığına düşmüşse de bu onun niyetinden kaynaklanan bir ifade biçimi olmadığını, sınıflı toplumların yarattığı erkek dilinin bedenimizden fırlamış neticesi olduğu kanaatindeyim.
Öbür yandan da “Dil düşünceyi anlatır” özlü anlatımı da cebimde tedirgin bir halde durmaktadır.
Kadın dilini toplum dili haline getirdiğimiz oranda, toplumlar ve yapılar ötekileştirme anlayışından ve davranışından kurtulacaktır.
Emek, demokrasi, barış adına başımıza erkek dilinden düşen taşlar ortadan kalkacaktır.