Başlangıcından bu yana Arap Baharı olarak bilinen harekete ilişkin teşhisleri ve yanlışlıkları sorgulamak, yaklaşık üç yıldır birçok Arap ülkesine hakim olan devrim gerçekliğinden şüphe etmek demek değildir.
Gerçek şu ki, kitlesel devrim hala devam etmektedir ve bu halk hareketlerinin edinimlerini bütünüyle hissetmek oldukça zaman alacaktır. Libya’daki kaos ortamı, Yemen ve Tunus arasındaki politik çekişme, Suriye’deki şiddetli iç savaş, ve elbette, Mısır’daki kanlı olayları takriben Arap dünyasını saran derin agoniden kaynaklanan hayal kırıklığı ve hüsran anlaşılabilir bir durumdur.
Ancak yine de Arap devrimlerini ‘başarısız’ olarak nitelendirmek, henüz patlak vermiş ayaklanma ve devrimlere yönelik başlangıçtan beri yapılan birçok hesaplamalarla aynı oranda yanlıştır. İlk başlarda, bütün Arap ülkelerini aynı kefeye koyarak mevzunun yalnız bir akademik konu ya da haber olarak görülmesinin doğurduğu yargısal hatalar yapıldı. Libya lideri Kaddafi’nin, NATO destekli isyancılar tarafından linç edilerek öldürülmesinin ardından ‘Sıradaki kim?’ sorusu gazete manşetleri için oldukça yerinde bir soruydu. Aynı şekilde, Yemen ordusu fikir ayrılıkları yaşarken, Mısır ordusunun başlangıçta neden 25 Ocak devrimini sahiplendiği, Suriye ordusunun da neden iktidar partisini desteklediği akademisyenler tarafından tartışılabilir makul sorulardı.
Arapların neden isyan ettiğine yönelik cevaplar daha önceden de mevcut olmasına rağmen, zaman, geçmişte yapılan birçok söylemin ne kadar anlamsız ve yanıltıcı olduğunu açığa çıkarmıştır. Devrimlerin yönü hızla farklı yollara evirilmiştir. Bu durum, medyanın öne sürdüğü geniş çaplı açıklamaların aksine, her ülkeyi kuşatan tarihsel ya da diğer koşulların özgünlüğüne bir kanıttır. Bu görüşü, Tunus Cumhurbaşkanı Zine El Abidine Ben Ali’nin ülkeden kaçmasının hemen ardından ileri sürdüm. Benim görüşüm, Arap ülkelerindeki karmaşık gerçeklikler hakkında çok az bilgisi olan, tarih anlayışı ve hatta diyebilirim ki, tarihe saygısı oldukça az olan gazeteciler ve medya ‘uzmanları’nın beklenti sarhoşluğuna bir yanıt niteliğindeydi. Biz henüz ne olup bittiğini idrak edemeden, bazıları topyekûn Arap İslami uyanışı hakkında dünya çapında hararetli konuşmalar yaparak seyircileri etkilerken, diğerleri kitaplar yazmaya başladı. Bu tezahürler zaman zaman oldukça sert olmakla beraber, Katar’dan Çin’e kadar birçok aktörü; farklı sermaye kaynakları, ideoloji ve kökene sahip birçok grubu da içine aldı.
Ancak konu derinleştikçe, ‘twitter devrimleri’ gibi saptırılmış hesapların çoğu daha az ilgi gördü ve nihayetinde ortadan kayboldu. Örneğin, Libya’nın durumunu ele alalım. Gerçek mütevazi Arap toplum anlayışını yansıtan söylemler ortaya koyanlar, Libya’nın muğlak kabile toplum yapısını, Doğu ve Batı arasındaki sosyoekonomik iktidar ilişkisini, çöl kasabaları olan kentsel alanlarını, Libya’nın Afrika şartlarını ve ilişkilerini anlamakta güçlük çektiler.
NATO’nun kendi politik amaçlarını gerçekleştirmek için, çoğunlukla Libya’nın doğu kesimlerinde baş gösteren ayaklanmalardan faydalanması üzerine, başlangıçta bölgesel nitelik taşıyan isyan, ülkeyi başarısız bir devletle karşılaştırılabilir bir duruma sürükleyen topyekûn bir savaş haline dönüştü. NATO, Libya devriminin galibiyetini ilan ettikten neredeyse hemen sonra, ‘Arap Baharı’nın Libya ayağının heyecan dalgası daha az görülür oldu ve akabinde tamamen etkisini yitirdi. O zamandan beri Libya, reform ve demokrasi çizgisini takip etmekte oldukça zorlanmaktadır. Gerçek şu ki, Libya krizinin sebep olduğu, diğer Afrika ülkelerine yapılan silah transferleri ve kitlesel mülteci akını, Mali’nin tüm dengesini bozmuştur.
Sonuç olarak, Mali ayaklanma, askeri darbe, iç savaş ve bir de Fransa liderliğinde başlatılan savaşla iki yıl süren zorlu bir evreden geçti. Ne yazık ki, Mali, Arap ülkesi olmadığı için bu tür sorunlar Libya bağlamında neredeyse hiç tartışılmadığından dolayı, bu denli çetin mevzular basitleştirilmiş ‘Arap Baharı’ söylemlerine hizmet edememektedir.
Libya hezimetinin sonuçları yıllarca yankılanmaya devam edecektir. Ancak, basit argümanlar karmaşık anlatılara yanıt olamadığı için, medya ‘ uzmanları’ ve diğer fikir satıcıları, diğer Arap ülkeleri hakkında her zamanki yanlış ve çıkarcı mantık üzerinde ısrar edip başka alanlara yönelmişlerdir.
Bazı taraflar, 2011 yılının ilk aylarında kullandıkları aynı dili, bu devrimleri izah etmek için de kullanmışlardır. Devrimlerin eksik yönleri, ‘Arap Baharı’nın tamamiyle Arap ülkelerinin zengin sermayesi ve Amerika güçleri tarafından kontrol edilen ve kötüye kullanılan bir saçmalık olduğu hususunda ısrar edenlere haklılık payı vermiştir. Bu iddialar, eleştiride bulunanların Arap kitlelerini kendi ülkelerinde değişikliğe sebep olacak olası bir faktör olarak görmemelerinden, ya da dünyada olup bitenlerin Amerika ve işbirlikçilerinin komplosu olarak kabul edip bu yönde yargılar öne sürmeye alışmalarından ileri gelmektedir.
Medyada yer alan safsatalara kanmamak için mümkün mertebe uyanık olunmalıdır ve kişi, bizim de işbirlikçisi ve isteksiz müdavimi olduğumuz, dünyaya Amerikan perspektifinden bakma tuzağına düşmemelidir.
Arap devrimleri en azından henüz başarısız olmamıştır. Devrim başarılarını ve hatalarını değerlendirebilmek yıllar alacaktır. Yüksek beklenti ve yanlış tarih algımızla baktığımızda devrimin başarısız olduğunu söylemek mümkün olsa da geleneksel devrim anlayışı, ülkenin yönetim şekline meydan okuyup alternatif faktörler sunabilmektir. Sömürgecilik sonrası Ortadoğu’da Arap ülkeleri; diktatörler, yerel işbirlikçiler ve dış güçler tarafından yönetilmiştir. Diktatör ve dış güçler arasındaki uzlaşma ve çatışmalar birçok Arap ülkelerindeki olayların gidişatını belirlemiştir.
İşte bu noktada, Arap ülkelerindeki halk hareketlerinin, oyun kurallarına itiraz eden ve oyunu kendi tekeline almak isteyen ‘insanlar’ için ne denli önemli olduğu açığa çıkmaktadır. Her ne kadar ülkeyi büyük bir kargaşaya itmiş olsalar da, güçsüz, disiplinsiz ve bastırılmış insanların güçlü rejimler ve dış güçlere meydan okuması bu durumu meşrulaştırmaktadır.
Arap devrimleri başarısız olmadığı gibi başarılı da olamamış; ancak daha önce sorgulanmayan mevcut statüko sorgulanmıştır. Yeni çatışmaların sonuçları; bölge politikaları, bölgenin geleceği ve Arapların gelecek nesilleri ile hükümet arasındaki ilişkinin tanımlanmasında belirleyici olacaktır.
Çevir: Sevgi Kaçar – Özgür Gündem