arşivAli SarıtepeIŞID Zülfü yâre dokundu - Ali Sarıtepe
yazarın tüm yazıları:

IŞID Zülfü yâre dokundu – Ali Sarıtepe

279 Takipçiler
Takip Et

Yeniçağ podcastını dinleyin

TC topraklarını Suriye’de ki savaşın taraflarından Özgür Suriye Ordusu ve El Kaide bileşeni olan El Nusra ve Irak-Şam İslam Devleti (IŞID)ne stratejik derinlik olarak kullandıran başbakan Erdoğan, gelinen noktada Musul konsolosluğu personeli ve TIR şoförlerinin alı konmasıyla; ilişkilerin çatışma haline dönüşmesi potansiyelini de beraberinde getirmiştir bulunmaktadır.

Durumun daha iyi anlaşılması için genel bir panorama çizmemiz gerekmektedir.

Arap baharı; Kuzey Afrika ülkesi Tunus’ta başlayan ve akabinde Libya ve Mısır’a ulaşan, Suriye’nin de bu havuzun içerisine girmesiyle Arap uyanışı olarak gösterilebilecek olan bu durumun ana özellikleri nelerdi?

Tek adam diktatörlüğü.

Parti diktatörlüğü.

Ve parti diktatörlüğü ile paydaşlaşmış olan mezhebi yönetim, azınlık mezhebinin egemenlik hali.

İktidarlardan sıtkı sıyrılan halkın feryatlarının toplumsal karakter almasıyla birlikte ABD ve AB egemen devletlerinin kendilerini bu sürece dahil etmeleri. Adı geçen ülkelerin sermaye politikaları bu ülke ekonomi politikalarına belirleyici karakterde müdahale etme projeleri.

Aşağı yukarı eş zamanlı olarak Mısır ve Suriye muhalefetinin sokakta kendilerini ifade etmeye başlamaları. Ve Mısır’da örgütlülüklerinin tarihsel karakterinin imkanlarının da içinde olması kaydıyla %40-50 bandında ki seçmen katılımından %51 oy alan İhvan/Müslüman Kardeşler partisinin Cumhurbaşkanlığını almasıyla yeni bir dönemin açılması.

Suriye’de ki muhalefete diğer devletlerin müdahil olmasıyla birlikte, Suriye’yi vekaletler savaşı olmasının ana üssü haline gelmesi.

Suriye’de ki savaşa Türkiye’nin karar verici düzeyde savaşa taraftar olması ve özellikle Libya’da ki savaşta göçer cihatçıların ve savaş malzemelerinin Türkiye üzerinden savaşa intikal ettirilmesi ve istihbarat teşkilatlarının bu işte düzenleyici konumunda olması.

Mursi’nin Mısır’da yönetme tarzının getirdiği hoşnutsuzlukları, savunma bakanı general Sisi’nin Suudi Arabistan ve Kuveyt’in ön açıcılığı ile darbe yapması; İhvan/Müslüman Kardeşler partisine yapılan geniş tutuklamalar ve Cumhurbaşkanı Mursi’nin mustafi duruma düşürülmesi ve tutuklanması.

Ruhani’nin İran Cumhurbaşkanı olmasıyla İran-ABD ilişkilerinin; birbirlerini inkardan, birbirlerini tanımaya dönüşmesiyle birlikte Ortadoğu’da ittifaklar ilişkisinin yeniden şekillenmeye başlaması.

İran-ABD ve AB (İngiltere-Fransa-Almanya) ilişkilerinin hazlı düzelmeye başlaması; ABD’nin en büyüt müttefiki/sadıkası olan Suudi Arabistan’ın, İran-ABD ilişkisinin çatışmacısı konumuna düşmesi.

Ortadoğu’da Müslüman Kardeşlerle uzak noktada olan Suudi Arabistan; Afganistan-Sovyet savaşandan (daha doğru anlatımıyla Sovyetlerin Afganistan’ı işgal etmesi) beri imkanlarını arkasına yığdığı El Kaide Selefi savaş örgütlenmesini Ortadoğu’da odak noktası haline getirmesi.

İslamiyet’in tarihselliğinde olan Sunni-Şii çatışması Suudi Arabistan önderliğinde Körfez ülkeleriyle birlikte Ortadoğu’da Selefe/Vahabi-Şii çatışmasına dönüştürülmesi.

Bu süreçte Mısır’da sabık durumuna düşürülen Mursi ve İhvan örgütüne/partisine Türkiye Başbakanı Erdoğan’ın en ileri noktada sahip çıkmasıyla; Suudi Arabistan’la Türkiye arasındaki muhabbetli ilişkilerden çatışmacı hallerin görünür hale çıkmasını beraberinde getirdi.

Stratejik derinlik teorisiyle Osmanlı coğrafyasına egemenlik kurma pratiklerini yapan Türkiye, dış politikasını siyasal hegamonik olarak kurmak isterken; Tunus ve Libya’da müdahil olduğu emperyal politikalara, Suriye ayağında bedeniyle savaşa girmesini beraberinde getirdi.

Ortaya çıkan, çıkartılan Suriye’de ki kaosta, taraflar kutuplaştırılmaya çalışılırken; kendisini savaşın tarafı olarak görmeyen Suriye Kürdistanı, Rojova Kürdistanı üçüncü yol mümkündür tespitiyle; halkların eşitliği ve ortaklaşması temelinde otonomlarda yerinde yönetimler oluşturarak kendini farklılıştırdı.

El Nusra, IŞID ve Özgür(!) Suriye Ordusu gibi silahlandırılan örgütlere Esad yönetimine karşı savaş yaptırılırken; Rojova Kürdistanı’da çıkan üçüncü yol örgütlenmesine karşı yapılan etnisite ve mezhep temelli savaşma Suriye Kürdistanı’da  kendine taraftar bulamadı, etkinlik sağlama imkanı vermedi.

İran ve Lübnan Hizbullahı’nın desteğiyle Şam yönetiminin iktidarını koruması, kendini sabit hale getirirken; Rojova Kürdistanı Türkiye tarafından öncelikli tehlike, bertaraf edilmesi gereken bir tehlikedir değerlendirilmesine tabi tutuldu.

Neden öncelikli tehlikeydi?

Rojove Kürdistanı kuzey yönüyle Türkiye Kürdistanı’nın devamıydı. O Batı Kürdistan iken diğeri de Kuzey Kürdistandı.

Ekonomik, sosyal ve siyasal olarak kapitalizm tarzı hedeflemesi yoktu.

Rojova Kürdistanı’nda siyasal etkinlik Abdullah Öcalan’ın çizmiş olduğu ideolojik çember içindeydi.

El Nusra ve IŞID desteklenmesi Rojova’ya egemenlik kurma savaşına dönüştürülmesiyle birlikte, Rojova yönetmesi mutlaka boğulması, boğdurulması gereken bir toprak parçasıydı ve yönetim biçimi sahipliği haliydi.

Devamında; her ne kadar ilan edilen bir çatışmasızlık süreci varsa da, TC politikası Kandil’le savaşını Rojova üzerinden yürüterek, Rojova’ya egemen olduğu oranda Kandil’in de gücünü kırmış olacaktı.

İşin en kötü yanı.

Bir zamanlar Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY)’ni  asla kabul etmeyen; bu bizim kırmızı çizgimizdir, savaş nedenimizdir denilen KBY’ de ki Barzani KDP’si, Türkiye politikalarına Güney Kürdistan yönetim coğrafyasından destek vermesiydi.

Sınır kapılarının kapalı halde tutulması.

Hendek kanallarının kazarak, batı ile güney Kürdistan’ı fiilen birbirinden ayırmak.

Türkiye Kürdistanı’ndan gönderilen yardım malzemelerine Türkiye yönetmesinin  yıpratıcı zorluklar çıkarması.

Tel örgülerle çevrili olan sınırları, beton duvarlarla tahkim ederek; Rojova Kürdistanı’nı tecrit etmenin fiziki koşullarını tamamlama da Barzani ve Tayyip Erdoğan’ın ortaklaşması.

Suriye ve Rojova savaşında Türkiye, kuzeyden El Nusra ve IŞID örgütlerinin stratejik derinliğiydi. Lojistik destek, eleman temininde, katılımında ve tedavilerinde mutlak gereklilik halindeydi.

Musul IŞID’tan mı düştü!

Bir şehrin, bir bölgenin düşmesine neden olabilecek görünür gerekçe olmadan Musul düştü.

Hem de silahlı müdahale olmadan.

Musul’da hiçbir olay olmamakta mıydı?

Aksine, Musul son dönemlerdeki intihar saldırılarıyla gündemde yer alan yeni bölgelerden, kentlerden biriydi, Kerkük’le birlikte.

Musul’un düşmesi; BAAS’çı güçler ile IŞID örgütleri arasındaki ittifakın sonucu olarak düşmüştür.

Saddam’ın oğlunun Musul’da işgalci Amerikan güçlerine karşı verilen savaşta vurulması da göstermektedir ki, Irak’ın ikinci büyük kenti olan Musul’da BAAS ve istihbarat örgütlenmesi yatay ve dikey olarak Sünni Arap toplumu içerisinde ciddi bir örgütlenmeye sahipti. Ve bunun neticesi olarak da Saddam oğlu vasıtasıyla Musul direnişini yaratmaya görevlendirilmişti.

Irak’taki Maliki yönetimi, Sünni Arap toplumunun ihtiyaçlarına cevap vermemesi neticesindedir ki, uyuyan BAAS hücreleri Sünni toplumun kurtarıcısı konumuna gelmesini beraberinde getirdi.

İzzettin El Duri’nin önderliğindeki BAAS’cı güçlerle IŞID ittifakı, Sünni Arap halkında önderlik olarak görülmüş ve Musul kendisini bu ittifaka teslim etmiş durumundadır.

Musul’un bu ittifakın denetimine geçmesiyle birlikte, ittifak; yapısal olarak iki seçenekle karşı karşıya kalmış bulunmaktadır.

IŞID’ın stratejisinde olduğu gibi Irak –Şam İslam Devleti perspektifiyle, mücadelesini bu iki devletin varlık alanlarında mücadelesini devlet kurma esası üzerinden yürütecektir. Ya da, Musul’un düşmesiyle birlikte Irak devletinde Sünni Arap toplumunun egemen olduğu, çoğunluk olduğu bölge de devlet örgütlenmesini özerk ya da bağımsız olarak gerçekleştirecektir.

BAAS güçleri açısından ele alındığı zaman, özerk ya da bağımsız devlet daha öncelikli halde durmaktadır.

IŞID-BAAS ittifakının arkasında duran Suudi Arabistan açısından; Irak topraklarında kendi kontrolü altında böyle bir devletin olması; İran, Irak Şii mezhebi devletine karşı gerçekleştirilmesi gereken bir hedeftir.

Tam da bu nokta da, IŞID’ın Irak-Şam İslam Devleti projesinde Suudi Arabistan’ın yakın hedefleri noktasında en azından ertelendirilmesi gereken varış noktası haline gelmektedir.

IŞID’ın şu anki yapısıyla, örgütlenmesinin ana yapısı ve taşıyıcı kolonları Irak topraklarında olduğu ve kendisini sarmalayan toplumsal yapının Irak’ta ki Sünni Arap toplumundan olmasından dolayı: Irak Sünni bölgesinde ittifak egemenliğini tesis etmek, Suriye topraklarında ise geleceğe üs alanları sağlamak en olabilirliği olan strateji halindedir.

IŞID-BAAS ittifakı Sünni Arap siyasi coğrafyasını yaratmaya çalışırken, bu coğrafyada ki Şii Arapları ve Türkmenlerin kalanlarını da sürgüne çıkarması: Türkiye’nin IŞID’la olan fiili ittifakına sorun çıkarmasını da beraberinde getirecektir. Musul konsolosluğu personeli ve TIR şoförlerinin esir alınması da geleceğin çatışma halidir.

Bu tablonun gösterdiğini bir cümleye sığdıracak olursak:

IŞID Türkiye’ye nanik yapmadı.

Türkiye kendisine nanik yaptırdı.

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
334AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin