Seçmen oy’unu “en az diğer seçimlerde olduğu kadar bilinçli” kullandı
1975 yılından bu yana adanın kuzey coğrafyasında gerçekleşen genel ve yerel seçimlerde, seçilen vekillerimiz ne kadar “bilinçliyseydi”, 29 Haziran 2014 tarihinde, “Anayasa değişikliği halk oylaması” sürecinde, devlet olanaklarını da kullanarak, halktan “evet” demelerini isteyen meclisin 48 vekili de en az onlar kadar “bilinçliydi”.
Bu durumda, son Anayasa değişikliğini halk oylamasına sunup evet dememizi isteyen 48 vekilimizi bir yıl önce meclise taşıyan seçmenlerimizin de, olabildiğince “bilinçli bir seçim” yapmış olduklarını yazmak absürt kaçmaz sanırım.
Bunları yazmakla varmak istediğim noktaya gelince…
Bugün mecliste oturan hiçbir vekilin anayasa değişikliğine “hayır” oyu veren seçmeni, yapılan değişiklikleri anlamamak, geleceği görememek, uzun lafın kısası siyasi cahillikle suçlamakla ilgili tasarrufları varsa, önce vekillikten istifa ederek işe başlamalıdırlar. Çünkü kendilerini seçenler, nasıl olsa yapılan anayasa değişikliğini anlayamayacak düzeydeki siyasi cahiller ya!..
Size seçimi kazandıran seçmenle, iki bin yılının başından beridir bir UBP’yi, bir CTP’yi hükümete getiren, pek çoğu aynı vekili dönüp-durup seçen bu seçmen değil midir?
Anayasa değişikliğine “hayır” deyince mi bilinçsiz oldukları aklınıza geliverdi?
Bir yıl önce seçildiğiniz zaman, bir gün sonra kavşaklarda bayrak sallayarak seçmene teşekkür etmek aklınıza geliyordu da, “anayasa değişikliği” konusunda sizinle ters düşünce mi aynı seçmenin yapılan iyi yöndeki bir değişimi anlamayacak kadar “bilinçsiz” olduğunda karar kıldınız.
Sizi, siyasi düşüncenize katıldıkları, salladığınız nutuklara inandıkları ve oylarıyla seçtikleri için takdir görecek, ama düşüncenize katılmayınca “anlama özürlü” olacaklar…
Şunu iyice bilmelisiniz ki; “bu seçmen, şimdiye kadar milletvekili genel seçimleri ile yerel seçimlerde oy kullanırken ne kadar bilinçliyseydi, anayasa değişikliği halk oylamasında da o kadar bilinçliydi!..
Propaganda süresi “diğer seçimler kadar” yeterliydi
Bu arada her seçim süresinde olduğu gibi, siyaseti olabildiğince yakından izleyen ve anayasa değişikliğine yakından ilgi duyan seçmen, gazete, televizyon ve sanal medyada süren tartışmaları arzu ettiğince takip edebildi.
Meclis’in, vatandaşı anayasa değişikliğine “evet” demeye çağıran ve günlük gazetelerin ilavesi olarak dağıtmış olduğu bildiri, tüm gazete okurlarına ulaştı!.
Anayasa değişikliği ile ilgili olarak çok emek harcayan Tufan Erhürman, seçmeni “evet” oyu vermeye ikna etmek için, bol-bol radyo, televizyon programlarına çıktı. Gazetelerde yazıları ve de sayfalarca röportajları yayınlandı.
Ancak “hayır” oylarının “evet” oylarından, üstelik de farklı bir biçimde daha fazla çıkmasını referandum tarihinin erkene alınarak yerel seçimlerin içine sıkıştırılmasına bağlayan, böylece vatandaşa yapılan değişiklikleri kavraması için zaman darlığından yakınan siyasiler, bu mazeretlerinde hiç de inandırıcı olamadılar.
Her ne kadar önce özel komisyonda yapılan değişikliklerin, sonradan meclis genel kurulunda kuşa döndürülmesi veya tamamen ret edilmesi ile referandum tarihi arasında birkaç aylık bir zaman dilimi geçmiş olsa da, anayasa değişikliği üzerine yoğunlaşan tartışmalar, özellikle son iki hafta içerisinde yerel seçim propagandalarının bile önüne geçmişti.
Televizyonlarda tüm siyasal parti temsilcilerine, anayasa değişikliği referandumu ile ilgili olarak üçer kez konuşma imkanı sağlanmış, meclisteki tüm partilerin temsilcileri “evet” oyu vermesi için vatandaşa çağrıda bulunurlarken, meclis dışından sadece iki partinin temsilcisi “hayır” çağrısında bulunmuştu.
Yanı sıra yine hem hukukçu ve hem de siyasi kimliğe sahip kişiler son propaganda anına kadar televizyonlarda canlı yayınlarda tartışmışlar, gazetelerde, günlerce konuyla ilgili makaleler yayınlanmıştı.
Tüm bu nedenlerden dolayıdır ki; oy birliğiyle “evet” çağrısı yapan meclisteki tüm siyasal parti ve vekillerinin, referandumdan çıkan “hayır”a gerekçe olarak öne sürdükleri “zaten seçmenin yapılan bu değişiklikleri anlayacak ne zamanı, ne de fırsatı vardı” mealindeki sözleri sanırım yapılan yanlıştan ders çıkarmaya hiç de niyetli olmadıklarını gösteriyor.
Siyasiler ikballerini ilgilendirdiği ölçüde Anayasa değişikliğine ilgi gösterdiler ya da göstermediler…
İşin ilginci sadece CTP, UBP, DP ve TDP’li (1) vekillerin yanı sıra, M. Ali Talat da “evet” oyu vermiş olacak, “Anayasa değişikliklerinin çok az tartışılabildiğini” söyleyerek, sonucun da böylece olumsuz çıktığından” (2) yakındı.
Sayın Talat gibi, bir yıldan daha az bir süre sonra gerçekleşecek Cumhurbaşkanlığı seçimlerine son sürat hazırlanan Sayın Akıncı’ya GELİNCE. Lefkoşa’da belediye başkanlığı seçiminde aktif bir rol üstlenen Akıncı’nın, TDP’nin, CTP ile anayasa değişikliğine “evet” çağrısına “hayır” anlamına gelecek tek bir kelimelik yorumda bulunduğunu ben duymadım. Hala da bu konuda açıkça fikrini beyan etmiş değil.
Öte yandan Lefkoşa’da ne Fellahoğlu, ne de Harmancı belediye başkanlığı seçim propagandaları sırasında, partilerinin “evet” çağrısına katılıp katılmadıkları konusunda herhangi bir siyasi açıklama yapmadılar hala da yapmış değiller…
Bu nedenle anayasa değişikliğine “hayır” diyenlerin; yakın gelecekte “Lefkoşa belediyesini içine düştüğü felaketten kurtaracak kişi” gözüyle bakılan Harmancı ile Cumhurbaşkanı adayı olmaya hazırlanan Talat ve Akıncı için, onların bu çok önemli olduğu söylenen anayasa değişiklikleri konusunda, “halim-salim bir vatandaşın ilgisini geçmeyen” siyasi tavırlarını, bir yere kaydetmelerini salık veririm…
Bu arada yazmadan geçmeyim…
Yaşanan tartışma sürecinde Erhürman, yalın kılıç bir gladyatör gibi tüm “hayır”cılara karşı sanki de devrim tadında bir değişiklik için savaşıyormuşçasına “evet”in bayraktarlığını yapmış olmakla, “sosyalist kimliği”ne zarar verdi.
Aralarında bu makalenin yazarının da bulunduğu CTP dışında sol görüşlü pek çok kişiden CTP’nin meclise ilk kez katılan iki yeni sol yüzünün (Erhürman ve Derya) aldıkları parlak destek ve siyasi takdir, sanırım “anayasa değişikliği halk oylaması” sürecinde ziyadesiyle mat’laştı.
Seçmen profilimiz üzerine:
Elbette Kıbrıs’ta Türkiye’de ve dünyanın pek çok ülkesindeki seçmenler, siyaset, ekonomi, çevre, bilim-kültür-sanat konularında bilinçli olsalardı eğer…
Dünyada insanların önemli bir bölümü, belki de bugünkü kadar çok acı çekmez, aralarında çok büyük eşitsizlikler olmaz, ırkçı-dinci-milliyetçi gerekçelerle ve sosyo-ekonomik nedenlerden kaynaklı savaşlardan, çevre felaketlerinden ve de yoksulluklardan dolayı, yer küremiz bu kadar çok kötülüklere sahne olmazdı.
Adamızın Kuzey coğrafyası çok ilginç bir seçmen profiline sahiptir. Nitekim “Meclisin toplu vatandaşlık verme adeti” dolayısıyla, seçmen listelerimiz kalabalıklaşırken, demografik yapımız da sürekli ve hızlı bir şekilde değişmektedir. Seçmen profilimizin sürekli olarak değiştiği bu coğrafyada, son yıllarda, anket çalışmalarının, seçim sonucu tahminlerini tutturamamasının bir nedeni de, demografik yapıda yaşanan bu hızlı değişimler olsa gerek. (1)
Seçmenlerimizin pek çoğunda, özellikle propaganda dönemlerinde, başta kendisi olmak üzere, eş, dost ve akrabasına çeşitli menfaatler talep etme alışkanlığı vardır. Bunlar genellikle kamuda istihdam, terfi, atama, ihalelerden pay alma, “nakdi ya da ayni yardım” gibi maddiyata dayalı taleplerdir. Hani “gör beni göreyim seni” babında, “oy’a karşılık, maddi menfaat talep etmek” veyahut da tersten okursak, “vaat edilen çıkara bakarak oy’unu pazarlama” hali. Bu da “seçmen—aday”, ya da “aday-seçmen” arasında genellikle yazılı olmayan ama vücut dili-söz verme-geçmiş deneyim ve birikim üzerine kurulu bir çeşit karşılıklı maddi bağlaşmaya karşılık gelir. Birinci tür seçmenimizin “oy verme alışkanlığı”, sanırım böyle bir “seçmen-aday maddi dayanışması” rotasını izler.
Seçim öncesinde vaat ettiğini ver(e)meyen vekiller ile vaat ettiği güzel yarınları bir türlü kur(a)mayan siyasal partiler ve siyasal liderler mezarlığıdır bu adanın Kuzeyi. Nitekim oyunu verdikten sonra beklentileri karşılanmayan seçmenin maddi mağduriyete uğrama hissinden kaynaklı öfke hali, bazen öyle bir patlar ki; partiler hükümetten giderken liderleri de sandıkta çakılıp kalırlar. (2) Bunu elbette ikinci tür bir seçmen kitlesi diyebileceğimiz, partisine, liderine ve vekiline “gücenmişler” ya da “kendini aldatılmış olarak gören” andaki öfkeli seçmenler gerçekleştirir.
Üçüncü tür seçmen profili daha vardır ki, bu gruptakilerin genel olarak siyasal partilerin müzmin taraftarları olduğu söylenebilir. Günün sonunda olağanüstü bir gelişme olmazsa, oy verme anı gelip çattığında, “emektar” ya da “fanatik” diye isimlendirilen bu “muhafazakar” seçmenler, hep aynı siyasal parti veyahut da güvendiği siyasetçiye verir oyunu.
Bu üç seçmen türü arasında da, diyalektiğin bir gereği olarak çeşitli dozda “gel-git”ler de yaşanmaz değil…
Örneğin üçüncü gruptaki bir seçmenin bazen “maddi çıkarı” veya “makam hırsı” ağır basar. Ya da partisinde “haksızlığa uğradığına inanma duygusu” ortaya çıkar. Böylece daha önce “hasım” olarak gördüğü siyasal partiye iltihak durumu zuhur eder. En çok da solda iken sağa dümen kıran siyasiler bunu yapar bizim coğrafyamızda. (3)
Seçmenlerin referandum yönelimleri
Seçmenlerin referandumdaki yönelimlerine gelince…
“Anayasa değişikli referandumu” sırasında, birinci kategorideki seçmenin oyunu bağlayacağı, elle tutulur gözle görülür herhangi bir maddi çıkar ortamı yoktu. Dolayısıyla anayasa değişikliği referandumunda “evet” ya da “hayır” oyu verirken, birinci gruba dahil seçmenlerin, kendilerini her zamankinden daha “serbest” hissettiklerini söylemek mümkündür.
İkinci seçmen kategorisine girenleri, adanın ortada, Kuzeyinin siyasi ve ekonomik gidişatından memnun olmaları için ikna edecek bir neden yoktu. Nitekim CTP-DP hükümetinin varlığı ile yokluğu hala belli değil. Bu grupta yer alan seçmenin, ne meclis ve hükümetin, ne de Eroğlu’nun, Kıbrıs Sorunu’nun çözümünde bir siyasi aktör olabileceklerine inanmaları söz konusu değildi. Dolayısıyla, seçmenin, “anayasa değişikliği” yapan meclisin, bunu yaparken, ne vatandaşın refahında bir artışı, ne kendi kendini yönetmeyi ve ne de çözümün kolaylaşmasını hedeflediğine inanması söz konusu değildi. Aksine vekillere, meclise ve nihayet hükümete güvensizliği doruğa çıkmış bu seçmen kitlesi, karşılarında kendilerini güvenmelerini isteyen 48 vekili bir arada görünce, hepsine de “kırmızı kart” göstermek için “Anayasa değişikliğine hayır” demenin en büyük fırsat olduğuna karar verdiler.
Öğretmen, esnaf, özel sektör çalışanı, işsiz ya da üniversite mezunu pek çok genç…
Rejimden ve gündelik yaşamın yeknesak açmazlarından bunalmış kolay ve zahmetsiz bir siyasal protesto eylemine çoktan hazır kalabalıklar…
CTP ve TDP dışında kalmış tüm sol parti ve gruplar…
Birkaç sendika yöneticisi, gazeteci-yazar-sanatçı ve hukukçu ve 78 Kuşağından pek çok devrimci… Bütün bunların iteklemesiyle, zaten küçük bir işaret bekleyen ikinci gruba sokabileceğimiz seçmen, kolayca ve hızlı bir biçimde “hayır”a kanalize oldu…
Üçüncü grupta anayasadaki değişiklikleriyle ilgili olarak, “partim ne derse o”cular, fanatikler, parti taraftarları vardı ki, anayasa değişikliğinde çıkan %38lik “evet”te bu grubun çok önemli bir rol oynadığı söylenebilir.
Öyleyse seçim sonuçlarına bakarak, gerek referandum, gerekse yerel seçimlerde, vatandaşın vermek istediği birkaç siyasi mesajı konuşmaya başlayabiliriz.
Geçici 10. maddenin “hayır” oyuna etkisi
Polisimi ve itfaiyecimi, oyumla seçtiğim vekiller ve sivil hükümet yönetmemeye devam edecek ve en yaşamsal kararlarda, erk ve güç, askeriye aracılığıyla Türkiye’deki siyasi iktidarların elinde kalmaya devam edecekse, o zaman bu anayasa değişikliğine de gerek yoktu. Seçmen kısaca böyle düşündü ve yapılan değişiklikleri, yapıl(a)mayana bakarak ciddiye almak istemedi.
Bu arada “referandumda ‘evet’lerin daha çok çıkması halinde, bunun cemaatin 29 yıldır kendi kendini yönetemeyişine çoğunlukla kayıtsız kalacağı anlamına geleceği” gündeme geldi ve
“evet” çağrısı yapan vekillerin “ileride daha da iyisini yaparız” propagandasından daha çok alıcı buldu. Böylece seçmen “hayır” oyu vermekle, bir bakıma “kendi kendimizi yönetecek bir anayasa için kimse bizden yaklaşık bir yirmi yıl daha beklememizi istemesin” mesajını verdi.
Uzun lafın kısası, geçici 10. Maddeye dokunmayan bir anayasa değişikliği, “dağın fare doğurması” algısına ve büyük bir öfkeyle oyların “hayır”a yönelmesine neden oldu.
Her ne kadar polisin ve itfaiyenin sivile bağlanmasının anayasal değişiklik gerektirmeden çözülebileceği, “evet”çiler tarafından dillendirilmiş ve bu mümkün görünse de, 29 yıldır herhangi bir siyasal partinin bu maddeyi değiştirmek için tek bir resmi girişimde dahi bulunmayışı, “evet” çağrısı yapan vekillerin seçmen nezdinde bu konudaki samimiyetlerini ve inandırıcılığını çoktan zayıflatmıştı.
Elbette yalnızca geçici 10. Madde değildi “hayır” demeye gerekçe olan…
İşgüzarlık değil, değişim istiyoruz!.
Vekillerin önce kamuya servet beyanlarını kabul edip, sonrasında beyanlarının resmi gazetede yayınlanmasına karşı çıkarak caymaları, Azınlık Haklarının, AİHM icraat kararlarının, mülteciler dahil tüm çocuklar için “çocuk hakları sözleşmesi”nin önce kabul edilip daha sonra meclis genel kurulunda uzlaşı uğruna birer ikişer ret edilmeleri…
Bu “siyasi kaypaklık” sonuçta seçmenin “hayır” oylarıyla karşılık buldu.
Sonuçta seçmenin meclise verdiği Kıbrıslıca mesajı şöyle okumak da mümkün…
“İşgüzarlık değil, değişiklik istiyoruz. Cesaretiniz yoksa, oturun oturduğunuz yerde!”
(1)Poli dergisi, Anketler de Yanıldı, bakınız sayı 186, 6 Temmuz 2014.
(2)Örneğin son genel seçimi büyük bir oy farkıyla kaybeden UBP lideri İrsen Küçük ile seçilemeyen pek çok eski milletvekili buna birer örnektir.
(3) Sol bir partiden, sağ-milliyetçi bir partiye geçiş yapanlar sol siyasal jargonda “siyasi dönek” olarak anılıyor olsalar da, ilginçtir bu kişiler sonradan keşfedip katıldıkları sağ ve milliyetçi safların içerisinde bazen ateşli “önderler” ve “sözcüler” oluverirler.
Kaynak: Bu yazı 20 Temmuz, Pazar günü Havadis’in Poli ekinde yayınlandı