Sosyalist devrimci hareketlerin güçlü olduğu dönemde, önemli konuları anlatma adına, konuya şöyle bir analiz yapma ihdiyacı vardı: “Nasıl bir dünyada yaşıyoruz”* Giriş ile birlikte, Kapitalist sömürü ile sınıfsal hegemonyayı mutlaka genel açıdan değrlendirirdik. Böylelikle dinleyen veya okuyucuya, mutlaka sistemi anlatarak, konunun özünü anlamasına katgı yapıyorduk. Amaç salt sorunu değil de onun nasıl değişmesi gerektiğini de beleğine sokmuş olurduk. Zaten sistemi anlatmadan ve onun işleyen çarklarını doğrudürüs belirtmeden, çoğu konu anlaşılmaz durumdadır. Doksanlar da sosyalist örgütsel yenilgi dönemi ile sermaye ksenli tek yapıya gelindi. Artık olaylar sistem ile değil de tek tip algıalrla sunulmaya başlandı. Sorgulama yerine daha çok sistem içi en iyi olma ile sorunalrın çözüleceği algısı politik esrüman olarak çalınmaya başlandı. Sınıfsal mücedelenin bitiğini ve artık her şeyin sistem içi bireysel “en iyi olma” kuralı ile düşünce geliştirildi. Sınıfsal bakışın belekten sildirterek, sermayenin büyümesi ve kar yapması ile yaşamın iyleşeceği probagandası tekrar tekrar yapıldı. Sınıfsal yaklaşımlar belkten sildirterek, sermaye eksenli hegemonya kuralı idolojikleştirme tek tipleştirildi. Sistemin sömürü mekanizması olarak işlendi. Konuları “kültürel farklıklar, bireysel kazanma benciliği” eksenine oturtuldu. Kapitalist Neoliberal yapılanma tek ayak üstünden yol almaya hızlandı….
Kapitalist sermaye tüm sınıfsal özleri boşaltılıp, başka argümanlar ile bireyciliğe oynarken de; yine “orta sınıf” gibi kavramları sermaye reçetelerine eklediler. Tüketim sorununu çözme adına Orta sınıf” düşüncesini de kulandılar. Ekonomik denkleme Orta sınıf güçlüğü ifadesini sıkca kulandıalr. Güçlü sınıf Orta kesim ile “Tüketimin artırılma” hedefleri bolca kulanıldı. Ama temel olarak tüm ekonomik sosyal ölçekler hep sermaye terkisine taktırıldı. Ezilenlerin sorunları veya daha eşitlikli toplum ilaçları piyasadan çektirilip ysaklandı! Hep “büyüme, borsaların durumu, dövizin yükselmesi, hisse senetlerinin durumu” gibi kurallar la gelecek “refahı” kavratıldı. Sermaye karları konuşulurken de insan ölçekleri hiç göz önünde tutulmadı! İşsizlik, eşit paylaşımın olmaması, yoksuluğun artışı argümanları yaşamın önemli ilkeleri oalrak hiç öne çıkarılmadı. Hele de ezilen sınıfların durumu, sömürünün daha da yoğunlaşması veya eşitsizliğin giderek daha fazla derinleşmesşi, hiçbir zaman temel sorun olarak tartıştırılmadı. Finansman sorunları kriz algısı olarak sunulurken, yoğunlaşan işsizlik veya açlık sınırının derinleşmesi konu dahi edilmedi. Hatta bankaların borçları veya öteki tekellerin aşmazları kamusal kesimler de kulanılıp sermaye kurtarılırken; nedense bireysel borçlar veya işçilerin açlıkla kaynak bulamama durumalrına brakın kaynak ayırmayı, onların “kemerlerini sıkıp” sermayei rahatlama ilacı kulanılıyor! Bunları defalrca ekranlarda gelecek iyi umutlar olarak hep dinledik.
Son Soma katliyamı resmen Doksanlardan beri bize içirilen Neoliberal ilacın nedenli kötü sonuçları olduğunu anlatan önemli sonuçtur. Biranlamda kafamızda sildirtilen sınıfsal egemenlik olayının resmen çarpıcı acı gerçeğini yaşadık. Ancak “şok tedavinin” devam etmesi nedeni ile de “acı, üzüntü” duygularının ötesine geçemedik! Yaşanan Neoliebral kapitalist sürecin yaratığı durumun acısı olduğunu anlayan pek olmadı. Oysa sadece “maliyet” ilacı dahi kar ile insan ayrımlı, sınıfsal hegemonyanın çok çarpıcı gerçeği oluyordu. Daha fazla kar yapma adına malieyti azaltarak, işçilerin maaşlarını gerileten, iş güvencelerini sağlamayan bir yöntemin sonucu olarak Soma kazası yaşandı! Büyüyen Türkiye ekonomi efsanesi ile öte yanda giderek artan milli gelir dağılımının, çarpık sonucunun bedelini işçiler yeraltında feci şekilde can vererek ödüyordu.
Neoliberalizim ile geliştirilen “esnek emek çalışması, taşaronlaşma ve kurasız çalıştırma” olgularının insan kayıplı bedeline tanık olduk. Tabi yandaş sendikacılıktan yönetenlerin yalan makinesi de banbaşka bir gerçeklik taplosu oluyordu.Oluşturulan baskı ile insanalrın nasıl konuşturulmadığı da örneklerle kanıtlanıyordu. “Tekmetokat uygulaması, yalan söylemenin siyasal muktedirliği” de politikanın nasıl bir dünya yanıtının kendisi oluyordu. Herkesin övdüğü modelin Soma gibi faciyalarla nelerin bedeli olduğu; sınıfsal hegemonyanın öteki sınıfları nasıl paranparça yaptığını Soma da tanık oluyorduk.Yerlaltında yanarak can veririrken dahi “konuşturtmama travması” nedemek olduğunu anladınız mı! Hele kendine geçmişin “devrimcisi” diyen sayın efendiler? Ayni yasaları burada “gelecek iyileştirme” olarak anlatırken; Soma katliyamı ile birazolsun içiniz burukluk duydu mu? Yoksa; elinizde viskiniz ve güzel popilis sözcükelriniz ile hepimizi “bu yasalar çok güzel” kandırmacısını söylemeye devam mı edeceksiniz! Ozaman bizde size hiç çekinmeden “Siz de işbirlikci neoliebraler” olarak atlandırmaya hız vdereceğiz! Kağoskiyi, Musoliniyi ve benzerlerini çok iyi bilenler, şimdi makam uğruna ayni duruma düştüklerini de benden anımsatması!
Soma katliyamı bir ilk değildir. Olay arada bir yaşanan gerçek de olamaz dı! Sadece Türkiye geçen yıl binin üstünde iş kazları ölümleri yaşadı. Hatta Soma faciyası döneminde Zonguldak ve Beyşehir madenlerinde de ölümler oldu. Taşaronlaşma ve güvencesiz sermaye malieytli hesaplamanın insan faturasının ödetilmesi olmaktay dı! Olayı yaratanların dini “kaderciliği” kulanması veya ekrana çıkıp teknik durumlar ile duygusal örtüler sermesi ise hegemonyacıların insana nedenli değer verdiğini de anlatıyor. Doğan Tılıç ise “başka ülkede olsaydı” değerlendirmesini de yapıyor du! Hakikaten bu yazı ile Türkiyenin ve elbet onun ilahk alt yapılı bizlerin “yeni sömürge” gerçeğini de anlatıyordu. Hatta eskiden kıyas ile Asya ülkeleri eksenine düşülme anlatılırken; Şimdi son Soma veya daha önceleri “ROboski, reyhanlı, Gezi Parkı” gibi olaylar la Asya ülkelerinin çoğunun gerisine düştük! Hindistan kazaları ile istifaların olduğu, son G.Kore feribot kazası veya oalyları ile tartıştığımız Taylant dahi ufak kazalar veya yolsuzluklar sonucu enazından makamcılar istifa etme geleneği oluştu. Asyanın Japonyasına değinecek değilim! Hatta yolsuzluk veya işkazlarında bizden çok geri gösterilen “Pakistanı” dahi örtme ve pişkinlikte geride brakıldı!….
Soma faciyası bize Neoliebralizmi yeniden yazdırtıyor. Kapitalist sınıfsal sermaye hegemonyasını tekrar yansıtyor. Şunuda öğreniyoruz yeniden: Örgütsüz olma ve ortak güç haline gelmedikçe, tüm kıyımlar ve felaketler artarak devam edecektir. Kapitalizmin özünde olan eşitsizlik durumu Neoliebral yapılanma ile daha da artı. AKP hükümetinin bölgesel model olduğunu; uyguladığı güvensiz kuralsız çalışma sitemine övgüler yağdırıldığını; bunarlın “refah için” yapıldığı yalanının savunulduğunu yeniden anlamak gerekir. Örgütsüz ve ortak mücadele olmadıkça da eşitsizlik artılacağı ve bedeli hep kar adına insan kanı ile ödeneceğini akıldan çıkarmayalım….
Soma Manisanın küçük bir ilçesidir. Bolca kömür madeni vardır. Bunlar kamudan şirketlere yandaş paylaşımlı sunumlu kreması yapıldı! Onun için resmi rakamlara bakarsanız; en iyi denetimli yerdir! Övülen ve örnek gösterilen başarılı tesislerden biridir. Somadan prim olarak siyasetin halkı tavlama adına “kömür dağıtılan” yerdir! Tepki duydu diye başbakanın “tekmetokat” atığı kasabadır! İnsanları konuşmamak için “işten atarız” ile tehdit edilip; ekmeğin ölümün silahı olarak kulanıldığı faciyanın yaşandığı yerdir! Yeniden madenciliğin nasıl bir ezilen dünyası olduğunu haykırıyordu. Bunlar olurken de yandaşlıklar hepbirağızdan “kaderi, olağanlığı ve son eklenen kelime ile Fitretinden” denilmektedir!
Defalarca “Türkiye ve özde AKP” övgücülerine madalyonun şu yüzünü de okuduk: “Türkiye iş Kazalarında Dünyada 3 OECD sıralamasında 1 derecesindedir; olan iş kazalarının Y.98 oranında alınacak tetbirler le önleme olanağı olduğunu” anımsatık! Maden kazalarında ölüm deresinde ise liderliğe geçtiğini de belirtik. Son yıların Zonguldak, Tuzla, Esenköy, Erzurum, Maraş Elbistan olaylarını yeri geldikçe anımsatık! Bunların sonucu ile yüzleşilmesini belirtik. Artık Soma sözün bitiş tekarını haykırdı! Ama yöneticiler ve onların yandaşları ise “duygusal anlatı ile kaderciliği örerek, kendi utançlarını örtmeye devam etiler! Hele şu artık meşurlaşan söz ile “oyların Y.45 aldık” sandık hesabı çok probagandalaşan esruman oldu. Zaten daha Soma unutulmadan Gezi olaylarının yıldönümüne geliyoruz. Yine baskıalr, polis kuşatılması ve bolca sokakları saracak bibergazı ile TOmaların su sıkmalarına tanık olacağız. Tıpkı Somada ölümlerin ağıtlarını dahi konuşturtmama adına TOmaların, çelik kuvetlerin etrafa saçtığı “gülücükler” gibi!
Sonuç olarak; Soma bir madencilik gerçeğini yaşatı. Yaşatırken de sistemin nemenem yapı olduğunu acıların çığlığında haykırdı! Ölümlerin dahi nedenleri ile konuşturtmama politikası, bazen aygıtlarla dinseleşip, bazen de Toma şideti ile bastırılarak resmen “biz buyuz” demekteydi! Bunu bir söylese de “edepsiz” damgasını hemen yiyecektir. Konuyu açıklama adına nasıl Çağdaş Avukatların dövülüp tutuklandığı olayı ise Somanın acılarının dahi nasıl karanlıklaştırma uygulamasına girdiğini kanıtlıyor. Bunları hala Kıbrıs ekseninden ve özelikle bizim erkandan ısrarla görmezlikten geliniyor. Bakın eski “solcular” yeni makam sevdalılar; aynen Soma faciyasını yaratan yasaları geçirme adına ayni teraneli sözleri sıralıyorlar! Sokak insanı ise ısrarla ve ısrarla görmezlikten gelip gelecek bireysel çıkarına hemen takıldı. Öyle olmasa; Sendikalar sendika olsa, halk hakikaten duyarlı bilinçi öğretici olsa; çığlıkların yükseldiği yerde onun mimarlarından “Davutoğlu” adamızı ziyaret ederken, biraz tepki vermezlermiydi! Bazı hakikaten duyarlı kesimi bu eleştirinin dışında brakıyorum. Hakikaten bazı aydın ilerici kesimler Somaya karşı tepkilerini koydular dağınık olsa da!Ama geneli hala yalaka yarışına devam ediyor. Göstermelik tavırlar dışında medya dahi konuyu deşen yorumlayıcı yayın dahi yapmadı! Buda bizim gerçeğimiz.