Gri binalarında, bulvarlarında, eski Gima’nın önündeki -sanki geçmişte takılı kalmış- kalabalığında ülkemizin hüznünü, hatalarını, yenilgilerini görürdüm.
Herkes çok hızlı yürürdü. Memurlar ya…
Çocukluk günlerimin rengarenk hayatı, coşkulu entelijansiyası yok oldu, artık tadı yok derdim.
Ama son zamanlarda Ankara’ya geldiğimde içimden gitmek gelmiyor.
Bestekar’da yürürken, Mülkiyeliler Birliği’nin önünden geçerken eski günlerin kokusunu alıyorum.
Rock grupları, yeraltı edebiyatı, Behzat Ç, ODTÜ, Kuğulu Park…
Türkiye’deki özgürlükçü rüzgâr, çevresindeki dağlardan şehre sert esiyor.
Başka bir Ankara, başka bir Türkiye umudu demek.
Bu değişimi ve zorluklarını ‘bir Ankara entelektüeli’ olan Tanıl Bora ile konuşacağız.
Ankara’mın genç sokaklarında, taze simit eşliğinde…
Başbakan Erdoğan “Twitter’ın kökünü kazıyacağız” dedi. Kimse bu kadarını beklemiyordu ama kapattı. Neden?
– Gerçekten rezil bir iş. Hem rezalet hem de alay konusu oldular. Engellenemeyecek bir şeyi yasaklamaya kalkmak bu. Sözü, güç kullanarak engellemek. Ayrıca ben sadece icraata değil lafa da bakarım! “Kökünü kazıyacağız” ne demek? Bu lafı her duyduğumda irkilirim. Böyle tutkuyla, hınçla konuşmak nedir? Kökünü kazıyacağınız şey de Twitter, Türkçesi cıvıltı.
Tayyip Erdoğan bir diktatör mü?
– Diktatör, dikte etmekten geliyor. Her şeyi dikte etmek, her şeye müdahale etmek. Bütün gücü kendisinde toplayan olağanüstü yönetim yetkisi. Bu yalın anlamıyla, gerçekten diktatörce davranıyor.
Abdüllatif Şener “Ayakta kalmak için gerekirse ülkeyi iç savaşa bile sürükler” dedi. Bu, elle tutulur bir iddia mı?
-İnsanda bu korkuyu uyandıracak şeyler yapıyor ve söylüyor.
Ne gibi?
– Daha çocuğunu yeni kaybetmiş bir anneyi gıyabında basbayağı kalabalığa yuhalatması. İç savaş diliyle konuşması.
Planlı mı yapıyor, doğası gereği mi?
– Bir arada galiba. Bir rasyoneli var. Ortadan bir çizgi çekerse kendi tarafında kalacakların çoğunluğu oluşturacağına inanıyor. Ciddi tehdit algıladığını da düşünüyorum. Bir stratejist rahatlığında değil. Bu algı onu daha da ajite ediyor. Bir de en yakın çevresi güvenlikçiler.
Panik ve tehdit algısıyla gerginlik büyütülüyor
Kimler?
– MİT Müsteşarı ve İçişleri Bakanı en önemlileri. Güvenlikçi dili, asayiş kaygısı baskın hale geliyor. Her şeye güvenlikçi paranoyasıyla bakıyor.
Gezi sonrası mı oldu bu?
– Önemli bir eşikti. Roboski’de de sarsıldı. Seçimlerde mutlak çoğunluk elde etme ümidi kırıldı. Beklemediği tepkiyle karşılaştı. Nankörlük gibi algıladı. Tehdit algısı devreye girdi. Gülen Hareketi’nin poliste, uluslararası ilişki ağlarında gücü var. Uzun süre simbiyoz halinde olduğu o gücün kendisine dönmesi bir tehdit, doğru. Fakat her türlü eleştiriyi, kıpırtıyı o cephenin ajanı olarak görmek, her şeyi Türk sağının öteden beri bayıldığı dış mihrak komplosuyla açıklamak tehlikeli bir çarpıtma ve çarpılmadır.
Tapeler, yolsuzluk… Bunlara yönelik bir savunma mekanizması yok mu?
– Payı var. İleriye doğru kaçış denilen tavır. Panik ve tehdit algısıyla kaçış, ama ileriye doğru. Kavgayı, hasmı, gerginliği büyüterek ileriye doğru kaçmak.
“Yüzde 50’yi evde zor tutuyorum. Benim başörtülü bacılarıma saldırdılar” sözleri; Berkin Elvan için terörist yakıştırması. Bir yerlere mesaj mı gönderiyor?
– İnsanlık namına en korkulacak şey budur. Bu, medeniyet kaybı demektir. Başbakan’ın dayandığı Milli Görüş ve eski merkez sağ tabanın özelliği sokak hareketlerinden uzak durmasıdır. ‘Sessiz çoğunluk’ diye övülür. 70’lerdeki sol – sağ kutuplaşmasında yasal siyasal mücadeleye iman etmesiyle methedilir kendi ideolojik söyleminde. Bu tabana böyle bir kalkışma çağrısı âdetten değildir ve karşılık bulması zordur.
Sopalarla sokağa çıkanlar kim?
– Okmeydanı, Kasımpaşa gibi zaten gerilimli mahallelerde kolaylıkla linç güruhuna dönüşebilecek gruplar var. Doğrudan AKP’ye angaje olmaları gerekmez. Kâh yönlendirilerek kâh durumdan vazife çıkararak ve himaye görerek linççi saldırılara girişebilirler. En lanet olay budur.
Goebbels taktiklerine, 1930’lar Almanyası’na atıfta bulunanlar var. O dönemleri araştırmış biri olarak benzerlikler görüyor musunuz? Bunlar abartı mı?
– Holokost gibi Alman nasyonal sosyalizmi de emsalsiz vahamette bir olaydır. Kolayca benzerlik kurmaktan sakınırım. Ama bu vahim örnek, faşizan eğilimlerin uç noktası olarak bize ışık tutar, uyarıcı olur. Goebbels kadar ‘mükemmel’ olmayabilir ama onu andıran emareler gördüğünüzde de irkilirsiniz. Hudutsuz demagojinin, yalan politikasının, hasımlarını şeytanlaştırmanın, gayri insani mahluklar gibi resmetmenin örnekleriyle evet, karşılaşıyoruz. Son bir kaç yıldır çok fazla görüyoruz. Bu linç ruhunu kabartacak, politikayı bitirecek bir tavır.
Necip Fazıl’ın etkisindeler
Neden buraya gelindi?
– Sıklıkla başvurulan 27 Mayıs benzetmesi önemli. Diktatörleşmekle suçlanan bir iktidar, seçim dışı yöntemlerle, orduyu da gıdıklayarak sokağı hareketlendirerek alaşağı edilmişti. Bu senaryo karşısında tutum alırken, bilinçli veya bilinçsiz olarak Necip Fazıl’ın etkisindeler. Necip Fazıl, Erdoğan ve muhitinin politik öğretmenlerindendir. Menderes’le ilgili hep şuna hayıflanır: Demokrat Parti sokaktaki hareketliliği ezmedi. CHP’nin, muhalefetin kökünü kazımadı. Kıyıcı bir direnç göstermesi ve kendisinin de sokak gücüyle karşılık vermesi gerekirdi, diye düşünür. Yapılamamış olmasına hayıflanır. Bunun meşruiyet sihri de çoğunluk olan her şeye hak sahibidir biçiminde algılanan milli irade anlayışıdır. Bunun tabanında karşılığı da var.
Nihai amacı ne olabilir? Gezicilere, laiklere, Alevilere, Kürtlere, baskıyla diz çöktürebilir mi?
-Türkiye bu şekilde idare edilemeyecek kadar karmaşık ve çoğul. Toplumu kadavra sessizliğine büründürmek için delice şeyler yapmak gerekir.
Türk Tabipler Birliği açıklama yaptı: “Başbakan’ın duygu durumundan kendisi, çevresi, ülkemiz adına endişe duyuyoruz” diye…
-Tabipler Birliği’nin uyarılarına kulak vermek lazım.
Güçlü liderler bu tür patolojik psikolojik tepkiler geliştirir mi?
-Türkiye’de zaten lider kültü var. Başka liderler de emsalsiz kahramanlar olarak sunularak yüceltildiler. Burada tabii çok yüksek bir doz var. Ses kayıtlarına bakıyoruz. Memlekette kıpırdayan her şeye, tek tek, her bir köşe yazarına müdahale etme cehdi içinde…
Yaşam alanı daralan bir halk özgürlüklerini nasıl koruyabilir?
-Sesini çıkarmak, müdahil olmak, her alanda itirazını dile getirmek, politize olmak… Bir politizasyon var ve başlıbaşına olumlu.
“Ergenekon da palavraymış” çok tehlikeli bir düşünce
Ergenekon var mıymış yok muymuş?
– Nasıl 17 Aralık’ta hem Gülencilerin ‘komplosu’ hem de yolsuzluk varsa, Ergenekon davasında da hem hukuki sorun hem gerçek bir bela var. Bir gayri nizami harp yapılanması var bu ülkede.
Veli Küçük, Muzaffer Tekin, Sedat Peker gibi isimler tahliye edildi. Burada bizim göremediğimiz bir hesap olabilir mi?
– Uzun tutukluluk insan hakları ihlalidir. Ama “Ergenekon da palavraymış” çok tehlikeli bir düşünce. Bu tahliyelerin Başbakan’ın çok sevdiği sıfatla ‘samimi’ bir insan hakkı anlayışına dayandığını düşünmüyorum. Bir tür orta vadeli ittifak arayışından olabilir. Hasımlarının bir kısmını memnun ederek en azından tarafsızlaştırmak, belki.
Ergenekon tutukluları AK Parti ile işbirliği yapar mı?
Geçici olarak zımni bir ittifak yapabilirler. Kendi kurumlarını sağlamlaştırmak için daha yumuşak muhalefet yapabilirler. Olabilir.
Ordu nasıl konumlar kendini?
Onu hiç kestiremiyorum. Süngüsü düştü ama bir ideolojik ve sosyal aygıt olarak büsbütün değişmiş değil.
Türkiye totaliter bir ülke olabilir mi?
– Olursa, telafisi çok zor bir insanlık suçu işlenerek olur. Homojenleştirmenin ve totaliterleştirmenin kolay işleyeceği bir toplum değil.
Sanırım ülkenin birçok açıdan hapı yutmuş durumda olduğu söylenebilir. İşler nasıl düzelecek?
– Umudun yanına sebat koymamız lazım. Büyük patlamalarla, bir anda olmuyor; devam etmek, inşa etmek gerek. En kıt kaynak sebat. Çok fedakârlık isteyen işlere, cengaverliklere talip çok. Ama ilmek ilmek, yılmadan bir şeyi sürekli işlemekte eksiğimiz var.
Etkili bir muhalefet neden çıkmıyor?
– Gezi yerleşik muhalefetin insanlara hitap etmekte ciddi zaafları olduğunu gösterdi. Türkiye’de bir tohum açtığını düşünüyorum. Nasıl gelişeceğini öngöremediğimiz, belki bir on sene içerisinde yeşerecek bir tohum. Gezi’nin 2010’dan beri dünyada gördüğümüz muhalefet hareketleriyle ortak noktası da var.
Beyaz Türkler bir şeyler öğrendi ama…
Seçkinci ‘Beyaz Türkler’, olan bitenden bir şeyler öğrendi mi?
– Ben de merak ediyorum. Siyasi hasımlarını köylü, bidon kafa gibi görüp kültürel olarak aşağılayarak, ‘seçkin’ güçlerin müdahalesine bel bağlayarak topluma ve siyasete bakmanın geçerliliğini yitirdiğini görenler var gibime geliyor. Ama ne kadar, kestiremiyorum.
CHP peki?
– CHP, iki parti gibi… Bir cephesinde bu arayışın belirtileri görülüyor. Bu ne kadar kapsayıcı? Faşizan, ulusalcı-ırkçı, vesayetçi politik tutum ne kadar aşındı? İzlenmesi gereken bir süreç.
MHP’nin tavrını nasıl buluyorsunuz?
Devlet Bahçeli’nin en büyük kaygılarından biri, kendi sokak gücünün kontrolüydü. Bunun tehlikeli, yıpratıcı arızalara yol açabildiğini gördü. Çatlı vakasındaki gibi… Partinin içine uzanmış bir el olmasının yarattığı tedirginlik… İktidar ortağı olmak, belediyeler kazanmak daha ‘derli toplu’, sakin bir görüntü verme icabını beraberinde getirdi. Partisine ve tabanına hâkim olmayı bunun için obsesif bir şekilde önemsiyor.
O yüzden mi itidal çağrıları yapıyor?
– AKP’nin tabanı içerisinde ülkedeki hararetten, gerginlikten rahatsız olan bir kesim var. MHP onlara hitap etmeyi de gözetiyor. Biraz da şehirli, genç kadrolar esneklik getirdi. Bir tür modernleşme aşısı.
Statlardaki muhalif sloganların kamu yararı vardır!
Siz aynı zamanda bir futbol yazarısınız. Fenerbahçe’nin isyankar, muhalif bir camiaya dönüşmesini nasıl görüyorsunuz? 50 bin kişi Ali İsmail Korkmaz marşı söylüyor, Berkin Elvan için marş yazılıyor.
– Gezi’nin çok etkisi var. Futbol ortamında çok polis şiddeti var. Fenerbahçe taraftarı, şike davası protestolarında bununla çok vahim şekilde karşılaştı. Fenerbahçeli arkadaşlarım bana kızıyor çünkü ben orada da hem komplo hem şike olduğunu düşünüyorum. Tıpkı 17 Aralık’taki gibi… Türkiye futbolunda şike zaten var. Ama o sene hamle yapılmasının arkasında birtakım hesaplar vardı. Fenerbahçe taraftarları canı gönülden politize oldu. Bunun sıkı bir solculuğa dönüşmesi gerekmez ama sol muhalefete şeytan gibi bakılmamasında, sol sloganların benimsenebilmesinde kamu yararı vardır!
Statlar toplumun aynası mı?
– Statlar için kocaman uyku tulumu denir ya. Oysa futbol kültürünün şişede durduğu gibi durmayan bir yanı var. Müthiş bir dinamizm, sosyal aksiyon ortamı… Ve dertop edilmesi kolay değil. Ahaliyi uyutma işlevi de görüyor ama beklenmeyen yan etkiler, sosyal hareketlilik patlak verebiliyor. Meşhur “Ne sağcıyız, ne solcu, futbolcuyuz, futbolcu” lafının aşındığı hayırlı bir deneyim yaşıyoruz.
Gezi’de Fenerbahçe, Beşiktaş yakınlaştı. Galatasaray biraz dışarda kaldı.
– Beşiktaş ve Fenerbahçe’nin Gezi’den önce de polisle nahoş tecrübeleri vardı. Beşiktaşlılar, Başbakanlık ofisinin Beşiktaş’ta olması nedeniyle yaratılan terörize edici önlemlerle kendi flora ve faunalarına müdahale edildiğini düşünüyorlardı. Galatasaray’da stadın açılışında bir protesto kopmuştu ama o biraz eskide kaldı. Kulüp yönetimi ve en güçlü taraftar örgütlenmesi UltrAslan daha konformist bir ortam için çaba göstermiş olabilir. Belki üst üste iki sene şampiyon olmalarının mayıştırıcı etkisi olmuştur.
Anadolu’da durum ne?
– Ankara, İzmir ve Adana’da protesto var ama küçük şehirlerde pek yok. Mesela Ali İsmail Korkmaz’ın öldürüldüğü Eskişehir’de, güçlü bir taraftar kültürüne rağmen bildiğim kadarıyla belirgin bir protesto yok.
Trabzonspor – Fenerbahçe maçında yine olay çıktı, maç tatil edildi. Trabzonspor Başkanı da biraz Kurtlar Vadisi tarzı bir adam… Trabzon neden gergin?
– Karadeniz, özellikle Trabzon son 20-30 yılda müthiş bir sosyoekonomik gerileme ve içe çöküş yaşıyor. Nüfus kaybediyor, kıyıda köşede kalmış hissediyor. Şehrin en önemli varlığı Trabzonspor olduğu için bunun biriktirdiği hınç futbola yansıyor. Her şeye rağmen Hrant Dink anmasına Trabzonspor formalarıyla katılan gruplar, Trabzonspor’un başka bir yüzü de var.
Linç rejimi hep bir kenarda bulunduruluyor
HDP merkezlerine saldıran insanlar kim?
-Envai çeşit milliyetçi grup. Ülkücügillerden, Pamukoğlu partisinden, ulusalcılardan, AKP’ye yakın olanlardan… Belirli bir politik mensubiyeti olmaksızın, gaza gelerek, linç güruhuna katılan insanlar da var.
Türkiye linç ortamına herhangi bir ülkeden daha mı meyilli?
– Linç rejimi hep bir kenarda bulunduruluyor. Linç vakaları, öfkeli vatandaş tepki gösterdi diye yansıtılıyor. Utanç verici bir skandal, dehşet verici bir olay olarak sunulmuyor. Linç girişimlerinde bulunanları, meşru tepkilerle hareket eden, öfkelenmiş ama iyi yurttaşlar olarak, devletin gösteremediği tepkiyi gösteren yurttaşlar olarak görüyoruz. Şefkatle yatıştırılıyorlar, kovuşturmaya da uğramıyorlar.
Neden böyle şiddete yatkınız? Neden gençler ‘Kurtlar Vadisi’ne özeniyor?
– Orada bir erkeklik krizinin izi var. Erkeklerin kendilerini hayal ettikleri gibi muktedir görememeleri, kadınların güçlenmesi… Buna karşı bir erkek hıncı var. Kadın cinayetleri de bununla alakalı. ‘Kurtlar Vadisi’ni, kendilerini güçlü erkek olarak hayal etmelerini sağladığı için seviyorlar.
Kaynak: Hürriyet Gazetesi için Çınar Oskay-Fotoğraf: Sebati KARAKURT