DENİZ GEZMİŞ KRONOLOJİSİ:
27 Şubat 1947: Deniz Gezmiş Ankara’nın Ayaş ilçesinde dünyaya gelir.
7 Kasım 1966: İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesine girer.
22 Kasım 1967: Öğrenci örgütleri tarafından düzenlenen “Kıbrıs Mitingi” sırasında Aşık İhsani ile birlikte ABD bayrağını yaktığı gerekçesi ile gözaltına alınır.
30 Ocak 1968: Hukuk Fakültesi’ndeki arkadaşlarıyla “Devrimci Hukukçular Örgütü”‘nü kurar.
7 Mart 1968: İstanbul Üniversitesi’nde Devlet Bakanı Seyfi Öztürk’ü protesto ettiği için tutuklanır.
30 Mayıs 1968: Amerikan 6. Filosunu yeniden protesto edince aleyhine yeniden dava açılır.
10 Haziran 1968: İstanbul Üniversitesi’ni işgalinde yer alır. Üniversite Senatosuyla, öğrenci haklarının kazanıldığı görüşmelerde yer alır.
30 Temmuz 1968: İstanbul’da Amerikan 6. Filo’sunu protesto eylemleri nedeniyle tutuklanır.
Ekim 1968: Cihan Alptekin ve 8 arkadaşıyla Devrimci Öğrenci Birliği’ni (DÖB) kurar.
1 Kasım 1968: Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı, Ankara Üniv. Talebe Birliği, ODTÜ-Öğrenci Birliği ve DÖB’ün başlattığı Samsundan Ankara’ya “Mustafa Kemal Yürüyüşü”nde yer alır.
28 Kasım 1968: ABD Büyükelçisi Kommer’i, İstanbul Yeşilköy Havaalanı’nda düzenlenen protesto gösterisinde tutuklanır.
16 Mart 1969: Öğrenci eylemlerinden dolayı 19 Mart’ta yeniden tutuklanır.
31 Mayıs 1969: Öğrencilerin İstanbul Hukuk Fakültesi işgaline önderlik eder. Arkasından Polis’in Üniversiteye baskınında çatışmada yaralanır ve hastaneye kaldırılır. Bu arada hakkında yeniden tutuklama kararı çıkar. Bunun üzerine hastaneden kaçar.
23 Haziran 1969: TMGT’nin “1. Devrimci Milliyetçi Gençlik Kurultayı”na, kendisi gibi hakkında tutuklama kararı bulunan Fikir Kulüpleri Federasyonu Başkanı Yusuf Küpeli ile bir mücadele programı gönderir.
27 Haziran 1969: Filistin’e gider ve Eylül’e kadar Filistin Gerilla kamplarında kalır.
1 Eylül 1969: Önceden katıldığı ‘Üniversite İşgali’ nedeniyle Hukuk Fakültesi’nden ihraç edilir.
23 Eylül 1969: Filistin’den döner, Hukuk Fakültesi’ne yapılan polis baskınında tutuklanır.
20 Aralık 1969: Sağcıların öldürdüğü Battal Mehetoğlu’nun arkasından polis baskınında bulunan dürbünlü tüfek, Deniz ve Cihan’a mal edilince, yoldaşıyla suçsuz yere tutuklanırlar.
18 Eylül 1970: Deniz ile Cihan hapisten çıkarlar.
4 Mart 1971: Dört Amerikan askerinin kaçırılması eyleminde yer alır. Daha sonra, kaçırdıkları askerleri, burunlarını kanatmadan, yoldaşlarıyla serbest bırakır.
16 Mart 1971: Sivas’ın Gemerek köyünde etrafı sarılarak yakalanır.
16 Temmuz 1971: Sonradan Demirel’in Adalet Partisi’nden Bursa milletvekili olacak Tuğgeneral Ali Elverdi başkanlığındaki Ankara Sıkıyönetim Mahkemesinde, Askeri Savcı Albay Baki Tuğ’un iddianamesini hazırladığı “18 idamlı THKO-1 davası” başlar.
9 Ekim 1971: Deniz ve 17 arkadaşı, davanın üçüncü ayı dolmadan, TCK‘nin 146.maddesini ihlal ettikleri gerekçesiyle, 9 Ekim 1971’de 146/1 maddesine göre idamcezasına çarptırılır.
Aralık 1971: Askeri Yargıtay yapılan itirazlar sonunda, Deniz, Yusuf ve İnan’ın idamları onaylarken, Ahmet Erdoğan, Metin Güngörmüş, Mustafa Yalçıner, Hacı Tonak’ı ömür boyu, diğer on kişiyi de 15 yıl hapse mahkum eder.
6 Mayıs 1972: Deniz Gezmiş Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan idam edilirler.
DENİZ GEZMİŞ VE YOLDAŞLARININ YARGILANMA SÜRECİ:
Deniz Gezmiş ve iki yoldaşını idama götüren THKO-1 Davasında toplam 26 sanık yargılanır.
Avukatlara 26 sanığın savunması için verilen süre ise yalnızca 15 gündür. Sanıkları toplam 11 kişilik avukat grubu savunur.
“Anayasal düzeni ortadan kaldırmak” iddiasıyla önce 18 sanık idama mahkûm edilir. Daha sonra Askeri Yargıtay Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan dışındaki sanıklar hakkında verilen idam kararlarını kararı bozar.
Ankara 1 nolu Sıkıyönetim Mahkemesi ilk kararında direnince, dosya yeniden Askeri Yargıtay’a gider. Askeri Yargıtay Daireler Kurulu’nda Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in ölüm cezaları kesinleşirken, Ahmet Erdoğan, Metin Güngörmüş, Mustafa Yalçıner, Hacı Tonak ömür boyu hapis cezasına mahkûm olurlar. Atilla Keskin, Ercan Öztürk, Cengiz Baltacı, Mustafa Çubuk, Metin Yıldırımtürk, Recep Sakın, Mehmet Asal, Osman Arkış, Semih Orcan ve Mehmet Nakiboğlu ise 15’er yıl alırlar.
Askeri Yargıtay’da iki muhalefet şerhi.
THKO 1 davasının Askeri Yargıtay aşamasında Hâkim Tümgeneral Kemal Gökçen ve Hâkim Albay Nahit Saçlıoğlu Denizlerin idamına karşı oy verdiler. Gerekçeli yazılarında, idam kararlarının hukuk dışılığını açıkladılar.
DENİZLERİN İDAMLARININ EGELLENMESİ İÇİN SON ÇABALAR, SON MÜCADELELER:
Türkiye’nin “ilk Nobel Edebiyat Ödülü Adayı” romancısı Yaşar Kemal, bir ara CHP başkanlığı da yapan gazeteci Altan Öymen, yine Can Yayınları sahibi ve Denizlerin hapishane arkadaşı ve “Gülünün Solduğu Akşam” romanıyla Denizleri anlatan yazar Erdal Öz ve devrimci aydın Onat Kutlar. Bu üç kişi, Denizlerin idam kararlarının geri alınması için yaygın bir imza kampanyası başlatırlar. Pek çok aydın, demokrat, devrimci, yazar, gazeteci ve sanatçının yer aldığı 1800 kişinin, idamların durdurulması için imzaladıkları dilekçeyi, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne ulaştırırlar. Ancak dilekçeye cevap bile alamazlar. Dahası bir süre sonra çok tuhaf bir suçlamayla karşılaşırlar. Ve dilekçeye imza koyanlardan pek çoğu, kısa süre sonra Denizlerin idamını engellemek için Bulgaristan’a kaçırılan uçak nedeniyle, imza toplamaktan değil, ama, ‘uçak kaçırmak’ ve “kaçırmaya azmettirmek” suçlarından gözaltına alınırlar.
Öte yandan Türkiye Halk Kurtuluş Parti-Cephesi (THKP-C) ve Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) lider kadrosundan 11 kişi, Deniz, Yusuf ve İnan’ın idamlarını durdurmak için Ünye’deki Amerikan Radar Üssü’nde görevli üç askeri teknisyeni rehin alırlar. Aldıkları rehinelerle Tokat’ın Niksar ilçesine bağlı Kızıldere köyü muhtarının evine vardıklarında, bir ihbar üzerine kuşatılırlar.
30 Mart 1972’de Mahir Çayan, Sinan Kazım Özüdoğru, Hüdai Arıkan,Ertan Saruhan, Saffet Alp, Sabahattin Kurt, Nihat Yılmaz, Ahmet Atasoy,Cihan Alptekin, Ömer Ayna, yanlarındaki rehinelerle birlikte evi kuşatan askerler ve kontrgerilla tarafından öldürülürken; bir şans eseri Ertuğrul Kürkçü bombalamadan sağ çıkar.
Bu sefer de idamları önlemek için bir başka yol denenir. 3 Mayıs 1972’de Türk Hava Yolları’nın Ankara-İstanbul seferini yapan Boğaziçi uçağı Sofya’ya kaçırılır. Yolcular ve uçak mürettebatının hayatlarına karşılık Gezmiş, Aslan ve İnan’ın serbest bırakılması istenir. Alanda 36 saatlik bir beklemeden sonra düzenlenen baskınla, zaten yolculara zarar vermeye niyeti olmayan eylemciler yakalanır.
Denizlerin son kalan birkaç yoldaşı da mücadeleyi bırakmaz.
Son olarak üç THKO üyesinin, 4 Mayıs 1972 tarihinde, idamları engellemek amacıyla, dönemin Jandarma genel komutanı Kemalettin Eken‘i kaçırmak üzere düzenledikleri operasyon da başarılı olamaz ve eylemcilerden Niyazi Yıldızhan öldürülür.
İDAMLARI KİMLER ONAYLADI, KİMLER İDAMLARA KARŞI ÇIKTI…
Davanın Baş Hakim’i Tuğgeneral Ali Elverdi, Savcı Albay Baki Tuğ, mahkeme sırasında Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in özür dileyip pişman olduklarını açıklamaları için yoğun çaba sarf ederler. Nitekim Denizler asıldıktan sonra, bugünün koşullarında onları idama götüren suçlardan dolayı bir gün dahi içeride tutamayacak bu yargıç ve savcı, sonradan TV ve günlük gazetelere yansıyan “ama onlar da özür dilemediler” şeklindeki açıklamalarıyla idam kararlarına meşruiyet kazandırmaya çalışırlar.
Yasa gereği idam cezalarının infazı için Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin onayı gerekiyordu. 11 Mart 1972 günü 53 ret, 6 çekimser, 238 kabul oyuyla Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idam kararı onanır.
Deniz Gezmiş’in asılmasında, Süleyman Demirel, Ferruh Bozbeyli, Turhan Feyzioğlu, Alparslan Türkeş, İsmet Sezgin, Nahit Menteşe, Hasan Korkmazcan, Necmettin Cevheri, Naili Erdem, Esat Kıratlıoğlu gibi dönemin milletvekillerinin başı çektiği idam lehindeki oylar, çoğunlukla Meclisteki, sağcı, ırkçı, milliyetçi partilerden (Adalet Partisi, Demokrat Parti, Cumhuriyetçi Güven Partisi) gelir.
Ancak idam kararı lehinde oy veren CHP’li vekiller de vardı.
Nitekim Denizlerin idamlarının 41. yılında CNN’de “Aykırı Sorular” programında, Denizlerle birlikte yargılanan yoldaşları Hacı Tonak, ‘Bazı CHP‘liler Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamına ‘evet’ dedi’ açıklamasıyla, bu gerçeği bir kez daha üzerine basarak dile getirmiş olur.
Deniz’in idamına karşı çıkan 53 vekil arasında, “siyasi suçlar idamda cezalandırılmamalıdır” diye mecliste sesini yükseltenler arasında, CHP’den İsmet İnönü ile Bülent Ecevit vardır. Ayrıca oğlu bir Kıbrıslı ile evlenen ve kendisini tanıma fırsatı bulduğum CHP İstanbul milletvekili Hüseyin Dolun da Denizlerin idamına karşı çıkanlar arasında yerini alır. Bu arada dönemin Türkiye İşçi Partisi lideri, sosoyalist milletvekili Mehmet Ali Aybar’ın da, idamları engellemek için verdiği çabayı hatırlatmak gerekiyor.
TURGUT ÖZAL DENİZLERİN İDAMINI İSTEDİ:
İleride TC Başbakanı ve Cumhurbaşkanı olacak Turgut Özal, o tarihlerde ABD’de Dünya Bankası’nda çalışmaktadır.
10.1.1972’de Askeri Yargıtay 2. Dairesi, Ankara 1 Nolu Sıkıyönetim mahkemesinde verilen 18 idam kararından, Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in idamlarını onayan ve diğer 15 sanığın idam kararlarını bozan kararın arkasından TBMM’yi etkilemek için, Türkiye çapında yoğun bir şekilde “idam karşıtı kampanya” başlatılır. İşte Turgut Özal tam da tartışmaların içerisinde, idamları durdurmaya yönelik çabalara kulak asılmaması amacıyla, TBMM’deki dostlarına telkinde bulunacak bir mektup kaleme alır. Üstelik de ta Amerika’dan…
Turgut Özal’ın, dönemin sağ görüşlü Tercüman gazetesi yazarı Ahmet Kabaklı’ya, Amerika’dan gönderdiği mektup, 7.4.1972 tarihli bu gazetede, Kabaklı’nın köşesinde yayınlanır. Özal mektubunda, Denizlerin idamlarının hızlandırılmasını istemektedir.
Denizlerin idamına yolu açan 12 Mart darbesinden 10 yıl kadar sonra, 12 Eylül askeri darbesinin ilk günlerinde gözaltına alınan ve partisi kapatılan Demirel’in müsteşarı ve ünlü 24 Ocak kararlarının mucidi olan Turgut Özal, Başbakanı Demirel gibi göz hapsi bir yana, aksine askeri cunta tarafından taltif edilir. Ve bir anda kendisini Cunta tarafından atandığı, TC başbakan yardımcısı makamında bulur.
12 Eylül döneminde sendikal hakların budandığı 24 Ocak kararlarının mimarı Özal, öncesinde de Madeni Eşya Sanayicileri Sendikası (MESS) Başkanlığı da yapmıştı.
“ÖZÜR DİLEMEYEN İDAM EDİLİR” MANTIĞI…
Denizlerin asılmasını hızlandıran bir diğer olay ise, “düşünce ve eylemlerinden dolayı pişmanlık duyduklarını açıklayıp özür dilemeleri” istendiğinde, siyasal düşüncelerinden en küçük bir pişmanlık hali göstermeyip ödün vermemeleridir.
Nitekim üç devrimci gencin idamından 15 yıl sonra, Süleyman Demirel bir gazeteciye verdiği demecinde, konu Denizlerin idamlarına gelince: “soğuk savaşın talihsiz olaylarından biri ” şeklinde bir yorum yapar. Bu sözleriyle Demirel; “Deniz, Yusuf ve İnan’ın, siyasi düşüncelerinden dolayı idam edilmiş olduklarını” dolaylı bir şekilde itiraf etmiş olur!.
Deniz, Yusuf ve İnan’ı ipe götürecek iddianameyi hazırlayan askeri savcı Baki Tuğ da katıldığı birkaç TV programında bu konuda Demirel’e yakın şeyler söyler. Nitekim Denizleri konu alan TV programındaki bir canlı yayın tartışmasında: “Ama hiçbiri de yaptıklarından dolayı özür dilemeye yanaşmadılar…” mealinde açıklamalarda bulunarak, bir özre karşılık idamları savunur duruma düşer.
O yıllarda Türkiye Cumhurbaşkanlığı makamında da bir emekli general olan Cevdet Sunay oturmaktadır. Son sözü o söyler ve Denizlerin davasında, askeri hakim ve askeri savcının verdiği idam kararına, bir asker emeklisi olarak uyar ve idamları onaylar.
ÜÇ FİDANIN İDAMLARI
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan ile birlikte 6 Mayıs 1972 tarihinde, gece 1:00-3:00 arası, Ankara Ulucanlar Cezaevi‘nde asılarak idam edilirler.
İdam sehpasına ilk çıkan Deniz Gezmiş olur.
Alman Der Spiegel dergisi, Deniz Gezmiş’in idam sehpasındaki son sözlerinin: “Yaşasın tam bağımsız Türkiye! Yaşasın marksizm-leninizm. Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği! Yaşasın işçiler, köylüler! Kahrolsun emperyalizm!” olduğunu yazar.
Buna karşın idama tanık olan avukatı Halit Çelenk‘e göre ise Deniz’in son sözleri “Yaşasın tam bağımsız Türkiye. Yaşasın Marksizm-Leninizm’in yüce ideolojisi. Yaşasın Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi. Kahrolsun emperyalizm. Yaşasın işçiler, köylüler” olmuştur.
Yusuf Aslan ise; “Ben ülkemin bağımsızlığı ve halkımın mutluluğu için bir defa ölüyorum. Sizler, bizi asanlar şerefsizliğinizle her gün öleceksiniz. Biz halkımızın hizmetindeyiz. Sizler Amerika’nın hizmetindesiniz. Yaşasın devrimciler! Kahrolsun faşizm!” diye bağırır idam sehpasında.
Hüseyin İnan’ın asılmazdan önce son sözleri ise: “Ben şahsî hiç bir çıkar gözetmeden halkımın mutluluğu ve bağımsızlığı için savaştım. Bu bayrağı bu ana kadar şerefle taşıdım. Bundan sonra bu bayrağı Türk halkına emanet ediyorum. Yaşasın işçiler, köylüler ve yaşasın devrimciler. Kahrolsun faşizm” olmuştur.
Bu arada yazmış olayım, sekiz yıl sonra Erdal Eren ile 12 Eylül döneminde pek çok devrimcinin de idam edildiği Ulucanlar Cezaevi, bugün bir Müze’ye dönüştürülmüş.
İDAMLARINDAN SONRAKİ YILLAR
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan. Bundan 42 yıl önce asılarak idam edilen bu üç devrimci gencin adları, Türkiye siyasi tarihine, cesaretin, devrimci inancın ve fedakarlığın simgesi olarak kazınmış.
Türkiye 68 Kuşağının liderleri olarak da yaygın bir kabul gören Denizler, idamlarından sonra, Türkiye sol tarihinde, belki de en kitlesele ve militan mitinglerin yer aldığı 78 Kuşağı yıllarının devrimcilerine, cesaret, fedakarlık ve siyasette ödün vermez halleriyle örnek olurlar.
“Deniz-Yusuf- İnan, Savaşa Devam” diye bıraktıkları yerden kavgalarını omuzlayıp 12 Eylül 1980 askeri darbesine kadar götüren THKO kurucusu yoldaşlarının ve pek çok sempatizanlarının, önce “Yoldaş”, sonra “Halkın Kurtuluşu” gazetesi etrafında örgütlenmelerine tanık olur Türkiye.
Üniversiteler, şehirlerde gecekondular, kasaba ve köylerde yaygın bir örgütlenme ağı kurarlar. Ekim 1978’de topladığı Konferansla Türkiye Devrimci Komünist Partisi – İnşa Örgütü’nü(TDKP-İÖ) ve 2 Şubat 1980’de gerçekleşen Kongreyle de Türkiye Devrimci Komünist Partisi’ni (TDKP) ilan ederler.
Örgüt, 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi öncesi dönemde, THKP-C kökenli Devrimci Yol’dan sonra, Türkiye solunda en geniş kitle temeline sahip ikinci hareket olarak kabul görmüştü.
GÜNÜMÜZDE DENİZLER…
Yarım yüzyıl kadar önce, 12 Mart askeri darbesinin arkasından, bazı sağcı milletvekillerinin, 1960’ta asınla Menderes ve arkadaşlarını kast ederek “üçe üç” bağrışmaları arasında ve intikam alırcasına Deniz ve yoldaşlarının idamına evet oyu verdikleri yaygın bir söylentidir.
TC devletinin asker, bürokrat ve politikacılar ittifakında asılan Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın, bugün Türkiye’nin kentlerinin parklarına ve sokaklarına isimleri veriliyor. İdamlarından bu yana isimleri ve kavgaları şiirlere mısra oluyor. Fotoğrafları, posterleri ve afişleri, üniversiteli gençlerin ve yaşları çoktan kemale ermiş 68 ve 78’li devrimcilerin odalarının ve çalışma yerlerinin duvarlarına asılıyor.
Denizler ve 68 ile 78 Kuşakları…
Bugün yaşları 50 ile 60 arasında değişen bu iki kuşağın insanları, gençliklerinde kendilerine karşı acımasız, şüpheci, düşman gibi davranan devletlerinden, hapishanelerinden, güvenliklerini sağlayacak silahlı güçlerinden ve özel eğitilmiş işkencecilerinin zalimliklerinden çok çektiler.
Pek çoğu sakat kaldı. Ve gençliklerinden yeni kuşaklara anlatacakları en çok şey de, polis copu, jandarma dipçiği, karakol tezgahlarında elektrikli manyeto, hapishane maceraları ve 12 Eylül’ün travması kaldı.
Halbuki başta pek masum taleplerle yola çıkmıştı her iki kuşak da.
Yönetiminde kendilerinin de söz hakkına sahip olabilecekleri bir “Demokratik ve Özerk Üniversite” özlemleri vardı.
Ama kendilerine en küçük bir olayı bahane ederek şiddet uygulayan jandarmaya, para-militer güçlere kol kanat geren polise, siyasi cinayetlerin faili meçhule havale edilmesine olanak veren ve hatta zaman-zaman faili olabilen bir devlete sahip oldukları, her olayda mağdur edilerek hatırlatılınca daha büyük idealler edindi her iki kuşak da…
Dünya’daki 68 Kuşağını geriden de takip etseler, çok daha radikal, çok daha cesur ve fedakar eylemlere imza attılar.
Bayrağında “herkesin yeteneğine göre eğitim ve iş, herkese ihtiyacı kadar aş” verildiği, “ezilen ve ezenin, sömüren ve sömürülenin olmadığı”, mevcudundan çok farklı, bir başka dünyayı kurmayı amaç edindiler.
Asli görevi “sınıfsal mevzilenmede” bir baskı aracı olan devleti, bu özelliğinden iktidardakilerin aleyhine azade kılacak, mevcudundan çok daha hümanist, çok daha eşit ve adil bir hale getirmeyi tahayyül ettiler.
Buna karşın devletin şiddeti misliyle oldu.
Belki 12 Mart’ın, 12 Eylül 1980 askeri darbesinin bir ön provası olduğu fark edilemedi.
Belki solun bölünerek çoğalacağını sanma hali, belki birbirlerine karşı sekterliği, belki toplumun sol’u içselleştiremeyişi, belki iktidarın 68 ve devamında 78’lilerden çok daha donanımlı ve örgütlü oluşu, acımasızlığı ve beklenmedik anda gelen şiddetli saldırısı…
Deniz Gezmişlerin kuşağını da içine alarak, o yıllarda yaşları 18 ile 35 arasında değişen genç kuşaklarını, önceki ve sonraki kuşaklarla her türlü ilişkisini yok edecek şekilde “soykırım” benzeri bir işkenceyle malul “siyasal travmaya” uğrattı.
Türkiye solu, en azından 78’liler, “yenilginin” şokunu hala tam olarak üzerlerinden atmış değil ve 12 Eylül sonrasında belini doğrultma, siyasi şok’tan kurtulma, kendine gelme hali devam etmektedir. Bugünkü cılızlığı ve zayıflığı, güvensizlik ve bölünmüşlük hali, bir ölçüde onu 12 Eylül’e götüren olaylar ile 12 Eylül askeri darbesinin 1990’lı yıllara kadar süren baskıcı atmosferinden kaynaklıdır.
Bu nedenle olacak, yaşanan “siyasi travma” kimini milliyetçiliğe savurdu, kimini Özal’ın ANAP’ına, kimini Erdoğan’ın AKP’sine yaklaştırdı.
Ama geçen yıl patlak veren “Gezi Parkı Eylemleri” ile Türkiye solu, sanırım hem 68 ve hem de 78’lileri aşarak solda değişen ve gelişen pek çok değerlerin olduğunu da gözler önüne serdi.
Artık gençler dünden daha özgür, kadın-erkek ilişkileri daha az feodal…
Sokak dünle karşılaştırılmayacak kadar daha az kanlı, mücadele daha “barışçıl”…
Kadınlar, erkekler kadar olmasa da şimdi daha etkin görevler üstleniyor…
Irkçı yaklaşımlar ve LGBT kişi ve örgütlere karşı kullanılan dil ve bakış açısı değişiyor…
Sol hala bölük pörçük de olsa, en azından bölünmüşlüğünü daha “ağır başlı” tartışabiliyor ve CHP ile daha belirgin ve daha kalın sınırlar çekebiliyor arasına…
HACI TONAK.
Türkiye 68 ve 78 Kuşağı soldan büyük ölçüde etkilenen Kıbrıs solu, bu yıl 6 Mayıs anmasında, Denizlerin ve Nurhak Dağlarında jandarmanın saldırısına karşı “biz halk çocuklarına kurşun sıkmayız” diye bağıran ve fakat jandarmaların kurşunlarıyla öldüren ODTÜ öğrencisi Sinan Cemgil’in yoldaşı Hacı Tonak’tan dinleyecek o günleri.
Nurhaklardan, Mustafa Yalçıner ile birlikte sağ çıkan iki kişiden biri olan Hacı Tonak, yoldaşı Denizleri anlatacak bize. THKO-1 davasında birlikte yargılandığı, birlikte idama mahkum olduğu Denizleri, Nurhal dağlarında kaybettiği Sinan’ları, 68’li yılları anlatacak.
68’liler, 78’liler 88 ve 98’liler…
Yaşı kemale ermişler ve gençler…
Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını, onun siyasi dava arkadaşından, yoldaşından dinlemek isteyenler…
O yıllara dair merak ettiği olaylar, sorusu olanlar, bugünden o yıllara nasıl bakılması gerektiğine kafa yoranlar… Sanırım Hacı Tonak’ın, yalnızca geçmişe dair değil, şimdiye dair anlatıları da olacak. Düşüncelerimizi meşgul eden pek çok sorumuza cevap olabilir belki…
6 Mayıs Salı akşamı saat 19.30’da Lefkoşa’da Kıbrıs Türk Orta Eğitim Sendikası binasında görüşmek üzere…
Kaynak: Bu yazı 4 Mayıs, Pazar günü Havadis’in Poli ekinde yayınlandı