Ukrayna’da yayılan kitlesel protestolar, halkın başkaldırısından ve hatta devriminden bahseden ateşli konuşmaların yanı sıra tek tük birkaç kuşkucunun kaşlarını kaldırmasına neden oldu. Kaşların kalkmasının haklı nedenleri var. Kış soğuğunda yüzbinlerce kişinin katıldığı kitlesel gösteriler, hükümet binalarını ablukaya alan, başkanlık sarayına saldıran ve valiliği işgal eden bir halk, başkana ve hükümete istifa etme çağrısı, genel grevden bahsedilmesi… Bütün bunlar Avrupa Birliği ile daha yakın bağlar için mi oldu? Ortada tuhaf bir durum var gibi görünüyor. Durumun tuhaflığının yanına güçlü bir aşırı milliyetçi bileşen ile sağcı olan bir hareketin resmi eklendiğinde, meseleye özgürlükçü komünist bir bakış, hareketin gericiliği ve desteklenemezliği iyice açık hale geliyor. Olup biten neydi? Bence ortada vurgulanması gereken en az üç başlık var.
İlk olarak, Ukrayna’nın siyasi elitleri arasında bir çatlak mevcut. Başkan Yanukoviç ve hükümeti, ülkenin ekonomik açıdan eski model fabrikalarının ve maden alanlarının bulunduğu doğusuna dayanıyor. Bu bölgedeki halk genellikle Ukrayna dilini değil Rusça konuşur (ki Yanukoviç’in kendisi de Ukrayna dilini ancak genç yaşlara geldiğinde ve kariyere ilişkin gerekçelerle öğrenmiştir). Bu bölgedeki sermaye sınıfı Rusya yönelimlidir, Yanukoviç gibi siyasetçiler de Ukrayna-Rusya ilişkisini hayati görürler. Halkın Ukrayna dilini konuştuğu Batı’da ise elitlerin yüzü daha çok Avrupa Birliği’ne dönüktür. Bu elitler, yatırım fırsatları ve iş bağlantıları kovalarlar. Ukrayna devleti ise mevcut rejimin genel olarak Rusya’ya eğilim göstermekle birlikte Brüksel’e giden yolu da büsbütün kapatmaması yoluyla bu iki tarafı dengeler.
Bugün gündemde Ukrayna ile AB arasında hazırlanmış olan bir ticaret anlaşması var. Son olarak, Yanukoviç anlaşmaya imza atmayı reddetti. Kısmen Rusya’nın baskısı ama aynı zamanda Yanukoviç’e göre ödenecek bedelin adil olmaması nedeniyle reddetti: Daha fazla mali destek için pazarlık yapıyor. Özgür Avrupa Radyosu, coşkulu bir açıklamayla anlaşmanın esas olarak ticaretin serbestleşmesi ve Ukrayna yasalarının AB düzenlemelerine uygun hale getirilmesine ilişkin olduğunu duyuruyordu. Ticaretin serbestleşmesi, Ukrayna malları için AB ithalat vergisinin yedi yıl, AB malları için Ukrayna ithalat vergisinin on yıl süresince kaldırılması anlamına geliyor. Bu da Ukrayna sermayedarları açısından Batı’ya dönük ticari fırsatlar demek oluyor. Yanukoviç’in anlaşmayı imzalamaması karşısında Batı yanlısı sermaye çevreleriyle içli dışlı sağcı siyasetçileri arasındaki öfkenin muhtemel nedenlerinden birisi burada yatıyor. Bazı araştırmalara göre, bu ticari serbestleşme sayesinde Ukrayna’nın GSMH’sının “önümüzdeki on yıl içinde yüzde 6’dan fazla” büyüyeceği varsayılıyor. Daha da güzeli: “Artan rekabet fiyatları aşağıya çekerek 10 yıl sonunda hanelerin tüketim yüzdelerinde bir artışa neden olacak”mış. Kuşkusuz bu yaklaşım, artan rekabetin bir diğer etkisini hesaba katmıyor. AB şirketleri Ukrayna’ya serbestçe ihracat yaptıkça, pek çok Ukrayna şirketi buna ayak uyduramayacak ve kapanmaya ya da işçilerini çıkararak üretkenliği arttırmaya zorlanacak. Yükselecek olan ise hane tüketim oranı değil, topyekun işsizlik olacak. Özgür Avrupa Radyosu bunlardan bahsetmiyor.
Anlaşma, AB-Ukrayna ekonomik ilişkilerinin daha geniş bir gidişatının bir parçası olarak da görülebilir. Bu anlaşma öyle muazzam krediler taahhüt etmiyor. Ancak önceki anlaşmalar etmişti. Özgür Avrupa Radyosu’nun bahsi geçen değerlendirmesine göre, Ukrayna 2011 yılında 1 milyar Euroluk bir hibe aldı ve “Eğer Kiev yönetimi IMF ile 15 milyar Dolarlık bir borç anlaşması imzalarsa, 600 milyon Euroluk bir hibe daha alabilecek”. IMF’den alınması istenen kredinin ödeme koşullarını bilmiyorum ana tahmin edebilirim. Bu türden anlaşmalarla, zaten yoksul bir ülke olan Ukrayna’ya Yunanistan tarzı kemer sıkma politikaları gelecek. Dahası da var. “Eğer Ukrayna AB’nin kaderine ortak olursa, halihazırda yararlandığı imtiyazlı orandan mahrum kalarak doğalgaz tam piyasa değerini ödemek durumunda kalacak” (Marina Lewycka, Guardian, 1 Aralık). İmtiyaz oranı dediğimiz şey –yani doğalgazı daha ucuza almak– Rusya’nın Ukrayna’nın doğalgaz tedarikçisi olması nedeniyle Rusya-Ukrayna ilişkilerinin bir ürünü. Bu imtiyazı kaybetmek demek, hem haneler hem de firmalar için daha yüksek doğalgaz faturaları demektir. Hane tüketimini arttırmak dedikleri bu olsa gerek.
Yanukoviç ve tayfası muhtemelen daha iyi bir anlaşma elde edene kadar bu anlaşmadan uzak duracaktır çünkü bu anlaşma hayata geçtiğinde, imtiyazlı iş çıkarlarının Avrupa Birliği tarafından, daha yüksek enerji fiyatı ve muhtemelen AB-tarzı kemer sıkma politikalarına dönük kitlesel öfke üzerinden tehdit altına gireceğini görmektedirler. Yanukoviç ve tayfasının da korumaya çalıştıkları şeyler var elbet. “Yanukoviç, kendi çevresi ve finansal destekçileri çılgınca ve alenen zenginleşirken, ülkenin mali çöküşün eşiğine gelmesine yol açtı” (Ian Traynor, Guardian, 1 Aralık 2013) Aynı yazarın Guardian’daki bir başka yazısına göre ise Yanukoviç’in kendisi de “Kiev dışında bir malikanesi olan çok zengin bir adamdır. Peki, bu zenginlik nereden geliyor? Yoksul bir geçmişe sahip olması nedeniyle mirastan olmadığı malum. Belki de aradığımız cevap, iş-olarak-siyaset, nam-ı diğer yolsuzluk olabilir. Yanukoviç ve dostlarının kaybedecek çok şeyi var ve bundan da ötesi, büyük doğalgaz ihracatçısı, eski emperyal amir ve güçlü komşu Rusya’nın baskısını üzerlerinde hissediyorlar. Köklü çıkarları, jeopolitik bağları ve çevik kuvvet ordusuyla, yönetici sınıfın Yanukoviççi kanadı kolay lokma da değil.
Şimdi, elimizdekilere bir bakalım. Bir tarafta, aşırı zengin ve Rusya’yla sağlam bağlantılara sahip ve emrine amade bir ordu olan köklü iktidar sahipleri, diğer yanda AB yönelimli güçlü sermaye ve siyasi çıkarlarına sahip elitler var. Geleneksel yolsuz sermaye ilişkilerine alternatif olarak modernize edilmiş kemer sıkma politikaları öne sürmek adettendir. Bir tercih yapmak zorunda değiliz. Bu kavga, yönetici sınıfın AB yanlısı kanadının protestocu kitlelere muazzam bir etkide bulunmakta başarılı olduğu sermayeler-arası bir çatışmadan başka bir şey değildir. Bu anlamda, burada taraf olmak için hemen hiçbir sebebimiz yok.
Ancak işte bulmaca da burada başlıyor. Muhalif politikacıların binlerce ya da onbinlerce yandaşını seferber etmesi anlaşılabilir. Ancak son birkaç günde, sadece başkent Kiev’de yüzbinlerce kişiden bahsediliyor. Soğuk sokaklarda, rüzgar ve kar altında, yarım milyon insan çevik kuvvetle karşı karşıya geliyor ve bunu sadece Moskova-yanlısı sermayedarlar yerine AB-yanlısı sermayedarlar tarafından sömürülmek uğruna yapıyor, öyle mi? İnsanlar sokaklara barikatlar kuruyor, binaları işgal ediyor ve bunu eski moda yolsuzluk yerine AB patentli kemer sıkma politikalarını tercik ettikleri için yapıyorlar, öyle mi? Bu pek akla yatkın gelmiyor. Başka etkenler de devrede.
Bir kere, hareketin tamamı geleneksel muhalif partilerin destekçilerinden oluşmuyor. Hareketin içinde bütün politikacılara karşı belirli bir mesafede olan güçlü, öğrenci temelli bir hareket de mevcut. Yazıda adı daha önce geçen Marina Lewycka’nın da dediği gibi: “Meydana toplanan genç insanların reddettiği şey, tam da bu siyasi intikamcılık oyunu.” Claire Biggs’in 25 Kasım’da söylediğine göre, sokak hareketinin bu kanadının açıkça ilham aldığı şeylerden biri Occupy [Wall Street] Hareketi: “Turuncu Devrim’den farklı olarak, bugünün protestocuları iki ayrı yürüyüşe bölünmüş haldeler – meydanlardan birinde Occupy Hareketi’nden ilham alan bir partiye bağlı olmayan gençler, diğerinde ise siyasi parti yandaşları.” Occupy Hareketi, zayıflıkları bir yana, anımsanacağı üzere pek de AB yanlısı bir hareket değildi. Pek sermaye yanlısı olduğu da söylenemez. Claire Biggs ise 27 Kasım’da Özgür Avrupa Radyosu’nda şunları söylüyordu: “Gösteriler bağımsız bir Ukrayna’da doğan ve Sovyetler Birliği’ne ilişkin –varsa da– çok az anısı olan yeni bir protestocu kuşağını ön saflara taşıyacaktı. Bu gençler kendilerini Avrupalı olarak görüyorlar, geleneksel siyasetten hayal kırıklığına uğramışlar ve önde gelen muhalif figürlerle ile de giderek anlaşamaz hale geliyorlar.”
İşte şimdi hikaye ilginç hale geliyor. Muhalefet açısından, bu genç insanlar –eski moda jargonla “nesnel olarak”– muhalefet açısından sahendeki ordudur. Ancak bu gençler kendilerini öyle görmemektedir ve bu yönde davranacaklarının garantisi de yoktur. Özgüvenlerini kazanma eğilimiyle –her ne sebeple olursa olsun– günden güne kitle protestolarında bir araya gelen insanlar, kendi başlarına düşünceler geliştirmeye başlayabilir ve buna uygun hareket etmeyi uygun görebilirler. Dolayısıyla bu türden protestocularla daha geleneksel olan siyasi muhalefet arasında bir gerilim vardır. “Şu ana dek muhalefet liderlerinin büyük kısmı, öğrencilerin parti sembollerini ortadan kaldırmaya dönük taleplerini dikkate almış değil.” Bir taraf talep eder, diğer taraf razı olmaz. Bu, muhalif politikacıların hoşlanmadıkları bir yönde ilerleyen insanlara uygun bir tür reçete sayılabilir.
Artık gördüğümüz üzere, ortada bir değil; biri geleneksel partiler, diğeri ise daha genç, Occupy-tarzı protestocuların yer aldığı iki kitle mevcut. İkincisi üzerine ilginç şeyler okuyoruz: “Destekçilerin bağışladığı battaniyeleri, yiyecekleri ve kalın giysileri paylaştıran gönüllülerin katılımıyla koordinasyon komiteleri kuruldu. Kiev’deki koordinasyon aynı zamanda diğer şehirlerden gelen göstericiler için kalacak yer de ayarlıyordu.” Bu kesinlikle anti-kapitalist bir harekettir ve burada kendi talepleri olan bir işçi eylemliliğine dönük hiçbir işaret göremiyorum. Evet, bir genel greve dönük çağrılar mevcut. Fakat Shaun Walker’ın 1 Aralık’ta Guardian’da yazdığına göre, bu çağrılardan biri Lviv ve çevresindeki “bölgesel otoriteler” tarafından yapılmıştır. Yani bu çağrı muhtemelen muhalif siyasi partiler eliyle yapılmıştır. Bu eylemin genel olabileceği ancak ciddi anlamda bir işçi grevinden bahsedilemeyeceği anlamına gelir. Dolayısıyla, ortada işçilerin hiçbir ama hiçbir bağımsız rolü görünmemektedir. Ancak ortada bir de radikal hareketlere rengini veren, akla gelebilecek en radikal-olmayan siyasi düşüncelerle harmanlanmış bir parça benzersiz yatay ve kendin-yap pratiği de var. Bu tuhaf bir karışım. Fakat açık olan o ki sermaye ve AB yanlısı sağcı politikacıların hakimiyeti tastamam değil.
Kuşkusuz Occupy-tarzı aktivistlerin bile Avrupa yanlısı tavrı da oldukça tuhaf ve yanlış anlamalarla dolu. AB, göstericilerin inanabileceği türden bir özgürlük ve modernlik cenneti değil. Romanlar Fransa ve hemen bütün Avrupa’da eziyet görüyor, mülteciler tutuklanıyor, sınırdışı ediliyor ya da Akdeniz’in sularında boğulmaya terk ediliyor, kemer sıkma karşıtı protestocular ve anti-faşistler hemen bütün şehirlerde çevik kuvvetin saldırısına uğruyor… bütün bu insanların AB tarzı özgürlüğe ilişkin anlatacak en az bir ya da iki hikayesi vardır. Şimdi, Ukrayna bir AB ülkesi olsa dahi, pek de Almanya gibi olmayacak. Daha çok halihazırda kemer sıkma politikalarına karşı güçlü bir hareketin olduğu İspanya, Yunanistan ya da Slovenya gibi olacak. Ukraynalı protestocular açısından “Avrupa” bir tür mit olarak işlev görüyor; tıpkı pek çok radikal açısından Sovyetler Birliği’nin 1930’larda, Küba ve Çin’in 1960’larda ve Nikaragua’nın 1980’lerde olduğu gibi. Mitin arkasındaki yalanları teşhir edebiliriz ancak aynı zamanda mitin cazibesinin arkasında yatanın ne olduğunu da anlamak durumundayız: Özgürlüğe dönük bir tutku ve Yanukoviç tarzı siyasetin reddi. Tutkunun ve reddiyenin kendisi tamamen meşru fakat siyasi ifadenin kendisini AB yanlısı bir yönelimde bulması, gericidir.
Gelişmeleri daha da olumsuz kılan şey ise Ukrayna milliyetçiliğinin rolüdür. Avrupa yanlısı ifadelerin arkasında yatan şey, özgürlüğe yönelik bir arzudan ibaret değil. Bu ifadeler aynı zamanda Rusya’yı çağrıştıran her şeye karşı çıkmak anlamına geliyor. “Biz Avrupa’ya aidiz” sloganı “Rusya’ya, onun nüfuz alanına, onun geleneklerine ait olmayı reddediyoruz” demenin bir başka yolu. Rusya, hem Çarlık hem de Sovyetler Birliği zamanında Ukrayna’nın emperyal hamisiydi. Halk, onların, Stalin’in insanları kolektivizasyona engel olan köylüler olmaları ve Rusya hakimiyetine engel olan Ukraynalılar olmaları nedeniyle açlıktan ölmelerine göz yumduğu düşüncesini taşıdığı 1930′lardaki açlığı unutmadı. Ukrayna halkının Rusya’nın rolünü tahrip edici ve baskıcı bir güç olarak hatırlamak için geçerli nedeni var.
Ancak Ukrayna milliyetçileri, bu duyguyu Rus-karşıtı bir şovenizme dönüştürmek adına istismar ediyor. Milliyetçiler, sorun sanki Rus dili konuşan insanlarmış gibi davranıyor. Bu Rus-karşıtı şovenizm, berbat bir sicille, soykırımcı Petlyura’nın başını çektiği 1919′daki Nazi-yanlısı rejimden karelerle birlikte Ukrayna milliyetçi geleneğinin de bir parçası. Ve bu gelenek İkinci Dünya Savaşı sırasında Ukrayna’da Nazilerle yapılan kapsamlı işbirliğini iyi bir örnek olarak anmaya devam ediyor. İşte bu milliyetçilik halen canlı.
Aşırı sağcı güçler, geçtiğimiz haftalarda gerçekleşen protestoların belirgin bir parçasıydı. Buldozerle başkanlık sarayını yıkmaya bile yeltendiler. Kendimizi hareket hayranlığına çok kaptırmadan önce, katılımcılar üzerine bazı bilgiler edinmek faydalı olabilir. Pek çok kişinin söylediğine göre, kalabalığın arasında Dmitro Korçinski de göze çarpıyordu. Korçinski, kendi ideolojisini “Hıristiyan Ortodoks milli-anarşizm” olarak açıklayan bir siyasi örgüt olan Brastvo (Kardeşlik) adlı grubun başını çekiyor. Ortada tabii ki anarşist olan bir şey yok; söz konusu olan güce tapan Ortodokslukla aşırı milliyetçiliğin bir karışımından başka bir şey değil. Bunlar açıkça faşist bir grup ve başkanlık sarayını yıkma girişiminde de rol almış olmaları muhtemel. Belediye binasının işgali ise başını Oleh Tyahnbok’un çektiği milliyetçi bir örgüt olan Svoboda (Özgürlük) Partisi’nin işi. Tyahnbok, “Rusya’ya vize uygulanması çağrısında bulunuyor ve Rusça’nın devletin ikinci dili olmasına karşı çıkıyor”. Bu bilgilere, dikkatli kullanılmadığı takdirde pek de bilgilendirici sayılamayacak, Soğuk Savaş modeli bir Batı yanlısı bilgi kaynağı olan Özgür Avrupa Radyosu’nun internet sitesinde, protesto hareketinin başını çekenlerden biri olan Daisy Sindelar’ın yazdıklarından ulaştım. Yeri gelmişken, Tyahnbok’un aynı zamanda Ukrayna’da kesinlikle henüz son nefesini vermemiş bir başka gerici geleneği olan anti-Semitizm’le de suçlandığını not düşelim.
Artık elimizdekilere yeniden bakabiliriz: Üç bileşenin kombinasyonuna ulaştık. İlki, Rusya yanlısı hizip ve AB yanlısı hizip arasında geçen bir elitler arası mücadele. Burada AB yanlısı hizip destekçilerini sokağa çıkarırken, Rusya yanlısı olan ise çoğunluğa sahip olmakla birlikte özellikle sokağa çıkarmamıştır: Yanukeviç’i baskıyla ve bürokratik idareyle destekleyen yandaş protestolar da oldu. İkincisi, öfkesini ve arzularını Avrupa yanlısı bir söylem üzerinden ifade eden ancak tamamen farklı bir yöne giden kısmen yatay ve radikal pratikler sergileyen bir gençlik isyanı. Üçüncüsü, kısmen faşizmin de görünür olduğu Rus-karşıtı bir şovenizm ve genel olarak milliyetçiliğin artık kadroları. Bütüne bakıldığında, yaşanan şey, gerici bir rejime karşı basbayağı sağcı bir isyandır. Ancak isyan dahilinde çelişkiler de mevcuttur. Elitler arası bir mücadelenin, manipüle edilmiş, el altından idare edilen bir iktidar mücadelesinin elitlerin kontrolü dışına taşması tarihte ilk defa yaşanacak bir şey değildir. İşler çığırından çıkabilir ve bunun hangi yönde olacağını tahmin etmek mümkün değildir.
[Libcom.org’daki İngilizce orijinalinden Sendika.org tarafından çevrilmiştir.]