Kıbrıs insanına şöylesine bir soru sorsanız: “Kıbrıs sorununun çözümünü kim sağlar”? Politikayla ilgilensin ilgilenmesin hemen şu yanıtı alırsınız: “Amerika”! Buradaki politikacıların söylemleri bir yana, resmen herkesin kafasında sistemin temel gücü Amerika her olayda aklına gelir. Günümüzde de sorunun çözümünde yine Amerika’nın sinyali, tavrı hep önemsenir. Hatta bazen Amerika’yla alakası olmayan birçok içsel olguyu da oraya havale edip, işin içinden sıyrılınır! Ayni şekilde dünyanın her yöresindeki olaylarda mutlaka Amerika’nın adını ve politik belirleyici niteliğini duyarız. Sistem bunu bize algılarla, kültürle ve politik yaşamla kafamıza kaydırttı. Kötü olan; Amerikasız bir şey yapılmayacağı duygusunun psikolojik olarak yerleştirilmesidir. Ayrıca daha da vahimi; Amerika’ya yakın olma, onun görüşlerini savunma, gelecek hedef belirlemede Amerikancı olma düşüncelerinin “başarılı başarısızlık” ölçekleri olarak yerleşmesidir. Ortadoğu’daki kan revan olguları bir yana itilip, Amerikan politikasıyla “başarı kazanma, güç olma” seçenekleri hep önemsetildi. Ancak sonuçta Amerikancı olma ve onun işbirlikçi örgütleri gerçeğine karşın, işlerin yolunda olmadığı pek sorgulanmaz. Hatta çıkar uğruna girilen işbirlikçi politik ortaklaşmaların da nereye ulaşılacağı düşüncesi de sorgusal oluşmaz. Kıbrıs sorunu Amerika’nın isteği ile, Ortadoğu’da başarılı çıkmanın Amerikancı olma dürtüleri hepsi günümüz bildik sonuçları ortaya koydu. Tabi genel Emperyalist kuramı unutup, bazen çıkarlar uğruna kayan ilişki çelişkisi de anlaşılamayacağı için, en başarı denilen koşulda yalnızlaşma gerçeği ile yüzleşirsiniz. Türkiye’nin son Suriye krizindeki durumu bunun en net kanıtıdır…
Konuyu genel eksene ve birazda tarihsel yakınlaştırmaya indirgeyelim: Anımsarsınız, Doksanlarda Sovyet çöküşü sorası, dünyada propagandalaşan bir ölçekler yumağı uçuşuyordu. “Yeni düzen, tek kutuplu dünya” gibi kavramlarla yerleştiriliyordu. Artık dünyanın tek doğrusu vardı: Kapitalist yapı tek doğru olup, Neo liberal serbest piyasa ekonomik yapılanış olup, politik olarak kavramlar bunun üzerinden yerleşecekti. Dünyada artık “Yeni düzen” olup “Özgürlükler, demokrasiler” oluşacaktı. Bunu Serbest piyasa modeliyle piyasanın sihirli eli yapacaktı. Politik olarak artık sınıflar arası mücadele sonlanıp, “Kültürler çatışması” yaşanacaktı! Bunların açılımlarıyla sermayenin serbest dolaşımıyla sorunların çözüleceği dünya tek doğru olarak pompalanıp “planlar, gelecekler” ona göre şekillendirilmesi isteniyordu…
Yukarda özetlediğim sistemin temel merkezi ise Amerika Birleşik Devletleriydi. Yeni sistemin hegemonyasının simgesi ABD oluyordu. Sistemin belirleyici gücü, yönetim merkezi ve politik yönetme ülkesi Amerika olurken, onun üstündeki Uluslararası tröstlerin gücüyle dünya hegemonyasına ulaşıyordu. ABD bir anlamda dünyayı hegemonyası altında yönetme politik gerçeğine ulaşıyordu. Ancak ilgili durum yaşanan olaylarla eski konumundan gerilemektedir. ABD özelikle övülen Neo liberalizmin krizle tıkanması ve bunu aşacak öneri getirememesi, girişilen politik hamlelerde bazen bataklığa saplanması sonucu Doksanlarda çıkılan en üst hegemonya durumundan gerileme sürecinde oluyor. Ancak tipik Emperyalist gerçek sonucu, yerini dolduracak öteki güçlerin oluşamaması sonucu, sistem daha sarsılmaya başladı. Olayı daha somutlayalım: Girilen kapitalist ekonomik krizi ABD hem öngöremedi, hem de krizi iyi yönetemedi. Kriz hala devam edip, belirli ufkun görünümü yoktur. Finansman müdahalelerle ve tek eksenli Bankacılık, tahvil ve para noktasıyla nefes alma çabalarının ötesine geçemedi. Bundan dolayı, Kapitalistler arası sorunların da artmasına neden oluyor. Siyasal Ortadoğu ve daha geniş Avrasya stratejisi ise bazı yerlerde bataklığa, bazı yerlerde belirsizlikle örüldü. Afganistan ırak işgali resmen fiyasko* ılımlı İslam projeleri Mısırda duvara çarptı. Türkiye’de ne olacağı sorular, kuşkulara yol açtı. En kutsal müttefiklerle “Türkiye, Sudi Arabistan, Pakistan” gibi ülkelerle sorunlar farklılıklar yaşanmaya başlandı. Bunları biraz daha somutlayalım…
ABD Ortadoğu oyununda Libya’da kolayca Kaddafi’yi devirip, Mısırda resmen ılımlı yeni İslam deneyimine girişirken, ırak ve Afganistan açık işgal deneğim sorunlarını bir anlamda “Bataklık” olarak unutturur gibi oldu. “Bahar kelimesiyle” süslüyordu. Şuanda Ortadoğu’da tüm dostlarıyla sorunları vardır. Hatta kendi desteklediği örgütlerle dahi karşı karşıya geliyor. Hiç uzağa gitmeyin; Suriye’de “Muhalif” diye yardım edilen cihatçılardan, kuşkular oluştu. Dostu kutsal müttefiki Sudiler le Suriye’yi bombalamadığı, müdahale etmediği için sorunlar çıkıyor. İsraillin İran saldırma planına şimdilik göz kırpmıyor gibidir. İktidara şaşaalarla taşıdığı Müslüman Kardeşleri yine kendi desteklediği darbeyle devirtip, Mısırda yeni bir kaos üretti. Türkiye modeli ise bizzat Amerikan çevrelerince eleştirilip “ayardan” söz ediliyor. Bölgesel Ortadoğu ortak müttefiklerle sorunları ama daha vahimi, müttefiklerinin kendi aralarında sorunların çıkmasına tanık oluyoruz. Ilımlı ve Selefi İslam Suni ayrışması, Türkiye Sudi, Katar eksenli bölgesel rekabetin artışı gibi olaylar artık inkâr edilemeyecek durumda! Tabi şaşaalarla işgal edilen Irak’ın nasıl parçalandığı, Afganistan’da yeniden Talibanla görüşme durumu da olayın öteki gerçeği…
Birçok ülkenin “Somali, Mali, Libya” parçalanmanın eşiğinde. Üstelik ABD çoğu savaştığı kesim bizzat kendi yetiştirip kullandığı kesimlerdir. Konulan Kültürler çatışması olayı mezhepçiliği aşıp mezhepsel parçalanma rekabetine girdiler. Böylelikle Amerika’ya bazı kararları almada sıkıntılar yaratı. Buna Rusya’nın yeniden devreye girmesi ve Çinin ekonomik olarak genişlemesi eklenince, ABD eski hegemonya üst düzeyinde değildir. Kapasitesi yine de olan ve sistemin en güçlü ülkesi olduğu da gözden kaçırılmasın. Fakat olaylar ardı ardına geliyor. Ortadoğu’da yandaşları dahi hesapları tutmadığı için çelişkilere düşerken, Avrupa’daki müttefikleri ise kendi telefonlarının dahi dinlenmesi nedeniyle sorunlar ortaya serildi. Sistemi yönetme konumundaki ABD en yakınlarını dahi dinliyorsa, burada bir gerileme, yönetememe durumu oluşuyor. Yeni Düzen denilirken çıkarılan Yurttaşlık yasasıyla dünyayı dinleme gerçeği daha şimdilerde en yakınlara dahi yapılması nedeniyle gündem oluyor. Biryanıyla gücünü ve etkisini ortaya koyan gerçek olurken, öte yanda en dostu dahi nasıl kuşkuyla öteki sanıp dinleme ikilemi de kuşkuları artırmaya, korku yaratmaya açıktır. Buna sadece dünyayı değil; ABD içi sorunları da eklersek, konu daha iyi anlaşılır. Son bütçe krizi, birçok konuda bankaların denetimi, sağlık yasası gibi konularda yönetimdeki çelişkiler, halka akacak kaynağın bankaları kurtarmada, dış işgallerde, şehlerle başka yönetimlere hegemonist kulanım sonucu zenginliğin daha eşitsizlik yaratma gerçeği nedeniyle Amerika eski hegemonya gücünde değildir. Ancak yine de sistemin en güçlü hegemonya ülkesi konumundadır.
Hegemonya olayının biraz zayıflaması ve krizlerde yönetim eksikliği sonucu kendi iç çelişkiler de artmaktadır. Ortadoğu’da Sudilerle Mısırla ve Türkiye ile farklılıklar oluşurken, en kutsal yakın tarih dostu Pakistan’la da karmakarışık sorunlar çoğalıyor. Pakistan’a daha geçenlerde söz vermesine karşın tamda görüşmelere Pakistan yönetimi oturacakken Pakistan Taliban’ın liderini insansız uçaklarla vurması, önemli çelişki veya politik güvenmeme eylemlerini artırmaktadır. Bunlar hepsi bildik güçlü ve her şeyi çözen Amerikan gücünden biraz zayıflayan göstergeler olmaktadır. Ancak yine de CİA, askeri gücü, ekonomik yaptırım gerçekleri hala Amerika’yı sistemin hegemonya gücü olarak karşımıza çıkarıyor.
Bunlar elbet Kuzey Kıbrıs’ta fazla ifade edecek gerçekler değildir* Kıbrıs sorununu çözecek taraf, bolca burada uzmanları, örgütleri oluşan, başarı ve kazanmanın endekslendiği değerlerin merkezindeki Amerika’ya karşı seçenek olmaması sonucu hala “olacaksa Amerika yapar” düşüncesi net hâkimdir. Hatta “yaparsa ABD yapar, oda nasıl yaparsa yapsın” anlayışı sistemi eleştirenler tarafından da kabullenildi.
Tüm bunlardan sora; Amerika’yı anlatan bu yazım kaçınız için anlam ifade etmeye yakındır? Hatta çoğu sanki sistemi değiştirecek diye buna umut bağladı. Bana ise “sen daha romantik hayallerde yaşa” diyecek yakın dostlarım dahi olacaktır. Ne yapayım: Gerçek yukarda özetlediklerimdir. Siz isterseniz yine kabullenmeyin…