Işid’in Kuzey Irak ve Suriye’de kendisinden farklı Hristiyan gruplara karşı işlediği cinayetler Türkiye’de bir kez daha resmi tarihin örttüğü başka cinayetleri de anımsattı ve ne kadar örtmeye çalışırsanız çalışın, eskiden işlenmiş cinayet ve suçlarıın günü geldiğinde tekrar şuur altına çıkarak resmi güçleri ve onların resmi tarihlerini de rahatsız ettiiğini de gösterdi. Osmanlı dönemindeki İttihatçıların kurduğu komplolar ve hatalara kadar giden bu olaylarda birçok suçlar gizlidir fakat bu suçları, bazı tarihçiler, Osmanlı’nın Anadolu topraklarında Alevi katliamlarına kadar uzandığını da savunmaktadırlar. Kaldı ki son “Muhteşem Yüzyıl” adlı televizyon programında da Padişah olanların kendi kardeşlerini hatta kardeşlerinin çocuklarını bile öldürmeleri, gene ayrı bir insanlık suçu olarak karşımıza çıkmaktadır. İttihad ve Terakki Dönemi’nden sonra aynı gelenekten gelen Türkiye Cumhuhuriyeti’ni kuran elitlerin de maalesef Cumhuriyet’in ilk kurulduğu yıllarda yaptıkları katliamlar vardır. Bunlardan Dersim katliamı hala daha resmi tarihin kabul etmediği bir katliamdır ve bu kartliam sırasında yüzbinden fazla, söylentiye göre 140 bin civarında insanın katledildiği söylenmektedir. Katledilen Ermeni nüfusu konusunda da 900 bin ve birbuçuk milyon arasında bir sayı verilmektedir.1915 yılında Ermeni Tehciri sırasında bayağı katliam yaptırdığı söylenen İttihad ve Terakki Örgütü hakkında şu bilgileri almaktayız:
Aslında İttihadçılar için resmi ideoloji iyi değerlendirme yapsa bile onlar üzerinde eleştiri getirenler de oldukça fazladır ve eleştiriler daha fazla Gayrı Resmi Tarih içerisindedir. Bu örgüt bir partiydi. Başkan, 19.yy. milliyetçiliğinden, Rusya’da varolan popülist kareketlere ve Tatar milliyetçiliğinden de etkilenmiştir. “19.yüzyılda İtalya’nın ulus devlet olarak birleşme sürecinde önemli bir rol oynayan Karbonari teşkilatının ya da Rusya’daki Narodniklerin komplocu, dar, suikast ve diğer bireyci şiddet eylemlerini tercih eden eylem tarzı , Balkanlar’da Osmanlı yönetimine karşı yükselen ulusal hareketler için bir örnek model oluşturmuştu. Öte yandan, klept tarzı Balkan’larda, Makedonya’da çeşitli milliyetlerden gerillalara karşı mücadele yürüten, genç subaylar bir yandan gıdalarını Fransız devriminin milliyetçi mirasından alırken ve onun sosyalist mirasından uzak dururken, mücadele yöntemi olarak da Balkan komiteciliğinden etkileniyorlardı. İttihatçılar, aslında en başta bir kontr-gerilla hareketi (sf.2-3) olarak yükseldi. Yeni Balkan ulus devletlerinin birbirlerine karşı ve genel olarak Müslüman nüfusa karşı uyguladığı göçe zorlama, katliam, etnik arındırma uygulama gibi yöntemler de, İttihatçıların önemli ilham kaynakları arasından yer aldı.
İttihatçılar toplumsal devrimi asla hayal etmediler, din karşısında oportünüst bir tavırları vardı. Onu bir silah olarak elde tutmaya devam etmek istiyorlardı, ama öte yandan o dönem Fransa’sında burjuvazinin üst kesimlerinde egemen olan pozitiivizmini benimsiyor, laisizme sempati ile bakıyorlardı. Her ne kadar Bayrak ve Kuran üstüne yemin etseler de, o dönem burjuva dünyasına egemen olan ve etkileri Latin Amerika’lara kadar uzanan Mason Localarına üye idiler.
Bir imparatorluğun mirasçıları olarak, yeni bir devlet ve toplum yaratmaktan çok, “devleti kurtarma”, “imparatorluğu yaşatma” misyonuna da soyunmuşlardı. Öte yandan Modern dünyada “ulus devlet” olmadan yaşama olanağı olmadığını da görüyorlardı. Balkan milliyetçiliklerinin zaferi ve kendi yenilgileri, var olmak için bir ulus olmayı, eğer ulus yoksa, , onu yaratmayı, onu yoktan varetmeyi dayatıyordu. Devletin bekası için ulus gerekiyordu. O zaman ulus ne pahasına olursa olsun yaratılmalıydı (sf.8,Fikret Başkaya, Sait Çetinoğlu, Resmi Tarih Tartışmalartı-3-,Özgür Üniversite). Pek tabi ki bu arada Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra da aynı zihniyet devam etmiş ve Ermenilere karşı sırf onların mallarına konup ulusal burjuvaziyi semirtmek için uygulanan tehcir politikaları Yahudi azınlığa karşı da 1930’lu ve 1940’lı yıllarda da uygulanmıştı.
Soykırım soykırım’ı doğurur başlıklı makalesiyle Attila Dirim, Marksist. Org sitesinde şunları yazmıştır:
“Bütün bunlar bize 1915-16 yıllarında yapılan Ermeni soykırımını hatırlatıyor. 24 Nisan 1915 tarihinde İstanbul’da yüzlerce Ermeni kanaat önderinin, sanatçının, milletvekilinin, ileri gelenin tutuklanmasının ardından ülkenin her yerinde yaşayan Ermenileri, Suriye çöllerine doğru yola çıkartıldı. Bugün IŞİD’in yaptığı katliamların belki da çok daha vahşileri, defalarca ve defalarca gerçekleştirildi. Ermeni kafileleri, devlet tarafından özel olarak kurulmuş, katil ve canilerden oluşan Teşkilat-ı Mahsusa birlikleri tarafından, daha yola çıkar çıkmaz katledilmeye başlandı. Sivil halk da yağma ve katil hareketlerine katıldı; Ermenilerin sahip olduğu her şey ellerinden alındı, bir kısmı din değiştirmeye zorlanarak köleleştirildi, kalanları, her türlü vahşet yöntemi kullanılarak öldürüldü. Sadece Ermeniler de değil, Anadolu’nun Sünni/Müslüman/Türk ulus-devlet konseptine uymayan, başta Rumlar, Pontoslular, Asuriler, Süryaniler, Keldaniler, Ezidiler vd. olmak üzere bütün kadim halkları, geride hiçbir iz kalmamacasına yok edildi”.
Maalesef İttihad ve Teakki Dönemi sonrası Kurtuluş Savaşı sonrasında oluşan Türkiye Cumhuriyeti yönetiminde de aynı hatalar ve acımasızlıklar devam ediyor. Baskın Oran “1938 Dersim:Bir Belge de Nazımiye Nüfus Müdürlüğü’nden” adlı Agos Gazetesindeki makalesinde bir cinayet belgesi yayımlıyordu.İşte Dersim’de 1938 yılında kanıtlanan ve belgesi de olan bir cinayet:
“Olay, Dersim’in Nazımiye (Kızıl Kilise) ilçesine bağlı 2.000 m. rakımlı dağ köyü Cıvrak’ta geçiyor. Ailenin reisi, Bertal Efendi. Okumuş kişilere Dersim’de “Efendi” diyorlar. O dönemde çok nadir bir şey yapmış, Rüştiye (orta okul) okumuş. Çocuklarının da okur-yazar olmasına önem veriyor.1934’te verilen soyadı: Yurtsever.
Bertal Efendi Askeriye’nin yem işinin de (at, katır, eşek) müteahhidi. Lider nitelikli bir adam. Oranın devlet ricaliyle dostluklar kurmuş. 1935 Tunceli Kanunu’nun 1. Maddesi gereği atanmış askerî vali Korkomutan Abdullah Alpdoğan Nazımiye’ye gelince halk onu öne sürüyor sorulara cevap vermesi için. Korkomutan aldığı cevapları yaverine not ettiriyor.
1938 Ağustos başında Bertal Efendi yem bedelini almaya gidiyor, Yüzbaşı Çetin Bey diyor ki: “Sana kötü haberim var.Bütün aileyi sürgün için Elazığ’a göndermem gerekiyor. Benim yapabileceğim bir şey yok. Emir böyle.”
Bertal Efendi şaşkınlıktan çarpılıyor, itiraz edeyim diyor, ama yapacak hakikaten bir şey yok. Neticede, “O zaman ben köye gideyim aileyi toplayayım” diyor. “Gerek yok”, diyor Yüzbaşı. “Sen bir pusula yaz, gelsinler”. Mecburen öyle yapılıyor. Annesi Zarife Hanım (Dakoye) çok yaşlı olduğu için evde bırakılacak, herkes yükte hafif pahada ağır şeyleri alıp gelecek.
Yüzbaşı yine diyor: “Bertal Efendi, görüyorum canın sıkkın. Seni birkaç askerle köyüne göndereyim”. “Çok iyi olur” diyor Bertal Efendi. “Ama askerlere gerek yok; buralarda beni herkes tanır, bir sıkıntım olmaz”. Ama Yüzbaşı ısrarlı. Yola çıkıyorlar. Bütün bu konuşmalar orada bulunan Mehmet Beyazgül’ün tanıklığıyla sabit.
Nazımiye kışla inşaatında çalışan Usife Kurize’nin anlattığına göre, kafile geçtikten bir süre sonra Nazımiye’ye 3 km mesafedeki Kevle Kıslı denilen yerden silah sesleri geliyor. Gidip gözetliyorlar ve geçen askerlerin terkilerindeki kazma küreklerin hikmeti anlaşılıyor…”
Bu yansıttığım iki olay tarihin tekrar yazılması ve tekrar yorumlanmasını ve de Türkiye’nin etrafındaki komşularıyla yüzleşip içte de demokratikleşmesinin öneminin ne kadar gerekli olduğunu göstermektedir…