arşivAli SarıtepeKıbrıs okuması, zorunluluğun dayattığı mecburiyet - Ali Sarıtepe
yazarın tüm yazıları:

Kıbrıs okuması, zorunluluğun dayattığı mecburiyet – Ali Sarıtepe

279 Takipçiler
Takip Et

Yeniçağ podcastını dinleyin

Yakın dönem itibari ile Kıbrıs’ın Türkiye gündeminde alakadar olunacak konumuna gelmesi ile birlikte, Kıbrıs’a yönelik anlatılarda kendini göstermeye başladı.

Bunlardan bir tanesi de 18.02.2014 tarihli Taraf Gazetesi’nde Cengiz Aktar’ın köşesinde kaleme almış olduğu “Kıbrıs nihayet” başlıklı makalesidir.

Meseleyi alış biçimi ile bağlamından koparılmış bir halde anlatılara maruz kalması ‘Kıbrıs’ın kendi gerçekliğimidir?’ diye baktığımızda, karşımıza irice bir ‘hayır’ çıkmaktadır.

Her şeyden önce: Kıbrıs’ın Britanya sömürgeciliğine, Osmanlının borçlarına mahsuben kiraya verilmesi ve akabinde 1.paylaşım savaşı atmosferinde, antlaşmanın/kiralamanın ilhaka dönüştürülmesiyle, Kıbrıs; Britanya İmparatorluğunun sömürgesi olarak yeni sömürgecisi ile sömürge bir ülke olarak varlığına devam etmiştir.

1.paylaşım savaşının yeni bir devlet tipini SSCB (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği) ortaya çıkarması.

1.paylaşım savaşı İngiltere ve müttefik devletlerin galibiyetleri ile sonuçlanmış olmasına rağmen; başta İngiltere olmak üzere, müttefik diğer ülkelerinde ekonomik çöküntü içinde olmaları.

Savaşa katılmamasına rağmen, savaştan ekonomik ve diplomasi olarak ABD’nin güçlü olarak çıkması.

Ortadoğu petrol havzasına ve SSCB’nin sıcak denizlere ulaşması noktasında İstanbul ve Çanakkale boğazlarından sonra, Akdeniz’de stratejik değer olarak Kıbrıs adasının olması.

Kıbrıs adası toprak imkanları ile askeri üs stratejisine uygun olması ve buradan gerek dinleme, gerek uçak hareketlendirilmelerinin yapılabilmesi mesafesi ve gerekse de askeri lojistik üs olabilme kabiliyeti.

Ve devamında 2. Paylaşım savaşı ile birlikte “Demokratik Halk Cumhuriyetleri”nin ortaya çıkmasıyla birlikte Kıbrıs sadece Kıbrıs olma niteliğini kaybederek; Doğu Akdeniz’in geleceğinin kurgulanmasına paralel olarak, Kıbrıs; Doğu Akdeniz’de egemen olunması gereken toprak parçası olarak bir adım daha öne çıkmıştır.

Adanın demografik yapısının çeşitliliği (Osmanlı Müslümanları, Rum, Ermeni, Maronit, Latinler ve buraya getirilen köleler.)

İngiliz sömürgeciliğinin yönetimindeki ada da Osmanlı Müslümanlarının sömürgeci yönetmeye kolaylaştırıcı olması (eskiden yönetimde olmanın avantajı).

Geçmişinden beri (Osmanlı yönetiminin Kilise aracılığı ile Rum toplumunu yönetmesi) Rum toplumu üzerinde yüksek etkisi olan Kilisenin, İngiliz sömürgeciliği ile olan ilişkilerinin inişli-çıkışlı olması ve Kilisenin Elen milliyetçiliğinin fabrikası ve kalesi olması.

Tarihteki Elen devletinde var olan kültürünün ve dininin Osmanlı Müslüman yönetimiyle ve İslâmiyetle olan doku uyuşmazlığından; 1821’de bağımsızlığına kavuşan Yunanistan ile Kıbrıslı Rumların aynı dil ve kültürel kuşaktan olmaları.

İngiliz sömürgeciliğine karşı oluşan anti-sömürgeci mücadelenin Kıbrıs adasının bağımsızlığı şeklinde olmayıp, anti-sömürgeci mücadelenin Yunanistan devletine iltihak ettirilmesi üzerine oturtulması.

Kıbrıs adasında oluşan Müslüman toplumun gerek İngiliz sömürgeciliği politikaları ve gerekse de anti-sömürgeci mücadelede Rum toplumunun bunu Yunanistan’a iltihak etme üzerinden yürütmeleri hali ile; Kıbrıslı Müslüman toplumunun Osmanlı karakteri etkinliğinde olması halleriyle birlikte, ada Müslümanları Osmanlıdan kalan/doğan TC devletinin oluşmasına kendisini özdeş görmesi, kendisini Türkleştirmesi.

Ulusların kaderlerini tayin hakkı; anti-sömürgeci mücadelede pratikte, etnik çoğunluğun egemenliğini elde etme şekline dönüşmesinden dolayı; anti-sömürgeci mücadele ulus devlet mücadelesi haliyle de bu mücadelenin ötekisi haline gelen etnik kesimde, sömürgeci güçlerin beslendiği tarla haline gelmekte durumundadır.

Kıbrıs tarihinde kısa dönem Kıbrıs Komünist Partisi ve daha sonraki AKEL’in ilk dönemini bir tarafa koyduğumuz zaman, Kıbrıs solunda milliyetçilik güçlü bir damar halindedir.

Kıbrıs solundaki bu milliyetçi damarın önemli aktörlerinden bir tanesi de; Yunanistan’da ki sol/sosyalist örgütlenmelerinde de, Kıbrıs’ın sömürgelendirilmiş Yunanistan parçası olarak kendilerinde içselleştirilmiş olmalarından kaynaklanmaktadır.

İngiliz sömürgeciliği ve NATO örgütlenmesiyle birlikte, Kıbrıs adası bir başka müşkülatla daha karşılaştı. O, artık Sovyet etkinliğine karşı da konumlandırmalıydı.

Tamda bu nokta da Türkiye ve Yunanistan etkinliğinin ada üzerinde garantiye alındırılması başlar.

Rauf Denktaş’ta somutlaşan “taksim” tezi her ne kadar Kıbrıslı Türk, Türkiye tezi olarak siyaset sahnesine avdet ettirilmişse de; İngiliz sömürgeciliği menşeli bir tez hali olduğudur ve zamanla ABD-İngiliz hamiliğiyle Kıbrıslı Türk-Türkiye tezi haline getirilmiştir.

Kıbrıs Cumhuriyeti’nin işgali ABD-İngiliz oluruyla TC’nin işgalidir. Bu işgalle birlikte Kıbrıs adası, Doğu Akdeniz’de emperyalizmin çıkarlarının önemli bir savunma-saldırı ayağı olarak garantiye alınmış olunmaktadır. Bu işgalle Türkiye devleti Doğu Akdeniz’de kendisine starejik derinlik/güvenlik sağlamıştır.

Ve işgal edilen Kıbrıs Cumhuriyeti toprakları nüfus aktarımlarıyla, demografik değişikliklere uğratılırken; buradaki ekonomik faaliyetler Türkiye ekonomisine eklemlendirilerek, bu parçadaki ekonomi tüketme ekonomisi şekline sokulmuştur.

Oluşturulan KKTC ve buraya taşınan nüfus yoğunluğu, buradaki ekonomin yapılandırılma halinden dolayı; maliyesi TC maliyesinin mecburiyeti altına bırakılmıştır.

Dolayısıyla TC’nin KKTC’ye yaptığı mali yardım(!)lar Türkiye’den taşınan nüfusun getirdiği bir sonuçtur.

Annan Planı’na TC’nin ‘evet’ demesi için açıktan tavır koyması; TC politikalarının Kıbrıs’ı çözümsüz halde tutmanın esası olduğu baskısından kurtarmak için atılan bir adım iken, Kıbrıs Cumhuriyeti kamuoyunda ‘hayır’ çıkacağı belirleyici halinin görülmesinden kaynaklanan bir adım olduğu da, üzerindeki zamanın çok geçmemesinden dolayı aklımızdaki tazeliğini korumaktadır.

İngiliz-Amerikan damgalı “Taksim”/işgal TC devlet politikasıyla ilhaka dönüştürülürken ve bu da “zamana yaydırılan kabullendirme” biçiminde götürülürken; TC’nin AB görüşmeleri safhası ile birlikte, bu politika artık sürdürülemez hale gelmişti. Ve bunun yaratmış olduğu öznel tıkanıklıklar da bu işin tuzu-biberi olmuştu.

Doğu Akdeniz çanağında yapılan petrol ve doğal gaz aramalarında İsrail’in yanında Kıbrıs devletinin de ekonomik sahasında doğal gaz yataklarının bulunmasıyla birlikte:

Doğu Akdeniz çanağında siyaset yeniden yazılma aşamasına gelmiş bulunmaktadır. Bu güne kadar yürütülen siyaset ve diploması, yeni duruma cevap vermekten uzaktır, engelleyicidir.

Ortadoğu’da ve Doğu Akdeniz’de şu ana kadar bulunan ve bulunacak olan petrol ve doğal gazın Avrupa’ya ulaşmasında: coğrafi olarak geçiş yolu konumunda olmasından dolayı Türkiye stratejik bir değer konumundadır.

Taşıma noktasında toprakları çok önem arz ederken, büyük bir tüketici olmasından dolayı da petrol ve doğal gazın önemli bir alıcısı durumundadır.

Ortaya çıkan enerji imkanları bu havzada siyasi ve diplomasi ilişkilerine dönüştürücü etki imkanlarına sahipken, Kıbrıs devleti-Türkiye devleti ilişkilerine yansımaması mümkün değildir. Tarihsel halleri ile birlikte Yunanistan’da bu ilişkilerin tamamlanması gereken diğer ayağı halidir.

Toplumlar arası görüşmelere başlanması, durup dururken hadi görüşelim değildir.

Kıbrıs deniz sahasında çıkan doğal gazın geniş bir kullanıma sürülmesi ve bundan yüksek ticari değer yaratılması:

Kıbrıs sorununun çözülmesini zorunluluk haline getirmiştir.

Yapılan toplumlar arası görüşmeler bunun bir tezahürüdür.

Ve bu görüşmelerde sorunun büyük tarafları konumundaki Yunanistan ve Türkiye’nin de çözüme ulaşmada ve ulaştırmada kararlılıkları; AB, ABD, BM ve İngiliz devletlerinin vermiş oldukları güçlü destekle, ortaya çıkarmış oldukları bir zorunluluktur.

Liberal Nikos Anastasiadis’in ve CTP’nin hünerleriyle oluşmuş bir şey değildir.

AKEL genel sekreteri Hiristofyas’ın Kıbrıs Cumhurbaşkanı, CTP genel başkanı Talat’ın olduğu KKTC Cumhurbaşkanlığı süresinde; iki partinin de aynı siyaset havuzunda şekillenmelerine rağmen, yaptıkları toplumlar arası görüşmelerinin nihayetinde “dostlar alışverişte görsün” şeklinde olmasını engellememiştir.

Çünkü, yeni durumun (enerji hammaddeleri) yaratacağı  zorunluluk henüz yakıcı hale gelmemişti de ondan.

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
334AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin