arşivAli SarıtepeOrtadoğu’da yeni politika - Ali Sarıtepe
yazarın tüm yazıları:

Ortadoğu’da yeni politika – Ali Sarıtepe

333 Takipçiler
Takip Et

Yeniçağ podcastını dinleyin

Ortadoğu’da; Kuzey Afrika’da başlayan, başlatılan Arap Baharının, özellikle Suriye’ye sıçraması, sıçratılmasıyla açıklaştırılan Ortadoğu’da kimi rejimlerin değiştirilmesinin Suriye’de vekalet savaşlarına dönüşmesi, dönüştürülmesi ve rejimin kalması gitmesinden daha evla olacağı görme hali, aynı zamanda Arap Baharının bu haliyle durması gerekliliğiydi.

Bahar kendini devrime dönüştürememiş, egemenlerin kendisini yeniden düzenlemesine neden olurken, Yemen ve Bahreyn gibi kimi ülkelerde Suudi Arabistan’ın açık müdahaleleri ile var olan rejimlerin devamlılığı sağlanırken; Mısır gibi Ortadoğu’nun kaderini belirlemede, özellikle Arap politikalarının oluşmasında köşe taşı niteliğindeki ülkede Arap Baharının Hüsnü Mübarek’in devrilmesine yol açmasına ve arkasından gelen Mursi/İhvan hareketinin çoğunluk diktatörlüğü pratik adımları ile: Devrimin siyasal islamla örgütlendirilmesi ve sonuca ulaştırılması projesi, Arap Baharına çakılan son çiviler olarak, kendini gündemin dışına çıkarmış haldedir.

1978-79’da İran’da ki İslami politik devrimden sonra: Tahran’da ki Amerikan büyükelçiliğinin işgal edilmesiyle başlayan ABD sermaye ve siyasetlerinin, diplomasilerinin ülkeden çıkarılmasıyla başlayan ABD-İran karşıtlaşma hallerinin, İran nükleer üretimlerinin silahlara dönüştürülmemesi anlaşmalarıyla birlikte; politikaların resetlenmesi dönemine girmiş bulunmaktayız.

Bu resetlemeler dıştan içe ve içten dışa büyük bir dönüşümün potansiyelini içinde taşımaktadır.

Asya-Pasifik hegemonya (ekonomik, askeri, siyasi-diplomatik) mücadelesinde ana aktörler konumunda olan Rusya, Çin, ABD devlet politikalarına açık bir şekilde Japonya, Hindistan ve İran’da dahil olmaya başlayacaktır. Bu da Asya-Pasifik havzasındaki egemen olma mücadelesinde politikalarda devletlerin dizilişi, daha kapsamlı bir proje haline getirilmesi zorunluluğuna evrilecektir.

Ortadoğu’da İran-ABD anlaşmasına kadar temel kutuplaşma haline getirilen İran-İsrail politikalarında devletler mevzilenmesi, özellikle başını Suudi Arabistan yönetiminin çektiği yeni bir kutup hali ve buna Fransa’nın AB’den teşne olması.

Ortadoğu kutuplaşmasının ekseni olan suni-şii politik mevzilenmesinin önemini yitirme başlangıcı olmasını beraberinde getirmektedir. Petrol ihraç alanından tasfiye edilen İran’ın bu kuşatılmışlıktan kurtulmasıyla birlikte, Suudi Arabistan’ın petrol çıkarma/piyasaya sürme kapasitesinin yaratmış olduğu politikada avantajlı olma halinin silah olmaktan çıkmasını da beraberinde getirecektir.

Keza; Afganistan-Pakistan politikasında ABD’nin içine düşmüş olduğu açmazdan, İran’ın ABD için soluk olma olanakların ortaya çıkması.

Ve özellikle Kürdistan petrolleri üzerine Güney Kürdistan Özerk Yönetimi (Kürt Bölgesel Yönetimi) oluşumundan başlayan sorunların Batı Kürdistan (Rojova)da da kanton yönetimlerin oluşturulmasıyla birlikte daha da görünür hale gelmesi ve Ortadoğu’da Kürdistan sorununun yeni biçimle güncelleşmesi meselesi.

TC devletinin Ortadoğu coğrafyasında, politikaya ben nizamet veririm anlayışına; Ortadoğu’da oluşan politikalara öteden beri karakter verme gücüne sahip olan İran; nükleer silahlanma politikasının yaratmış olduğu tecrit olma baskısından kurtulmasıyla birlikte, bölgedeki politikaların oluşmasına kendi haliyle tekrar dönecek olması.

TC devlet politikası, kuruluş sürecinden bu yana, yakın komşularıyla (İran, Irak, Suriye) ilişkilerinin ana halkası, Kürdistan coğrafyası ve bunun üzerinden adı geçen ülkelerle ortaklaşma politikaları üretme halidir. Çeperin daha ötesindeki devletlerle Arap politikalarına fazla buluşmadan ilişkiler yürütmek eksen halinde idi ve bunun belirleyici ayağı da ekonomik ilişkilerdi.

AKP iktidarı ile birlikte Millet-î Hakime ekseni üzerinden Osmanlı sömürgesi yeni devletlerle olan ilişkileri tesis etmek; dolayısıyla bu ülkelerin iç politikalarına müdahale etmeyi kendine hak olarak görmek ve kendi dış politikasını bunlara egemen etmek şeklindeydi.

Osmanlı sömürgeci hegemonyasını, siyasal İslam politikası üzerinden yeniden tesis etmek politikasının karakteristik haliydi.

Her kesle konuşabilir ve iyi ilişkiler kurmalıyız politikasından, her kesle kavgalı olan, her kese müdahale eden politikasından yalnızlığa düşmesiyle; değerli yalnızlık politikası üreten TC’nin dış politikasının iflas etmiş hali.

Onun bitmesinin şahikası olan Suriye politikasının üzerine, İran’ın nükleer anlaşma ile Ortadoğu politika sahnesine yeni hali ile dahil olmasıyla; TC’nin iflas etmiş olduğu politikasının saklanır hiç bir halinin olmayacağı ayan-beyan ortaya çıkmış haldedir.

İran; kendisiyle ekonomik, siyasi-diplomasi ilişkiler ve etkileşimler içerisinde olan tüm politikalara reset olmayı dayatmış haldedir.

Onun bu hali, Ortadoğu’da ki konumundan ve etki etme gücünden dolayı, burayla ilişkisi olan tüm politikalara da reset zorunluluğu getirmektedir.

Bu aynı zamanda İran’ın dış politikada kendisini reset etmesi, ya da reset etme zorunluluğudur.

İran’ın bu yeni durumu:

Asya-Pasifik temel oluşumlu Şankay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) ne yakın olan İran, ABD’nin Asya-Pasifik havzasına güçlü bir şekilde yerleşmesine ve aynı zamanda, coğrafi olarak Ortadoğu ve Asya-Pasifik bölgesiyle bağlantısında stratejik bir konumda olması, bu ülkeye siyasetin gizli hale getirdiği değerini görünür hale getirmiş bulunmaktadır.

Bu onun jeo-stratejik ve jeo-politik değerinin yükseklik halidir. Ondaki bu değer yükselmesi, gücünü Asya-Pasifik’te ana konum haline getirme planlamasında olan ABD’ye İran’la ilişkilerini en üst noktaya taşımasını adeta mecburiyet haline getirmektedir.

Dolayısıyla; İran sadece petrol üretim kapasitesi ile değil, Ortadoğu petrol havzasını kontrol etmek ve buna paralel olarak Asya-Pasifik havzasına yakınlığı, bitişikliği ile siyaset stratejisinde stratejik değer konumunda olmasından dolayı da, ABD’nin stratejik değer biçmesi gereken bir aktör konumundadır.

Eski dizilişte önemli bir değer olan Suudi Arabistan, gelinen noktada bu konumda olmayacağının bilmesi içerisinde Rusya ile olan ilişkilerini yeniden düzenleme ihtiyacını hissetmekte ve bu noktada; Şah dönemi İran’ın da İsrail-İran ilişkileri de yeni biçimiyle Ortadoğu’da yeni politikaların şafağı halindedir.

İran-ABD ve AB yakınlaşmasının birinci derecede etkileyeceği nüfus coğrafyası da Kürdistan coğrafyasıdır. Bu coğrafyanın siyasi coğrafyalar halinde bölünmüş olması, bu coğrafyaya hakim olan diğer devletlerle İran arasında yeni bir süreci de beraberinde getirecektir.

Kürdistan; İran, Irak ve Suriye ekseninin fiilen var olmuş hali ile, hali hazırda bu eksenden Irak ve Suriye yönetimleri ile ciddi sorunları olan Türkiye’nin; sorunlar yaratmada ve sorunlar azaltmada kendi aralarında asgari müşterekler yaratmasını da potansiyel olarak bünyesinde taşımaktadır.

Kürdistan coğrafyasındaki özgürlük mücadeleleri de bu anlamıyla yeni bir sürecin başına gelmiş bulunmaktadır.

Özgürlük mücadeleleri stratejik değer dizilişlerini nasıl yapacaklardır.

Geçmişten bakidir ki; sorun Kürdistan özgürleşmesi olduğu zaman, bu toprakların sömürgecileri nihayetinde hep bir birlerine işbirlikçi olmuşlardır. Bu bugünde imkan dahilindedir.

Kürdistan halkı, tarihlerinde ilk defa özgürlüklerine bu kadar yakın hale gelmişken; tarih onun için yeni bir tekrar mı olacaktır!

Buna belirleyicilik verecek olan; özgürlük mücadelesinin kendi aralarındaki ilişkileri ve Kürdistan halkının bu mücadele de iç bütünlüğü, sömürgeci ülkelerin demokratikleşmesi ve burada ki sömürge devlet karakterinin ılga edilmesi paraleli ile birlikte, kapitalizmin yakın gelecekte kendisini ekonomik ve siyasi olarak yeni dizilimler yaratma hali ile ilgili haldedir.

Türkiye nerede durmaktadır.

Dış politikası bu kadar iflas eden bir devletin bu politikalarını reset etme imkanları yoktur.

Dış politikasındaki dayatmalarının getirmiş olduğu tarihi bagajları, onun atacağı her adımda çöz diye önüne bırakacakları paketlerle doludur.

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
334AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin