Biyologlar Derneği yazılı açıklamasında su projesinin faydasından çok, zararının olacağı ve Kıbrıs’ın çevresine, doğasına büyük darbe yapılacağını ifade etti.
Dernek Başkanı Hasan Sarpten’in konu ile ilgili açıklaması şöyle:
Bilinmelidir ki, tarihinin hiçbir zamanında Kıbrıs adası su zengini olmadı, her zaman susuzluk çekildi. Hatta 1950’li yıllarda büyük kuraklık yaşandı. Geçmişte su sarnıçları, su kemerleri hep bu sorunu çözme adına akılcı su yönetiminin gereğiydi. Ama şimdi akılcı su politikası şöyle dursun bir su politikamız dahi yok. Hal böyle iken, herhangi bir su politikası olmayan bir ülkenin su sorunu çözmek için ekolojik bir müdahale, hatta darbe yapılıyor. Bu ülkeye Türkiye’den borularla yılda 75 milyon ton su getirmek, buranın coğrafyasını baştan yaratmak demektir. Bu da tam anlamıyla doğaya geri dönüşümü olmayacak bir müdahaledir. Bundan dolayı bu suyun hayrımıza olma ihtimali de yoktur.
Buna karşın bu projenin topluma sadece getirisi olacakmış gibi lanse edilmesi son derece yanlıştır. Olaya ulusal bir mesele gibi bakmak ya da stratejik olarak değerlendirmek de mümkündür. Ancak, çevresel açıdan bilimsel bir bakış açısı ile de bakarak madalyonun diğer yüzünü de görmemiz gerekiyor. Bilimsel olarak olaya baktığımızda bu proje faydadan çok zarar getirecek, esas faturayı da günün sonunda bizim çocuklarımız ödeyecektir. Bu projenin Kıbrıs’ın doğasına, çevresine, ekolojisine ve aslında geleceğine yapılan büyük bir darbe olduğunu da tarih er ya da geç ortaya çıkaracaktır. Çünkü, eğer amaç su sorunumuzu çözmek olsaydı yapabileceğimiz çok daha kolay şeyler vardı. Mesela Haspolat’taki suyu arıtabilsek, ki onu yapmak çok daha kolaydır. Hatta çok daha ucuzdur. Böylece bu projenin binde biri maliyetle Mesarya’nın su sorunu çözülebilirdi.
Biri Girne’de diğeri Güzelyurt’ta olmak üzere iki büyük akiferimiz var. Girne’deki lağım sularıyla kirlendi, Güzelyurt’ta ise tuzlanma var. Aslında sorun su azlığı değil, suyun kalitesinin düşmesidir. Türkiye’den su geleceği duyulunca israf da arttı. Kuyu izinleri veriliyor, belediyeler neredeyse bütün refüjleri çim yapıyor, hala daha suya dayalı tarımda ısrar ediliyor. Ama biz ülke olarak bunları düzelteceğimize, sorunu çözmek için Türkiye’den su getiriyoruz. Taşıma suyla belki bu değirmen dönecek ama bunun altında pek çok şey de ezilecek. Bu kadar büyük tahribat yaratan ve yaratmaya da devam edecek olan böyle bir projeye şidedetle karşıyız çünkü aldığımız eğitim ve bilimsel akıl bunu söylemektedir. Şu an Geçitköy ve Hisarköy Vadisi’nin topografyası yani arazi yapısı baştan şekilendirilmiştir. Hem de daha su gelmeden…
Açıklanmayan resmi bilgilere göre Geçitköy’de yapılmakta olan barajın inşaatı için yüz binlerce ton patlayıcı kullanılmış ve kullanılacaktır. Öyle ki, bu Kuzey Kıbrıs’taki tüm taş ocaklarının yıllardır yaptığı tahribatla boy ölçüşebilecek düzeydedir. İnşaat için 2,5 milyon tonu kaya olmak üzere 4 milyon ton dolgu yapılacak. Bunun bir yerden alınması gerekiyordu ve bunun için yeni bir taş ocağı yaratıldı, hem de üç taş ocağı büyüklüğünde bir taşocağı. Hisarköy sırtlarında 55 dönüm arazi üzerine, 3 kilometre genişliğinde bir taş ocağı açıldı. Sadece taş ocağı açmak için bile birçok ekolojik tahribat yapıldı. Taş ocağının açıldığı bölgede çok sayıda çam ve zeytin ağacı olduğu ve bunların kesildiği yetkililerce de kabul ediliyor.
Bir yandan Hisarköy’de orkide yürüyüşleri, orkide festivalleri düzenlerken diğer yandan baraj Hisarköy Vadisi’ne doğru ilerlemektedir. Bu bölgenin inanılmaz biyolojik bir zenginliği vardır. Yapılan bilimsel çalışmalar da bu bölge içerisinde inşaat başlamadan önce en az 800 orkide soğanı olduğunu ortaya koymuştur. Devlet yetkilileri festivalde gelip orkidelerin, doğanın önemini vurguluyor ama yanıbaşındaki orkide katliamı yapılmasına müsaade ediliyor. Bu durum sadece iki yüzlülük olarak açıklanabilir.
Üstelik bu proje tamamen yasa dışı bir projedir. Su sorunumuza çözüm bulmak istiyoruz ama bir su yasamız dahi yoktur. 2008 yılında devlet AB ile birlikte çalışarak AB uyumlu bir Su Yasası hazırladı ve bu yasa hala meclis raflarında duruyor. Yine Çevre Yasası altında bir ÇED Tüzüğü var ve bu tüzük bu tür projelere ÇED hazırlanmasını zorunlu kılmaktadır. Ne gölet inşaatının ne de gölet inşaatında kullanılacak dolgu malzemelerinin çıkarıldığı taş ocağının ÇED’i vardır. Öte yandan Çevre Yasası altındaki Sulak Alanların Korunması Tüzüğü açıkça Geçitköy Göleti’nin korunması gerektiğini söylerken bugün dozerler göletin içinde çalışmaktadır. Bu olamaz. Kısacası yapılanlar yasa dışıdır.
Bu arada bizim devletimizin bu projede söz hakkı yoktur, hiçbir kurumumuz işin içinde değildir. Örneğin Çevre Dairesi, Su İşleri Dairesi, Jeoloji Dairesi işin içinde değildir. Hatta tabelalarda da göründüğü gibi proje Türkiye Devlet Su İşleri genel Müdürlüğü’nündür (DSİ) ve bizim devlet yetkililerimiz DSİ’den izin almadan inşaat alanına bile giremez. Esas olarak temel sorun da bu noktada yatmaktadır. Anaşılan odur ki, bugün mecliste yer alan hiçbir siyasi parti böyle bir projeyi eleştirme hakkı ve cesaretini kendinde görmüyor.
Söz sahibi olmadan müdahil olma durumu olamaz. En azından işin yasal gereklerini yerine getirmeleri gerekiyor. Sadece bu projeyle ilgili değil, genel anlamda akılcı bir su politikası oluşturulması lazım. Türkiye’den yılda 75 milyon ton su gelecek de ne olacak? Su nasıl kullanılacak? Devlette bu konuda da bir hazırlık yoktur. Günün sonunda su akacak, biz de bakacağız. Sonuç olarak, bu proje ulusal açıdan veya stratejik açıdan önemli olabilir. Ama bunun bedeli ne olacaktır? Üzerinde sağlıklı yaşayacak bir coğrafya kalmadıktan sonra, hangi kazanımın anlamı olabilir ki? Bil(e)miyorum! Kesin olarak bildiğim tek gerçek ise, bu projenin ekolojik bedelinin çok ağır olacağıdır.
Böyle bir proje sonucu doğa ve çevre açısından çok ağır kayıplar yaşanacak ve ekosistem darmadağın olacaktır. Daha şimdiden, yapılan doğa tahribatının, kesilen ağaçların, dümdüz edilen tepelerin haddi hesabı yok! İş makineleri, koruma altında olan endemik türlerimizi, uğruna festivaller düzenlediğimiz orkide ve lalelerin yaşam alanını bir bir yok ediyor. Yoksa, ‘‘Asrın Projesi’’ dedikleri bizim değerlerimizi tek tek yok etmek mi? Doğaya dokunmayın, bırakın sular boruların içinde değil yatağında aksın…