iktibastransformBosna Hersek Yanıyor - Avrupa'nın Çevresinde Bir Devrim - Mate Kapović
yazarın tüm yazıları:

Bosna Hersek Yanıyor – Avrupa’nın Çevresinde Bir Devrim – Mate Kapović

279 Takipçiler
Takip Et

Yeniçağ podcastını dinleyin

Mate_KapovicGeçen Cuma, tüm Bosna Hersek’te hükumet binaları ateşe verilmişti. Uzun süredir sessiz olan Bosna Hersek halkı, nihayet aklındakileri dile getirmeye karar verdi. Ve bunu yaptıklarında, ortaya çıkan sözcükler değil, kükreme oldu: Ateş ve taşla polisle ağır bir çatışma…

Ayaklanmanın ilk günlerindeki en etkileyici ve sembolik görüntü, her şeyin başladığı Tuzla kentindeki üzerinde “milliyetçiliğe ölüm” grafitisi bulunan, yanan hükumet binasının görüntüsüydü. Milliyetçilik, Bosna Hersek’teki politik seçkinler tarafından politik ve ekonomik baskılarını meşrulaştırmak için kullanılan en gözde sığınak olduğu için aslında bu gerçekten de güçlü bir mesajdı.

Bosna Hersek kantonlarının başbakanları birer birer istifalarını vermeye başladı. Sırp Cumhuriyeti (Bosna Hersek’in Sırp Bölümü) başbakanı Milorad Dodik, Başbakan birinci yardımcısı Alexsandar Vuciç’le (Sırbistan’ın gayri resmi lideri) buluşmak üzere Sırbistan’a çağrılırken 9 Şubat Pazar günü Hırvat başbakan Zoran Milanoviç de Bosna Hersek’te büyük bir Hırvat nüfusun yaşadığı kent olan Mostar’a giderek oradaki Hırvat liderlerle buluştu. Nedenler belliydi. Hırvatistan ve Sırbistan’daki politik elitler, başka birçok şeyin yanı sıra, bazılarının şimdiden “Boşnak devrimi” adını verdikleri şeyin sınır ötesine sıçramasından korkuyorlar.

Hiç kuşkusuz, Bosna Hersek’te ekonomik durum korkunç. Ülke bir zamanlar fabrikaları ve güçlü işçi sınıfıyla biliniyordu (Hatta Yugoslavya’nın bir parçası olan Bosna Hersek Sosyalist Cumhuriyeti’nin armasında fabrika bacaları bulunuyordu) Şimdi o fabrikaların çoğu kapalı, kalanı da ya özelleştirilip yabancı şirketlere ya da yeni oluşan kapitalist sınıfa verildi. Bazılarında da işçileri çalışıyor ama ücretlerini alamıyorlar (Yugoslavya sonrası kapitalizmde epey yaygın). Ülkedeki işsizlik oranı %45. Komşu Hırvatistan ve Sırbistan’da bu kadar kötü değil ama yine de genel durum biraz bile tatmin edici olmaktan uzak olduğu için onların seçkinlerinin de endişe etmesi gerek çok şey var. Mesela Hırvatistan’da gençler arasındaki işsizlik oranı %53.

Bosna Hersek’teki patlayan ve bazı olaylarda epey şiddet içeren ayaklanmanın, tabii ki yaygın yoksulluk, büyük eşitsizlikler, dev bir bürokratik yapı ve en üstteki politik ve kapitalist şeytanlar gibi kendi yerel sebepleri var. Bununla beraber Bosna’daki bu isyan aynı zamanda geçtiğimiz yıllarda dünyada yaşanan isyanların bir parçası. 2008’de çıkan ekonomik kriz ve birkaç yıllık şoktan sonra 2011’de Arap Baharı, İspanya’daki Indignados ve ABD’deki Occupy Wall Street (OWS) gibi protesto dalgaları başladı. Geçen yıl, Türkiye ve Brezilya’da büyük isyanlar gördük. Eski Yugoslavya da bu dalgadan uzak kalmadı. Daha 2011’de Hırvatistan’da bir ay devam eden “Facebook protestoları” oldu. Politik olarak çok çeşitli olmasına rağmen ilk defa Yugoslavya sonrası ülkelerin birinde açıkça antikapitalist mesajlar verildi ve protestolar pek çok yönden Indignados ve OWS’yle ortak bir zamanın ruhunu paylaşıyorlardı. Mart 2012’de Slovenya, büyük ölçüde ülkedeki kamusal söylemi etkileyen halkçı bir “Sloven isyanı”yla sarıldı ve örneğin Demokratik Sosyalizm için Girişim gibi gelecek vaat eden yeni politik güçlerin yükselişine sahne oldu.2014’te sıra Bosna Hersek’e gelmişti. En son tepki verdiler ama en güçlüsü oldu.

Ayaklanmanın başlamasının ardından neredeyse tüm analistler bunun kaçınılmaz olduğunda ve kendilerinin de böyle bir şeyin er ya da geç olacağından emin olduklarında ısrar ettiler. Elbette bu doğru değildi. Bosna Hersek’teki durumun gerçekten de felaket olmasına rağmen bütün bu olup bitenlerden önce bu analistlerin çoğu, insanların pasif, durağan ve milliyetçilik tarafından bölünmüş oldukları için bu tür bir isyanın olmasının mümkün olmadığını iddia ediyorlardı. Ama bu durumda da görüldüğü gibi, beklenmedik bir kıvılcım çaktı ve hızla büyüdü.

İsyan, ülkenin Kuzey doğusunda bulunan, solcu bilinen ve işçi sınıfı geleneğine sahip Tuzla kentinde başladı. Burası, ülkenin geri kalanının aksine milliyetçiliğin yerleşemediği bir yer olduğu için “Farklı bir kent” olarak tanımlanıyor. Yani bu ülkenin fırtınanın merkezi olmasına şaşırmamak lazım. Burada, Dita, Polihem ve Konjuh gibi özelleştirilen birkaç fabrikanın işçileri zaman zaman barışçıl bir şekilde çeşitli nedenlerle prostesto gösterileri yaparlardı. Bununla beraber 5 Şubat’ta kentteki gençler, işsizler ve diğer insanlar da onlara katıldı ve protesto genişleyip ilerleyen günlerde ülkenin geri kalanına şiddetli çatışmalarla yayıldı (En ciddi eylemler Tuzla, Saraybosna, Zenica, Mostar ve Bihaç’ta yaşandı).

Protestolar belli ki kendiliğinden olarak gelişiyordu ve sosyal taleplere dayanıyordu. Pek çok protestocu yiyecek bir şeyleri olmadığını, yıllardır işsiz olduklarını vurguluyorlardı ve suç işleyen politik ve ekonomik seçkinleri aşağılıyorlardı. Ayaklanmanın çoğunlukla Bosna’nın Müslüman Boşnakların yaşadığı yerlerinde ortaya çıkmasına rağmen (ki Hırvat ve Sırp milliyetçiler bundan çok mutluydu), açık bir şekilde milliyetçi değil sosyal bir içeriğe sahipti. Elbette protestolar, bu durumda da olduğu gibi örneğin çok sayıda futbol taraftarının protestocuların militan kanadının saflarına katılması gibi heterojen. Protestolar hala Boşnakların yoğun olduğu yerlerde yaşanıyor ama bazı istisnalar da var. Ülkenin Güney batısındaki Mostar kentinde Hırvat ve Boşnaklar, Hırvat ve Boşnak milliyetçi partilerinin (HDZ ve SDA) merkezlerini birlikte yaktılar. Livno ve Orasje’de Hırvatlar da protestolar yaparken Prijedor, Banja Luka, Bijeljina ve Zvornik’te de Sırplar daha Küçük çaplı birkaç gösteri yaptı.

Protestolar açık bir şekilde sosyal konularla ilgili olmasına rağmen, politik seçkinler yoluyla avantajlı olan milliyetçilik, hala büyük bir sorun teşkil ediyor. Bosna Hersek’teki Hırvat ve Sırplar’ın çoğu hala şüpheci ve protestoların (her ne kadar Bosna Hersek’te çok da olası görünmese de) Mısır devriminin İslami bir görünüme dönüşmesi gibi farklı bir politik havaya bürünebileceğinden endişe ediyor. Bu korku, Bosna Hersek’in Hırvat ve Sırp kesimlerinde olası protestoları engellemek isteyen politik seçkinler ve medya tarafından destekleniyor. Bu tür komplo teorileri biraz ilgi çekti. Böylece Boşnak milliyetçileri ve politikacıları bütün bunları Boşnaklara karşı olduğunu, Hırvat milliyetçileri politikacıları bütün Hırvatlara karşı ve Sırp milliyetçileri ve politikacıları bütün bunların Sırplara karşı komplo olduğunu iddia ediyorlar. Ayrıca çok belli ki Hırvat ve Sırp milliyetçi entelektüelleri ve medyası sessizce işbirliği içinde, çaresizce sadece bir “Boşnak Baharı”yla karşı karşıya olunduğunu kanıtlamaya çalışıyorlar.

Yine de herkes bu tür milliyetçi propagandalar inanmaya eğilimli değil. Örneğin, üyelerinin çoğu Sırp olan Drvar’daki bir sendika, Livno’daki çoğu Hırvat olan göstericilere Destek verdi. Ayni zamanda ülkenin Sırp kısmındaki emekli askerlerin örgütü, kendi başkanları olan Milorad Dodik’i sosyal sorunlar, adaletsizlik ve özelleştirme suçlarıyla ilgilenmeye başlaması için açıkça tehdit etti. Bununla beraber, Bosna Hersek’in Sırp kesimindeki Bijeljina’da ayaklanmacılara Destek veren göstericilere karşı Sırp milliyetçileri karşı gösteri düzenledi. Aynı şey Sırbistan’ın başkenti Belgrad’daki dayanışma gösterisi sırasında da yaşandı (aynı anda Sırbistan’daki polis sendikası gösterilerin Sırbistan’a sıçraması halinde göstericilere müdahale etmeyeceğini açıkladı). Hırvatistan’da ise Bosna Hersek’te yaşananlardan etkilenen sol ve sağ güçler, protesto gösterilerine hazırlanıyor.

Bosna Hersek’te durum şu anda çok gergin. Bazı solcu entelektüeller ve isimler protestolara Destek veriyor ama medyanın çoğu ve tüm politik sınıf onlara karşı birleşmiş durumda. Çokça milliyetçi iddia, komplo teorisi, yalancı manifesto, yalan açıklama, üretilmiş raporlar ve hikâyeler var. Seçkinler ve rejim entelektüelleri statükoyu korumak için ellerinden geleni yapıyorlar. Yine de liberal, muhafazakâr ve milliyetçi çevrelerde ciddi bir kafa karışıklığı var. İşçi sınıfı, işsizler ve yoksullar Gerçek birer politik özne olarak göremedikleri için çözümleme araçları ve açıklama kalıpları da bu tür bir gelişmeyle başa çıkacak yeterlilikte değil. Bütün bunlara bir de yanmış binalar, holiganlar, gereksiz şiddet vb. konularla morali bozulan küçük burjuvalar da ekleniyor. Liberaller ve muhafazakarlar, hiç şiddet olmasaydı hiçbir şeyin olmayacağı açıkken ve politikacılar ve medyanın dikkatli işbirliğinin burjuva demokrasisinin ne olduğu ve “medya özgürlüğünün” gerçekte ne anlama geldiği gerçeğine rağmen “barışçıl ve onurlu” protesto çağrısında bulunuyorlar.

Her zamanki gibi medya protestocuların ne yaptıklarını bilmediklerini ve net bir hedeflerinin olmadığını iddia etti. Ama bu doğru değil. Protestocuların talepleri her geçen gün daha da netleşiyor. Örneğin, en ilerici, politik olarak en uyumlu ve anlaşılır olan Tuzla’daki işçiler ve protestocular, özelleştirilen Dita, Polihem, Poliolhem, Gumara ve Konjuh fabrikalarının geri alınması, işçiler için sağlık güvencesi, ekonomik suçlara karşı hareket, yaasdışı edinilen zenginliğe el konulması, fabrikaların kamulaştırılması ve işçi kontrolüne verilmesi, daha eşit ücretler, politik seçkinlerin ayrıcalıklarının kısıtlanması gibi şeyleri talep ettiler. Bütün bunlardan neyin çıkacağını ve hangi kısmının sadece söylem olduğunu bilmek ise güç.

Belki de Sol için en ilginç ve heyecan verici şeylerden birisi ayaklanmanın merkezi Tuzla’da “plenum” adında devrimci bir örgüt yapısının ortaya çıkışı. Başkent Saraybosna ve Zenica kentindeki protestocular da plenum örgütlemeye çalışıyorlar. Plenum (ya da genel meclis) Rusların sovyetlerine çok benzer bir şey. Protestocular bunları kolektif kararları ve talepleri belirlemek için doğrudan demokrasi yöntemi olarak kullanıyorlar. İlginç olan şu ki bir demokratik karar alma mekanizması olan plenum fikri, 2009’da Hırvatistan’da yaşanan büyük öğrenci işgali dalgasından geliyorken Hırvat öğrenciler de bu fikri 2006’da Belgrad’daki öğrenci hareketinden aldılar. Yani karşımızda Yugoslavya sonrası sol aktivistlerin işbirliği ve karşılıklı etkilenmesinin güzel bir örneği var.

Tuzla plenumunun, önceki hükumetlerde yer alan veya eski politik partilerin üyesi olanlar hariç olmak üzere bölge halkının önerdiği adaylardan ve oluşan geçici bir kanton hükumetinin oluşturulması, yeni seçilecek hükumet daha düşük ücret alması ve ek ayrıcalıklarının olmaması gibi bazı talepleri eski hükumetin kalıntıları tarafından kabul edildi. Plenum, eksi partilerin ve hükumetlerin üyeleri hariç herkesin katılımına, tartışmasına ve oylamasına açık (bu da bildiğimiz “proletarya diktatörlüğü” demek). Elbette bu tür demokratik karar almak mekanizmaları hayli övgüye değerken şimdilik geçici bir şey olarak görünüyor ve yine elbette eğer bütün kent (hatta kanton) için geçerli olacaksa epey problemli bir mekanizma. 130.000 nüfuslu Tuzla kentinin plenumununun 10 Şubat’taki toplantısında katılımcılara göre en fazla 200’e yakın kişi vardı.

Gelecekte olayların ne göstereceğini bilmek mümkün değil. Bir şey kesin, Bosna Hersek (ve tüm bölge) bundan sonra eskisi gibi olmayacak. Bosna Hersek’te (ve genel olarak eski Yugoslavya’da) kitlesel (ya da büyükçe) sol örgütler olmadığını göz önüne alırsak çoktan pek çok şeyin başarıldığı söylenebilir. Fikirler ve kamusal söylem değişti bile. Seçkinler, gelecekte halktan kesinlikle daha çok korkacaklar. Ülkede ilerici güçlerin ve örgütlerin oluşacağını ve büyüyeceğini umut edebiliriz.

Bosna Hersek’teki dramatik gelişmeler hem ülke içinde hem de komşu ülkelerde heyecan uyandırdı. Bununla beraber Batı’da, Bosna Hersek’teki olaylar büyük ölçüde görmezden gelindi. AB ve Batı’nın ciddi çıkarlarının olduğu Ukrayna’ya büyük ilgi gösteren Batı medyası, açık ki Avrupalı kapitalist/liberal seçkinlerde heyecan yaratmayan Bosna Hersek’teki (komşusu Hırvatistan AB’nin en yeni üyesi olmasının da etkisiyle) sosyal kalkışmayı görmezden geldi.

Bununla beraber, Batı Avrupa solunun da bölgemizde olup bitenin çok farkında olduğundan şüpheliyim. Ne yazık ki bu şaşırtıcı değil ve enternasyonalistlikleriyle övünen politik güçler için pek takdir edilesi bir şey de değil. Özellikle gelişmiş batılı ülkelerdeki Sol, dar görüşlülüğünü aşmak çok daha Fazla çaba harcamalı. Entelektüel/akademik veya parlamenter Sol, sadece teoride değil ama pratikte de enternasyonalist olmalı. Bosna Hersek’te olanlar genelde Sol için çok ilginç ve önemli.

12 Şubat 2014

Mate Kapović 

Transform!

Çeviri: Kontra Salvo

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
334AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin