Zannedersem hemen hemen herkes eski arkadaşımız olan ve oldukça birlikte birçok yaşam paylaştığımız öğretmen, insan ve devrimci Salih Altaylının 17 Mart gününün ölüm yıldönümü olduğunu unutmuştur. Hatta eskin arkadaşımız, can yoldaşımız Salih’in adını anan fazla kesim olduğunu da sanmıyorum. Arkadaşlıkların erozyona uğradığı, bireysel umursamazlık artışı ve birçok eski kişinin şimdi çöken sistemin yeni imaj figürüne dönüşmesi nedeni ile birçok yaşanan güzel olayı ve ortak dostlukları da belekten silen çoktur. Sol devrimci hareketin artık cılızlaşması, eski sol adına mücadele edenlerin şimdi neo liberalizmin ve Türkiye ilhaklaşma politikasının figürsel olma yarışına girmeleri nedeni ile yeniden bir silikleşme beleklerine ulaşan karışık bir kalabalığa dönüştük.
Salih Altaylı; Devrimci Gurup içinde, Endüstriyel sanat yüksekokulundaki faşist işgalin kırılmasına, ülkemizde Halkder adına benimle köy köy gezerek uğraş veren, çoğunun unuttuğu Devrimci Liseli hareketinin oluşumunda önemli uğraş verdi. Ayrıca öğretmen demokrat ilerici hareket içinde de aktif rol aldı. Böylesi zengin yaşamı ile ansızın yakalandığı hastalığa teslim olup yaşama gözlerini yumdu. Salih’in sıcak dostluğu ve birlikte paylaşım sürecini hep yaşamının önemli dönemlerinde arıyorum. Ölümden dahi dönerken, yaşadığımız dayanışma hala aklımda önemli bir duygu olarak duruyor. Kimine ibret ama bana dostumu yazı yazmaya başlarken anımsamam sonucu seneler sora onun ölümü üzerine şöylesine birkaç söz etmeyi de kendimce görev kabullendik. Dönerek ve sistemin esiri değil de yaşadığımız güzel dostluklarla bizim var olacağımızı ne yazık ki daha da uzaklaşan düşünce konumuna getirdiler. Hakikaten Salih’i seven dostlara yeniden bu yoldaşı anımsatarak yazıma giriş yapma ihtiyacımı da giderdim. Tabi bir zamanların dostların, şimdi kötüledikleri sistemin yaşaması için politik figür olup hatta mafyalaşan pazarlıklarda duydukça Salih’in yokluğunu daha bir sızı ile anımsıyorum. Hepimize yeniden anımsatarak bu bölümü bitiriyorum…
Gelelim dünya tartışmalı Kırıma: Yalnız; ben klasik tartışma döngüsüne girmeyecem. Zaten daha önce Kırım sorununu kendimce yorumlayıp yazdım. Bu makalem biraz da tarihsel sistem ile sorgulamak olacaktır. Çünkü ikide bir “uluslararası kurallar” diyoruz ya; bunun aslında denilenin aksi olduğunu da anlayacaksınız. Tabi elbet Kıbrıs sorunu da konuşulurken hep Uluslararası denilme ezberi de biraz düşünülsün diyecem.
Kırım aslında sistemin özelikle Doksanlar dönemi oluşturduğu stratejilerin ve kendi kuralarının kendince kırılmasının sadece bir parçası oluyor. Doksanlarda dağılan Sovyet bloku sorası, tüm Kapitalist kesimler artık tek kutuplu dünyanın sarhoşluğuna girdi. Kendi koyduğu kurallar ile yeni stratejileri dahi birbirini tutmuyordu. Konumuzun da içeriği olan şu garip paradoks oluyordu: Sistem düşünürleri ve politikacıları ısrarla “Uluslararası sınırlar değişmez; uluslararası hukuk temeldir” sözleri bolca savruluyordu. Fakat “sınırlar değişmez” kuralı savunulurken, hazırlanan stratejilerde de değişecek sınırlardan hep söz ediliyordu. Sınırların değişmesi bir seçenek olarak stratejilerin bir plan parçası olarak olasılık yapılıyordu. Zaten bunu daha Balkanlar döngüsünde Yugoslavya parçalanırken gördük.
B.M. kararları ile tescileşen Kosovanın Sırbistan toprağı olma durumu; bizat B.M. kontrolunda Kosova Sırbistandan kopartıldı. Hatta soradan Uluslar arası Adalet divanınca da artık sınırların mutlak olmadığı kararı da çıktı. Sistem hep parçalama ayrıştırma taktiklerini bir seçenek olarak masaya sürdü.
Sadece Kosova olayında yaşanmadı: Sudan da resmen B.M. kararı ile ve sistem güçlerinin dayatması ile ikiye ayrıldı. Burda çok kötü bir kandırmaca vardır. Çoğu Sudandaki Dafur katliyamı ile ikiye ayrılmayı karıştırıyor. Halbuki DAfur yine Sudanın toprak bölümünde kaldı. Dahası; Sudanı parçalama sürecinde Güney Sudan lideri garip uçak kazası ile öldü. Garanın sistem düşüncesi ile çelişen ayrışma noktalarlı olduğu da herkes tarafından biliniyor.
Bunları daha da artırmak mümkün. Ortadoğu projelerinde hep sınırların yeniden çizilme olasılığı hegemonya güçler tarafından çekinmeden söylenmektedir. Ayni şekilde; Kırım konusu ile hızlanan Ukrayna olayında özelikle batının sözcüsü gibi davranan gazetecisinden bilimcisine, hepsi Ukraynaın parçalanma seçeneğinin olasılığını daha ülkede altüstler olmadan hep yazıp söylediler. İş gelip kalıyor ki kimin adına olan ve taraftarlık hegemonya probaganda işleyişinin yapılmasına!
Emperyalist kesimler Kosova ile çektikleri pim şimdi kendi bölgelrini de vuruyor. İskoçya, Katalan bölgesi, Bask, Venedik ve nice Avrupa ülkesinde ayrılma eylimelri artıyor. Belçika ise sadece yapışkanın etkisizleşmesine bakıyor! Biranlamda sistem ayağına sıktığı kurşunun acılarını kendi de duymaya başladı. Bundan dolayı AB ayrımcı bölgelerin üyelikten çıkarılacağı tehdidini savuruyor. Not; bazı sistem kesimleri bizde pek konuşulmak istenmese de ikili Kıbrısın da arada değişken roleer nedeni ile düşünüldüğü de ortada dolaşıyor. Zaten Annan pilanı, enerji hesaplaşması, kara para gibi unsurlarda yasadışı bölge kulanımı, tazmin komisyonu oluşturma anlayışı hepsi öyle bizim dediğimiz basitlikte Kıbrıs tartışılmıyorun sadece birkaç bilgisidir.
Şimdi dünya Kırımdaki referandumu tartışıyor. Ne Ukraynada olanlarala alakası, nede daha önce Kosova Sudan gibi ülkelerle onaylatıkları yeni sınır değişkenlikelri birlikte konuşulmuyor. Tabi doksanların önemli hesap yanlışı da Rusya Çin gibi ülkeleri sadece tasfiye etme dışında güç olarak düşünmemelerinin de sonucunu yaşıyorlar.
Şimdi tüm bunlardan sora; hangisi meşru veya hangisi Uluslar arası hukukla birlikte konuşma şansı vardır*