Yazıyı yazmadan önce okuduğum bir haber, bana ne kadar doğru bir iş yaptığımı anlattı. 1964 yılında İstanbul’dan Rumların sürülmesi olayı film yapılıp gösterime giriyor. Etrafta birkaç kişi ile ilgili tarih de olan olayı sorguladım. Gördüm ki kimse bilmiyor. Oysa İstanbul’da olan Rumların sürülme olayının bahanesi Kıbrıs sorunu gerekçelendiriliyordu! Tıpkı yine Türkiye yakın tarihteki 6 7 Eylül olaylarında yine İstanbul’da yapılan Rumlara yönelik katliamın yine Kıbrıs sorununa Türkiye’nin girme deneğimi olması gibi. İlgili olay yine “Güz sancısı” filimi ile işlendi. Böylelikle Türkiye’nin yakın tarihi sanat la örülerek yoğrularak görsel kültür belgesi olarak insanlara sunuldu. Havuza kayıpla unutturulan ve sonradan bunu resmi ideolojik güncelik le kullandırma fırsatı yaratılan durum kırılma sürecine kondu. Her iki film de hem Türkiye hem Kıbrıs’ın yakın tarih kirli çirkin ve sistemsel kurallar la faşizmin nasıl ortaklaşıp halkları kırdırttığının belgeleri olarak yeniden karşımıza geldi. Ben ilgili filimin reklamını dinlerken anladım ki “yakın tarihin önemli günlerini yaşayarak öğrendiklerim le yazdıkça, en azından okuyucuma önemli belek canlanması sağlamasına yardımcı olduğuma” inandım! Tam da bu haberi okurken aklıma daha yakın tarihin Maraş katliamının da yıldönümüne rasgeldiği belek de kıpırdadı!
Yıl 1978 oluyordu. Kıbrıs öğrenci yurtlarının kapatılması ile yorgun düştük. Dağılan savrulan arkadaşları yerleştirmek amacı ile çalışıyorduk. Yapılacak devrimci Yol mitingine katılıp hem kendi sorunalrımızı hem de Türkiyedeki faşizt baskıları kınama hazırlığına da giriştik. Nitekim mitinge katılıp Kıbrıs la ilgili sloganlarımızı da attık. Fakat daha olayın sıcaklığı yaşanırken Maraş üzerinden esen yel bize çok kötü haberler yağdırıyor du. Önce sansürler le 19 Aralıkta başlayan katliyam birkaç gün sora ancak gündeme düştü. Üstelik yönetim de Ecevit hükümeti vardı! Böylelikle Maraş katliyamının sürecini yaşayarak öğrendik….
Maraş katliyamının tarihi önemi hem yerel hem sistemsel di. Türkiye de din olayı kitlesel katliyam la kulanıma sunuluyor du. Bazı gelişmeler bekleniyor du. Özelikle aklımda kaldığı kadar “Çelik üçken bölgesi” denilen önemli bir Türkiye coğrafyası dinamik merkezli kılınıyor du. Alevi katliyamı adıyla Maraş, Sivas Tokat Malatya ekseni Çelik üçken stratejisi olarak söyleyenler vardı.
Maraş olayı aslında büyüklüğü kadar beklenmiyor ama bazı konturgerila hamleleri bekleniyor du. Nedeni ise şöyle düşünülüyor du: Özelikle Türkiye ilgili tarih de belirli bir seçki yapmaya zorlanıyor du. Darbe veya AET yolu ile Avrupa veya Neolierbaleşme geçişleri tartışması Emperyalist eksende yapılıyor du. Türkiye, Yunanistan, ispanya ve Portekiz ülkelerinin darbe geleneği de düşünülerek, onlara Neolierbnaleşme sürecini AET ekseninde geçmeleri öneriliyor du. 3 ülke direnç gösterse de özelikle darbe korkusu ve ordunun gücü sonucu AET yani şimdiki yenilenmiş şekli ile AB girişini kabul ediler. Fakat Ecevit hükümeti AET girişini ret etti! Böylelik le Türkiyenin darbe sürecine gireceği zaten bekleniyor du. Onun için yeni tırmanacak olaylar da düşünülüyordu. Özelik le Ülkücü hareketlerin artık toplumsal dinamikleri engeleyememe durumu nendi ile yeni ateşleyici darbe olayı yaratılması gerekiyor du. Maraş katliyamı bunun başlangıcı ve yeni döneme girilme kavşağı oldu.
Zaten olayın içeriği odenli net oluyordu ki ordu dahi “sıkıyönetim ilan edilmedik çe müdahale yapmama” tavrına girdi. Katliyamın günlerce sürmesinden sora Ecevit orduya teslim olup sıkıyönetim ilan etti! Maraş katliyamı ile tarihe çirkin sayfa oalrak yazıldı. Devletin göz göre göre seyredip hatta katliyamlara çanak tutması ile önemli bir kıyım oldu. Fakat yine ayni anlayışın sonucu da konu hiçbir zaman ne yargıda nede politik olarak doğrudürüs sorgulandı…….
Maraş katliyamı ile başlayan süreç 12 Eylül darbesi ile sonlandı. Darbe ile Türkkiye yeniden yapılandı. Neolibral sürece girdi. Din ve etnik ırkçılık devlet içi ağırlığı artı. Özal ile başlayıp şimdi Erdoğan ile sürdürülen yeni Türkiye yaratıldı…..
Maraş olayları sorası ders alınmamanın ve istenilen sistemin kanıtı ise günümüz de karşımızda! Devlet Suni eksenli otoriter yönetim gerçeği ve sistemin “ılımlı İslam modeli” olma durumunu yaşıyoruz. Kendine has karakterislikleri de kurumsalaştı. Tam da Maraş katliyamını algılamaya başlarken, Türkiye de bukez devletiçi çatışmanın yolsuzluk sayfası yazılıyor. Gülen Erdoğan çelişkisi derinleşme yolu ile karşımıza tabu olan hatta “başarı” sunulan kuraların nasıl yanlış adımlar la taşlandığını anlatmaya başladı. Mit çelişkisi ile artık uzlaşıdan uzlaşmazlığa dönüşen AKPCemaat çelişkisi şimdi yolsuzluk soruşturma adımı ile yeni sıçrama yaptı. Katri Gürselin değimi ile “konulan devlet tabusunun kırılmasını yaşıyoruz” dönemi başladı. Bilinen ve hatta yazılan bilgilerin cılız kaldığı dönemi aşarak, devlet içi çatışma ile kırılan tabular sonucu konu infilak yarat tı!
Konu yolsuzluk olup bizat devlet içi yapılan işler le gündeme geldi. Kırılan devlet yapısı sonuçta konuşturmama tabusunu da yıktı. Bakan evlatları, “başarıları ile ayuka çıkarılan TOKİ, Halk bankası müdürü” gibi kesimelr birden altın çağdan sorgulanan kesim eksenine düştüler. Konu devlet içi olunca da karşılık lı hamleler hemen başladı. Sorguyu yapan emniyet görevlileri karşı hamle oalrak görevden alındı. Sorguyu etkileyecek savcı ataması da oldu. Olay burada durmadı: Karşı taraf da hamlesini hemen internet alanına servis yapıp kanıtları yaygınlaştırdı. Gezi Parkı direnişinde sesiz kalıp “Penguen” ismini alan medya ise dağınık hazırlıksız yakalandı. Kimin kazanacağı hesabını yapamayan patronlar dalgalanma moduna girdi. Ekonomik övgü yapanlar ve hatta “kara para aklaması azaldı” diyenler iran olayı altın ve Halk bankası durumu karşısında sesiz kalıp mesaj aramaya başladılar. Tabu olan gerçekelr birden devlet kavgasına kıvılcım oldu.
Yazıyı yazarken ve siz okurken dahi mutlaka yeni hamleler veya bilgiler etrafa saçılacaktır. Olayın kimin lehine biteceği ise biraz da uzaklardaki balansa bağlıdır. Belli ki CHP gibi öteki merkez partileri yağa kıyağa hazırlanarak sol aday veya partili yerine transferli yerel seçim hamlesi ile Amerika seyahatname işaretleri almış gibidierler!
Ülkelerde kökleşen ve yapısal kurum haline gelen yolsuzluk, kara para aklama gibi konular güç oranında tabusalaşır. Sistemin devamı için ilke haline gelir. Bunalrı 2 olay yıkma şansı vardır. Hatta konuşulması ve sorgulanması için ayni koşul gereklidir.Halk muhalefeti ile değişim mücadelesi gerçekleştirilerek yıkılır ve yeni temiz sistem oluşturulur. Ötekisi ise tıpkışimdi Türkiyede yaşanan devlet içi kavgalar nedeni ile ortaya saçılan belgelerden dolayı tartartışılır. İkinci olan devlet içi güç ayarı ile denkleşir. Oysa birinci seslendirdiğim değişim süreci olayı kökünden değiştirir. Onun için konuşurken şunun bunun dediği ile değil; kendi bakış açımız la değerlendirmek şart. Zaten görüldü ki tarafların anlatılarına kalırsak, kolayca saptırma aşamasına kolayca geliriz.
Garip paradoks Kuzey Kıbrıs da oluyor: Onca Türkiye içseleşme ve ilhaklaşma gerçeğine karşın, oluşan Türkiye tabusu nedeni ile konu nerde ise hiç anlaşılamadı. Hatta darbe yiyen tarafların işbirlikcileri olayın hala farkında değildir. Öyle ya ordaki kesimelrin işbirliği halindeki acentacılar biraz olsun korkmaları gerekmezmiy di? Fakat onların sarıldığı bir esrüman vardır: Daha önceleri Susurluk veya Ergenekon olayları gibi Türkiyedeki devlet içi hesaplaşma da Kıbrısı işin içine katmadılar. Fakat zamanında Denktaş ve Eroğlu özelik le Annan pilanı dönemini okuyamadıkalrı için belirli dönem koltuktan oldular. Şimdi Türkiye gerçekelri yaşanırken Davutoğlu şaklabamcılığı, Türkye ekonomisinin “iyi performansı” gibi değerlendirmeler biraz apsüre kaçmıyormu?
Haydin bakalım: Yine konu uzadı. Daha yazmaya yeni başlarken, makale yeri çoktan doldu. Ben de bilmem ne yapacam! Galiba bizim insanımız gibi yapıp “herkes çıkarına bakar” kulubesine mi sığınayım.