yazılarröportajTegiye Birey ile "Erkek Şiddeti" üzerine
yazarın tüm yazıları:

Tegiye Birey ile “Erkek Şiddeti” üzerine

333 Takipçiler
Takip Et

Yeniçağ podcastını dinleyin

tegiye-birey-ile-erkek-siddeti-uzerine (1)Filiz Uzun’un Yenidüzen Gazetesinin eki Adres’te Tegiye Birey’in röportajı

Şiddete uğramayan kadın var mıdır ülkemizde hep merak etmişimdir. Yok gibi geliyor bana. Şiddetten kastım fiziksel şiddet değildir sadece. Psikolojik, cinsel, ekonomik herhangi biri… İstatistikler maalesef beni doğruluyor gibi. Anneannemiz, annemiz, biz, şimdi sıra kızlarımızda mı? Ne zaman bitecek peki?

Doğduğumuz andan itibaren belirliyor kaderimizi ailelerimiz aslında, hatta doğmadan. Pembelerle süslüyorlar odamızı ya da bebeklerle. Gör bak işte sen kızsın. Bebek doğuracak, yemek yapacaksın. Bu, okulda da devam ediyor, okul kitaplarıyla da vurgulanıyor kadının görev ve sorumlulukları.

Kız çocuğu doğru oturmalı orasını burasını açamaz, ama erkek üstü çıplak gezebilir. Kadın eve geç dönemez, sokaklarda tek başına gezemez, erkek dilediği vakit gelebilir. Kadın evde temizlik, ütü, yemek, çocuk bakımından sorumludur, erkek çalışır, para getirir. Oysa artık kadın da çalışıyor. O da para kazanıyor. Ama kadının görevi bitmiyor, evde devam da ediyor.

Kadın şiddet uygulayıcı eşinden boşanır, bir şiddet uygulayıcı gider onun yerine bini gelir misali bu sefer aile devreye giriyor. Anne, baba, abi, komşu, iş yerinde patron, hatta dostların bile. Artık dulsun! Daha dikkatli olmalısın! Çocuğunu düşün! Aman adın çıkacak! Eve her giren senin potansiyel sevgilindir, her seslendiğin de. Kadın çocuğu için mücadele eder ama çocuklar da anneyi sömürmeye başlar. Hep dışarıdasın benle ilgilen, ödevime yardım et, güzel yemek yap, hasta olduğumda yanımda kal. Bunlar hep anneden beklenir. Büyüyüp evlenirler doğurdukları çocuklara bakman istenir. Annen, baban yaşlanır onlara da bakmalısın.

Kimse erkeği sorgulamaz. Kimse erkeği yargılamaz. Kimse erkekten yapabileceğinin üstünde bir performans beklemez. Erkek için tüm yaptıkları ya da yapamadıkları normaldir. O erkektir!

Kadınlar birleşmeli ve buna bir son vermelidir. Kadınlar dışarı çıkmalı, sokağa. Kadın çalışmalı, para kazanmalı, kadın devlete baskı yapmalı haklarını kazanmak için. Kadınlar örgütlenmeli, ağzını açmalı ve avazı çıktığı kadar bağırmalıdır.

Emeğimi, duygularımı, bedenimi sömürmeyin diye!

FEM’in genç kadınları bizler için, kadınlar için bir araya geldiler. Onlar her türlü şiddete maruz kalıyorlar biz kadınlar için. Farkına varalım, şiddete uğrayanlara yardım eli uzatalım diye. Eşleri tarafından, erkekler tarafından öldürülen kadınları unutmayalım diye. Bir el de biz verelim. Hem kendimiz hem de çocuklarımız için. Yarın şiddet nedeniyle bizim ölmeyeceğimizin garantisi var mıdır?

Sevgili Tegiye Birey, YKP FEM aktivistleri ve tüm aktivist kadınlar. İYİ Kİ VARSINIZ.

 

SOKAK EN GÜZELİ…

F.U: YKP-FEM aktivisti olarak örgütünüzün toplanma amacı nedir?

T.B: YKP-FEM 3 yıl önce kuruldu. YKP sempatizanı ve üyesi birkaç kadının ağırlıkla sokakta eylem yapacak bir feminist örgütlenme isteğiyle oluşturduğu bir örgüttür. Gitgide sayımız arttı ve bu günlere geldik. YKP, geleneksel hiyerarşik parti yapılanmalarına uymayan alternatif bir parti olarak, bu özerk feminist hareketin oluşmasına uygun bir zemin sağladı.

F.U: Sokakta eylemlilik dediniz. Bunu açabilir miyiz?

T.B: YKP ile de örtüştüğümüz noktalardan biriydi bu; “sokaktan iktidara” söylemlerini destekledik. İnsanların ilgisini belirli konulara odaklayabilmek için sokakta eylem yapmanın etkili olduğunu düşünüyoruz. Bir binada kadın haklarıyla ilgili bir etkinlik düzenlendiğini düşünün, konuyu gündemine almayan, öncelik etmeyen, vakti olmayan insanlara ulaşamazsınız. Atölye çalışmaları, film gösterimleri, paneller de düzenliyoruz ancak inanıyoruz ki kitlelere ve “ilgisizlere” ulaşmak için sokaktan güzeli yoktur.

F.U: İlkeleriniz nelerdir?

T.B: Eşitlikçi, özgürlükçü bir sosyalist feminizm modelidir aklımızdaki. Anti-militarist mücadelemiz, tahayyül ettiğimiz toplum düzeni için vazgeçilmezdir. Anti-militarizm, ekolojik hareketler ve feminist aktiviteleri zaten ayrı ayrı düşünmemiz mümkün değildir. Bu mücadelelerin hepsi birbirine bağlantılıdır. Bir çevre katliamı, sermayedarların sermaye birikimlerini sağlayan bir durumdur. Aynı zamanda kadının emeğinin sömürülmesi de başkalarını zengin etmektedir. Kadının emeğinin karşılık verilmeden sömürülebileceği, doğal kaynakların da kar amaçlı sömürülebileceği mantığına dayanmaktadır içinde yaşadığımız ekonomik düzen. Bunlarla bütünlüklü bir mücadele vermeye çalışıyoruz.

 

ŞİDDETİ İNKAR

F.U: Şu anda ülkemizde kadına yönelik şiddetin durumu nedir?

T.B: Çoğu insan şiddet konusunda inkar içinde. Şiddet konuşulmadığı için coğrafyamızda şiddet yaşanmadığı düşünülür veya şiddet uygulayanlar da sessizliğe güvenip “şiddet yok” der. Bunun da nedeni konuşmanın bile getireceği zararın büyüklüğü ve salt konuşmadan ortaya çıkacak zararı bile karşılayabilecek mekanizmaların olmamasıdır.

F.U: Kadın neden uygulanan şiddetten bahsetmiyor?

T.B: Kadın “bana şiddet uygulanıyor” dediğinde onu destekleyebilecek mekanizmalar yok. Öncelikle kime başvuracak? Şiddete uğradığını kabullenip bunun hakkında konuşmak yeterince zor bir durum psikolojik olarak. Kabullenmiş ve anlatmış olduğunu farz edelim, o kişi ona ne gibi bir yol sunabilecek? Bunların cevabının olmadığı bir yerde yaşıyoruz. Yasaların bazı tadilatlardan geçirildiği bir dönemdeyiz. Bu tadilatlar umut vaat eden gelişmelerdir. Ancak yasaların tek başına değişmesini hiçbir anlam ifade etmez. Yasalar geçse de uygulanmayacaktır. Kıbrıs’ın kuzeyi uluslararası anlaşma, sözleşme deryası ancak uygulayıcı mekanizmalar yok. Hadi diyelim birgün yasalar uygulanmaya başlandı, şiddet belirli yasalar ve sadece eğitimle engellenemez. Daha köklü sebepleri var şiddetin.

F.U: Nedir bunlar?

T.B: Militarist toplumlarda şiddet normalleştirilir. Siz kadına yönelik şiddetle ilgili istediğiniz kadar yasa oluşturun, mesela erkeklerin askere gittiği, askeri düzenin dayatmak, ötekileştirmek, yok etmek, emir vermek, tahakküm kurmak, öldürmek gibi aracı olan eylemlerin sivil düzene de yansıdığı bir toplumda şiddetten normali yoktur. Kimin için normal? Erkekler için. O derece ki şiddet eğilimi olmayan erkek eksik sayılıyor, egemen erkeklik tanımlarına uymuyor diye. Toplumda şiddeti yayan ve normalleştiren bu tür yapılara karşı durulmadıkça yasaların öngördüğü cezayı göze alan yine yapacağını yapabilecektir veya yapmayan şiddetin yanlışlığından dolayı değil sırf kendi ceza almasın diye şiddet uygulamayacaktır.

 

FİZİKSEL ŞİDDET

F.U: Son zamanlarda eşi ya da sevgilisi tarafından öldürülen kadınlar da susmuş muydu?

T.B: Susmadılar, şiddete uğradıklarını ailelerine, arkadaşlarına söylediler. Hatta defalarca polisi aradılar. Buna rağmen öldürülüyorsa, bizim düşünmemiz gereken çok şey var.

F.U: Kadına yönelik şiddet konuşulduğunda çoğu insan fiziksel şiddeti anlıyor değil mi?

T.B: Fiziksel şiddete baktığımızda; vurma, tokat atma, kesici aletle yaralama, tecavüz, cinsel saldırı gibi şekiller alır. Ama psikolojik şiddette elle tutulamayan şekillerde karşımıza çıkan ve şekillerde etki eden bir şeydir. Bu sebeple algılanması, tanımlanması daha güç olabilir. Ancak psikolojik şiddetin de fiziksel sonuçlar doğurduğunu biliyoruz; kadınlar panik atak, mide ağrıları vs. gibi fiziksel zarara da uğratılabiliyor yaşadıkları sonucunda. Nasıl toplumsal cinsiyet öğretileri fiziksel şiddet uygulama, sert olma gibi eylemleri erkeklerden bekliyor veya bu hareketleri erkekler için daha uygun buluyor, psikolojik şiddet uygulama izni de yine erkekler için daha geniş. Dilimize bakın, çoğu küfür kadını aşağılama üzerinden şekillenmiş. Bu bile kadınlar olarak hepimize yapılan bir saldırıdır.

F.U: Şiddet sadece erkekten değil kadından da, toplumdan da devletten de şiddete uğruyor değil mi?

T.B: Şiddeti sistematik şekilde düşünmemiz gerekir. İş hayatında da kadını sadece kadın olduğu için yaşadığı şiddet şekilleri vardır. Kadın hamile olduğu için işe alınmıyor ya da işten çıkarılıyorsa bu ona uygulanmış bir ekonomik şiddettir. Veya yolda yürürken bir arabadaki erkeğin korna çalması, ıslık çalması aracılığıyla bir kadını taciz etmesi de şiddettir. Bu tür hareketler, kadını sokaktan uzaklaştıran, illa yanında biri olması gerekliliğini kadına hissettiren, hatta sanki suçlu oymuş gibi tacize uğrayan kadının tek başına dışarıya çıkmasını engelleyecek sonuçlar doğurmaktadır. Aileler kız çocuklarını sokaktan uzak durmasını öğretirken, erkek çocuklara kadınları taciz etmemesini, laf atmamasını öğretmez. Bunlar kadınların şiddetle dolu yaşamlar sürmesine yol açan sistematik yapıtaşlarıdır.

 

TOPLUMUN ÇİZDİĞİ SINIRLAR

F.U: Şiddet öğrenilen bir davranıştır. Anneler önemlidir değil mi?

T.B: Deniz Kandiyoti adında bir feminist akademisyen var. Onun Türk toplumu üzerine yaptığı bir araştırma var. Kayınvalide üzerinden yaptığı araştırmada; hep şiddet, baskı gören kadın o iktidar pozisyonuna ulaştığında (kayınvalide olduğunda) hayatında tek güçlü olabileceği an olduğu için hemen o da şiddet uygulamaya başlıyor. İnsanın doğasıyla da ilgili değildir şiddet. Her erkek agresif, öfkeli olacak her kadın da anlayışlı, sakin ve barışçı olacak diye bir şey yoktur. Toplumun çizdiği sınırlar vardır. Erkeğe çizilen şiddet izni çok genişken kadına çizilen ise çok dardır. Ancak, kadınların da aynı şiddeti dönüp başkalarına uygulayabilme durumları olabiliyor, ancak bu da daha çok kendinden daha güçsüz kabul ettiği diğer kadınlar oluyor. Bu kadın aslında “erkeklik” performansı sergilemiş oluyor.

 

ÖZGÜRLÜK DE ŞİDDET DE ERKEKLERİN!

F.U.: Devlet kadını korumuyor değil mi?

T.B: Sosyal devletlere bakıldığında, kadın sosyal politikaların merkezindedir. Bakım politikaları var sosyal devletlerin. Burada kadının çocuğuna bakması için ister ödersin, ister çocuk devletin açtığı kreşlere gider. Çocuk orada beslenir, bakılır, eğitim alır. Çocuk annenin babanın malı veya sorumluluğu olarak değil, toplumun bir üyesi olarak algılanır ve sosyal devleter onun sorumluluğunu taşır. Çocuğun bakımının olduğu gibi engellinin, yaşlının, hastanın bakımında da sadece kadının emeğinin sömürülmesi ile değil, devletin desteği ile gerçekleşir sosyal devletlerde. Bizim coğrafyamızda kadın doğurduğu çocuğa bakmakla yükümlüdür. Daha sonra çocuk büyür ailesinden biri yaşlanıp hastalanır ona bakmakla yükümlüdür, sonra torunu olur torununa bakar ve onu büyütür. Ya da baba boşandıktan sonra çocuğunu da terk edebilir. Para göndermeyebilir, görmeyebilir. Ancak bunu kadın yaptığında bu kabul edilir bir şey değildir. Özgürlük da şiddet gibi erkeklere aitmiş gibi alıglanıyor, erkeğe dairmiş gibi. Biz bunları kabul etmiyoruz.

 

IRK, DİN BUNUN NERESİNDE?

F.U: Şiddetin eğitimsiz kişilerde ya da bazı ırklarda daha çok görüldüğü düşünülür. Bu bir yanılgı mıdır?

T.B: Şiddetin eğitimle, ırkla, dinle azaldığının ya da çoğaldığının düşünülmesi yanlıştır. Dünyanın her yerinde kadına yönelik şiddet vardır. Bunun şekli değişebiliyor. Amerika’ya baktığımızda silah kültürün bir parçası o yüzden kadın cinayetleri silahla oluyor. Hindistan’a baktığımızda orda silah pahalı, kadını öldürmek isteyen ateşe veriyor. Amerika’dan bakıldığında Hindistan’ın ne kadar vahşi oldukları görülür. Dünyadaki istatistiklerde her üç kadından biri şiddete uğruyor. Kıtadan kıtaya da değişiklik göstermiyor. İçinde olduğumuz neoliberal sistem kadını fakirleştiriyor, şiddetin kapısı böylece açılıyor çünkü kadın bağımlı yaşamak zorunda bırakılıyor. Kadın bakım işlerini de yürütecek ev işlerini de yürütecek diye yarı zamanlı, esnek işlerde çalıştıkça hayat güvencesi için yatırım yapamıyor, o an aç kalmıyor belki ama ilerisi için bir güvencesi olmuyor çünkü sigortası yatmıyor, özellikle de sosyal bir devlet değilse yaşadığı coğrafyada bu kadın yaşlanınca ne olacak? Bunlar düşünüldüğünün aksine, birçok eğitimli, modern algılanan toplumlardaki kadınların da derdidir. Ekonomik sömürü iş yerindeki ve evdeki şiddetin yolunu kolayca açıyor.

F.U: Kadına yönelik şiddetle ilgili yaptığınız etkinliklerde farkındalığı artırmak mıdır amacınız?

T.B: 25 Kasım sabahı yaptığımız etkinliğimizde, geçtiğimiz senelerde öldürülen 5 kadının yapmış olduğumuz heykelleriyle Hamitköy çemberinde durduk. “Kız kardeşlerimizi unutmadık”, “Dövemezsin, tecavüz edemezsin, öldüremezsin” “kadın cinayetlerine son” gibi sloganlar ve pankartlarla orda durduk. Trafiğin yoğun olduğu bu yerde insanlarla göz göze geldik. Bir yoğunlaşma anı olduğu için önemliydi. Kadın cinayetleri, “her yıl şu kadar sayıda kadın öldü” diye bahsedilecek konular değildir, sayı değildir kadın bedenler. Eylemimizle bu öldürülen kadınlar unutulmadı, biz bu davaların takipçisiyiz mesajını vermeyi amaçladık. Kadınlar aşk cinayetinden öldürülmüyor veya yanlışlıkla ölmüyor, “kocasını aldattı, ayrılmak istedi, seks kölesiydi bu yüzden hakkıdır öldürülsün” bahanelerini kabul etmediğimizi, hem medyada hem de insanların kafasındaki bu paradigmaların değiştirilmesi gerektiğini savunuyoruz ve etkinliklerimiz de bu yönde şekillenmektedir.

 

MEDYA OLAYLARI ROMANTİKLEŞTİRİYOR

F.U: Öldürülen kadınlardan bazıları için de seks işçisi oldukları yazılmıştı. Bir daha da bahsedilmedi değil mi?

T.B: Judy ve Marianna gece kulübünde çalışırken öldürülmüş kadınlardı ve bu kadınların ölümlerinden kimse sorumlu tutulmadı. “Zaten Kıbrıslı değiller, zaten seks kölesi yapıldıkları için değersizdirler” diye düşünülüp bu konuda yaşananların üzeri kapatılıyor. Judy, Marianna ve daha birçok seks kölesinin borca bağlandırılıp insan ticareti mağduru olmalarının, uyuşturucu madde kullandırılmalarının, çeşitli hastalıklara yakalanmalarına rağmen para uğruna tedavi edilmeden çalıştırımaya devam edilemelerinin, sistematik tecavüze uğramalarının üzeri kapatılıyor derken, cinayetlerinin üzeri de kapatılıyor. Öldürülen kadınlardan biri olan Aşkın, tehdit aldığını defalarca polise bildirdi ancak öldürüldü. Sibel ve İmrane için de durum benzer; Medya, olayları “aşk cinayeti” diye romantikleştiriyor. Bunun adını koymak lazım, burada öldürülenler ve katiller var, şeker kısvesiyle üzeri örtülemeyecek şeyler var. Bu kadınlar hayattaydılar ve sırf kadın oldukları için öldürüldüler. Belki hayatları birbirine benzemeyen kadınlardı ancak onları öldüren aynı kurşun.

 

DÜŞMAN EVDE

F.U: Şiddet konusunda artık farkındalığı artırmanın ötesine geçilmesi gerekmiyor mu?

T.B: Bu kesinlikle yetkililerin görevi olan bir şeydir. Yasalarda vatandaş tanımı erkek baz alınarak yapılmıştır ve onun bir alt versiyonu da kadındır. Vatandaşa verilen haklar erkek tecrübesi göz önüne alınarak belirlenmiştir. O yüzden bütün haklar, özgürlükler hep erkeğe tanınmıştır. Kadına dair durumlar gözetilmemiştir bu haklar verilirken. Bu yüzden farkındalığı, yasayı ve hakları düşünürken hepsi bir bütündür. Kadın, haklarını bilecek, farkında olacak ki talep etsin. Kız kardeşlik mekanizmasını çalıştırıp yardımlaşarak ve dayanışarak haklarımızı almamız gerekir. Simone De Beauvoir’in çok güzel bir sözü var: “Kadınlar bir araya gelip devrim yapamıyor çünkü düşmanla aynı evde yaşıyor”. “Düşman” burada metafor olarak düşünülebilir; bir savaş olduğunu düşünmek istemeyiz ancak kadın/erkek ilişkisini patron/işçi ilişkisine benzetebiliriz. İşçinin patrondan bağımsız bir araya gelmesi mümkün değilse nasıl örgütlensin?

 

F.U: Kıbrıs’ta hala bir sığınma evi bile yok. Kadın eşini şikayet ettikten sonra nereye gidecek?

T.B: Hatta şikayet ettiği için daha güçlü bir şiddete maruz kalıyor. Kıbrıs’ın kuzeyinde nüfusla orantılı olarak en az 3 adet sığınma evi olması gerekmektedir. Sosyal Riskleri Önleme Vakfı’nın bir yeri var ama ona sığınma evi diyemeyiz. Çünkü çok bilindik bir yerde ve kadınlar orada kalmayı reddediyor, imkanlar çok kısıtlı. Yetkililerin bu alanda bir çalışma yapması gerekir. Sivil toplum örgütleri de yardımcı olacaktır. Sığınma evlerinin geçici olarak kullanılması gerektiğini savunuyoruz biz YKP-fem olarak. Evden ayrılacak, hayatından koparılacak biri varsa şiddete uğrayan değil, şiddet uygulayan olmalıdır.

 

GECE KULÜBÜ İLİŞKİLERİ

F.U: Gece kulüplerinde durum daha vahimdir değil mi?

T.B: Gece kulüplerinde de kadınlar şiddete uğruyor. Herkes istediği işi yapmayı seçebilir ancak kimse bile bile isteye isteye iş yerinde şiddeti tercih etmez. Tecavüze uğruyorlar, işkence aletleriyle işkenceye maruz bırakılıyor. Yetkililerden bazıları gece kulüplerinde hissedarsa, poliste de bu işin içinde kişiler varsa bu suç çok köklüdür ve ortaya çıkıp tartışılması zordur. Halk devreye girip tek ses olmalı, bunlara geçit vermemeli. Şiddetten para kazanılmasının durdurulması gerekir ki bu da toplumsal baskıyla yapılmaktadır.

 

F.U: “Kadına şiddet” şablonu doğru mudur? Oysa şiddeti uygulayan erkektir.

T.B: Haklısınız erkek şiddeti demek, şiddeti uygulayan özneye vurgu yapmak önemli. Erkeklerin de bu bağlamda bir araya gelip kendi farkındalıklarını artırmaları gerekir. Bilinçli erkekler egemen erkeklik algılarına karşı durmalı ve bu konuda daha etkin rol oynamalıdır.

 

MECLİS VE KADIN

F.U: Mecliste kadının olması önemli midir? Doğuş Derya’nın orada olması bir avantaj mıdır?

T.B: Halkı temsil edip onun yasalarını yapacak kişilerin toplumsal cinsiyetlerine göre bu konuma getirilip getirilememesi, ehemmiyetli bir konudur. Bir halk ülke işlerine bakacak, ülkenin birçok konuda yasalarını belirleyecek, siyasete yön verecek kişileri hep erkek olarak seçiyorsa, partiler adaylarını hep veya çoğunlukla erkek gösteriyorsa, burada bir yanılgı vardır. O yüzden kadınların vekil olabilmelerinin yolunun açılması gerekmektedir. Salt kadın vekil temsili değildir. Feminist duyarlılığa sahip ve kadın, azınlık, engelli, LGBT bireylerin uğradığı ayrımcılığa duyarlı, ekolojik yıkıma karşı durabilecek politikaları öne sürecek kadın vekillerin temsiliyetidir esas olan.

Doğuş’un feminist sözünde konumuyla gelen bir değişim olmadı. Feminist bir vekil olarak erkek egemen bir ortamda baskı gördüğünü biliyor ve kınıyoruz. YKP-fem olarak bizim meclisle ilgili düşüncemiz değişmemiştir; meclisin işlevini yerine getiren bir araç olabilmesi için şu andaki durumdan farklı bir temele oturması gerekir. İşgalin sonlandığı, bağımsız bir temelde ve partilerin tek tük vekillerinin değil parti politikası olarak bazı değerleri savunduğu zaman meclis aracılığıyla etkin değişim getirebilecek noktaya gelebilir.

F.U: Son söylemek istedikleriniz?

T.B: Son olarak sizin aracılığınızla medyaya seslenmek istiyorum. Medyanın insan hayatındaki etkisinin bazı gazetecilerin, muhabirlerin farkında olduğundan çok daha fazla olduğu kanaatindeyim. Cinayet haberini etik kurallara aykırı ve insan hakları odaklı gazetecilikten uzak yapan bir haberci, bir sonraki cinayete sebep verebilen faktörlerden biri olabileceğinin farkında mıdır? Bu konularda duyarlı gazetecilerin ve habercilerin öncülük yapmasını dilerim ki artık katil için, tecavüzcü için, tacizci için bahaneler üretilmesin, daha çok kadın sırf kadın olduğu için öldürülmesin, tecavüze uğramasın, aşağılanmasın. Duyarlı kadın ve erkeklerden de yapabildikleri ölçüde kadına yönelik şiddete karşı bütünlüklü bu mücadeleye aktif olarak katılmalarını, bir ucundan tutmalarını, pasif görgü tanıkları olmayı kabul etmemelerini isterim. Böyle bir hayata mecbur değiliz, ölüme hiç…

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
334AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin