halil4 Aralık tarihli gazetelerin ön sayfalarında Anastasiadis’in “Eroğlu ile bir daha görüşmem” haberi vardı. Geçtiğimiz günlerde gazete manşetlerinde “Anastasiadis’in, Ulusal Konsey toplantısındaki çıkışı olarak yer almış. Belli ki Anastasiadis bu sözleri, eğer “ortak metin”de taraflar anlaşma sağlan(a)mazsa, görüşmelere başlanamayacağında ne denli ısrarcı olduğunu göstermek için söylemiş.
Anastasiadis görüşmelere başlamazdan önce neden “ortak metin” de bu denli ısrarcı…
Pek nedeni olmalı…
Her şeyden önce bu sözleriyle, Eroğlu’nun, tıpkı rahmetli Denktaş’ın geçmişte görüşmeleri çıkmaza sokmak için başvurduğu, “bir devletin (KKTC) temsilcisi olarak tanınması isteğindeki ısrarcılığına” karşı bir yanıt.
Nitekim Eroğlu kendisiyle yapılan ve Anastasiadis’in açıklamasından bir gün önce gazetelerde yayınlanan röportajında: “Ortak metinde kriz çıktı. Rumlar bu metinde ne istiyor ve siz neyi kabul etmiyorsunuz?” sorusuna karşılık şu sözleri sarf etmişti…
“Tek egemenlik, tek uluslararası kimlik, tek vatandaşlık ve KC’nin devamını talep ediyor.
Bizim görüşlerimiz ise kurucu devletlerin egemenliğinin olduğu, iç vatandaşlık verebileceğimiz, yeni bir devlet kurulması, Türkiye’nin etkin ve fiili garantisi ile iki kesimliliğin devam edeceği bir antlaşma… Antlaşmanın AB’nin birincil hukuku olması bizim için vazgeçilmez.”
Eroğlu bu sözleriyle, Türkiye’den gelenlerin istediği kadarını vatandaş yapmak dahil, iki ayrı devlet ve tabii ki egemenliği garantiye alacağı, son tahlilde “adanın taksimi”ni murat eden, bunun için de TC’nin etkin ve fiili garantisini isteyen Denktaş’ın çözümü murat etmeyip milliyetçilik tribünlerine oynadığı ezberlenmiş söylemlerini anımsatıyor.
Birincisi, KKTC’yi dünya tanımıyor, Anastasiadis neden tanısın ki!..
İkincisi, geçmiş zamanda Denktaş’ın ve TC derin devletinin görüşmeleri çıkmaza sürmek istediklerinde başvurulan, sadece BM’nin değil, ABD ve AB ülkelerinin yanı sıra TC Dışişleri’nin de çok iyi bildiği “soğuk savaş döneminden kalma” bir taktiktir.
Üçüncüsü, en son referanduma sunulan Annan Planı ve taraflar arasında (Denktaş-Makarios ve Denktaş Kiprianu antlaşmaları dahil-hp) varılan çerçeve antlaşmaları, BM Genel Sekreterlerinin sundukları çözüm önerileri (Gali Fikirler Dizisi ve Cuellar belgesi-hp) konfederal devlete değil, hepsi de “federal devlet”e vurgu yapar.
Dördüncüsü tek egemenlik, tek uluslararası kimlik ve tek vatandaşlık konuları, Talat-Hristofyas görüşmelerinde üzerinde epey çalışılmış ve nerdeyse iki tarafın mutabık kaldığı bir konudur ve yeniden deşmek çözüm sürecine zarar verir.
Eroğlu belki de aklınca, “sıtmayı gösterip rakibini gribe razı etmek” gibi bir siyasi taktiğe başvurmak istemiş, zaten Denktaşlarla birlikte hayır dediği “Annan Planı”ndan da geriye gitmek istemiş olabilir. Fakat kendisi ne Denktaş kadar ağzı laf yapan hasletlere sahip bir politikacıdır, ne Ve rahmetlinin çözüm isteyenleri TC Dışişleriyle askeri erkana “komünist”, “Rumcu” ve “hain” diye hedef gösterdiği “derin devlet” zamanıdır ve ne de dünya iki kutuplu soğuk savaş döneminin “teşkilatvari” yöntemlere başvurulup korkutulduğu yıllardır…
Zaten bu korkuların çoğu da, 2003’te sınır kapılarının açılmasıyla eski etkisini yitirmişlerdir.
2000 yılının başında Denktaş’ın cebinde Kıbrıs Cumhuriyeti kimliği ve pasaportu taşıyanları iade etmeye çağırdığı ve ancak 3-5 kişinin buna uyduğu günden beridir, “milliyetçilik üzerinden çözümü yokuşa sürmek” gözden düşmüştür.
Artık pek çok Kıbrıslı Türk çocuk, Güney’de eğitim görüyor. İşçilerimizin ve emeklilerimizin bir kısmı geçimlerini oradan aldıkları ücretler ve maaşlarla sağlıyorlar. Kapıların açılmasından bu yana seyrek de olsa iki cemaatten aileler bir araya gelmekte, eski köylüler ve ahbaplar görüşmekte, şimdilik marjinal ve azınlıkta da olsalar siyasal partiler, sendikalar, sivil toplum örgütleri, gazeteciler toplantılar yapmakta, görüşlerini paylaşmakta ve çözüm istemeyen yöneticileri gibi düşünmediklerini açıkça ilan etmektedirler.
Ayrıca beş yıldızlı otel ve kumarhanelerimiz Kıbrıslı Rumların parasını reddetmiyor.
İşverenler sınırlı da olsa ürettiklerini “sınır ticari”nin el verdiği olanaklar ölçüsünde gerçekleştiriyorlar. Her iki coğrafyanın insanları, ekonomik ve kaliteli buldukları coğrafyadan alış veriş yapmaktan çekinmiyorlar…
Demek istemem kapılar açılırsa infial çıkacağını söyleyip karşı çıkan Denktaş ve takipçisi fanatiklerin dediği olmadı. Belki kapıların açıldığı o ilk günkü heyecan söndü. Ama EOKA ve TMT döneminden kalma düşüncelerden kurtulamamışların dahi burnu kanamadı.
Sanırım sadece Eroğlu değil, danıştığı siyasi akıl hocaları da işin bu veçhesini ıskalıyorlar…
Neyse biz dönelim konumuza.
“Bankalar krizinden çıkışta” AB Troykası ile imzaladığı ve muhalefetin kendisini AB’ye teslim olmakla suçladığı Anastasiadis, şimdilik işi biraz ağırdan almak istiyor.
Ancak ABD’nin 2014’te adada çözüm için oldukça mesafe alınacağını kulaktan kulağa yaydığı, BM’nin çözüm için tarafları sıkıştırmaya başladığı, AB’nin de “çözün artık” dediği bir dönemde, Anastasiadis, ısınma turları diyebileceğimiz siyasi hamlelerini yapmaya başladı…
Önce “ortak metin konusunda bir anlaşma yok” mealinde sert demeçler verdi.
Son olarak “Eroğlu ile görüşmem” demedi. “Ortak metinde antlaşmazsak Eroğlu ile görüşmem” dedi. Böylece, hem Annan Planı’ndan daha iyi bir çözüm için kendisini sıkıştıran başta hükümet ortağı DIKO’dan, hem de eleştiri için fırsat kollayan AKEL cephesinden gelecek “bizi sattın, Türkiye’ye teslim oldun” mealindeki eleştirileri savacağı bir pozisyon yakaladı.
Hem de Kıbrıslı Türk çözüm ve barış yanlılarından federal bir çözüm için gelecek desteği de canlı tutmasını bildi.
Elbette Anastasiadis yakın bir gelecekte başlayacak görüşmelerde siyasi avantaj sağlamak, cemaatindeki Elen Milliyetçi çıkışları tatmin ya da nötralize edebilmek için, henüz görüşmeler başlamazdan önce tribünlere oynayacak…
Ama bunu “Yunanistan’ın etkin ve fiili garantisini” isteyerek yapmıyor… Bahsedecekse de askerisizleştirmeden, AB’den veyahut da NATO’dan bahsediyor.
……………………………………………………….
Kıbrıslı Türklerin siyasi cephesinde ise görünür olan şimdilik Eroğlu’nun soğuk savaş döneminden ezberlenmiş-bildik-tanıdık demeçleri…
Hele Anastasiadis’in “görüşmem” çıkışından sonra, cevabi röportajında, sanki bir gün önce söyleyen kendisi değilmiş gibi Eroğlu’nun; “iki bağımsız devlet iddiamız yok” deyivermesi, “madem yoktu niye söyledin” dedirtecek cinsten…
Hele de o röportajında “BM Güvenlik Konseyi Kararlarını” göstererek, aslında federal çözümü anlatan o kararları, konfederal bir çözümü haklı göstermek için kullanması…
Eroğlu Kıbrıs sorunu konusunda ya kendisi dersine iyi çalışmıyor, ya da danıştıkları…
UBP ve DP cephesinden ise “laf olsun torba dolsun” cinsinden söylemler yükseliyor.
Serdar, KTFF Başkanı’na yükleniyor, siyasi jargonu unutan Özgürgün ise (halbuki SBF mezunudur-hp) Anastasiadis’i kahvehane diliyle, “ukalalık” ile suçluyor.
CTP hükümet olmanın verdiği zam ezikleri ile bocalıyor…
CTP dışındaki sol ise “elektrik zammı” gündeminin peşinden kurtularak bir türlü çözüme odaklanamıyor…
Aslında gerçeklerimiz çok daha acı…
Yüksek maliyetli ve hiçbir “fayda-maliyet analizi” yapılmadan, üstelik de çoğu torpille alınanların tıka basa doldurduğu verimsiz kurumlarımızla, kendi ayakları üzerinde durması imkansız ve Türkiye’nin lütuf ve ianeleriyle yürüyen, belediyeleri batmış, sokakları çer çöp içerisinde, dünyada zerre kadar dikkate alınmayan ve fakat başında oturan beceriksiz yöneticilerinin de çalımından gurumundan geçilmediği bir devlet.
12 Eylül askeri darbecilerinin oluru alınarak, zamanındaki muhalefet de korkutularak ilan edilmiş bir KKTC devleti.
Böyle bir devleti, Anastasiadis’e, BM’ne, AB’ne falan dayatacağımıza, Kıbrıs Sorunu’nun çözümüne odaklanalım.
Belki yeni kurulacak devlette, payımıza düşecek kurumlarla kendi ayağımızın üzerinde duracak kadar ekonomi, devleti yönetecek kadar da ciddiyet sahibi yöneticileri seçeriz. Belki biz Kıbrıslı Türkleri de ciddiye alacak bir dünyaya adımımızı atmış oluruz.
Belki ortağı olacağımız devletten bu defa payımıza düşen kısmının gerçekten de “siyasi erk”i oluruz.
Kırkı yıla varacak olan statükomuz değil ama “belki” ile başlıyor da olsa, yeni Kıbrıs bizi ümitlendiriyor.
Şimdi Kıbrıs sorununun çözümü için yollara çıkma, meydanlarda toplanma zamanı.