yaklaşımlarÖzkan YıkıcıAkademik gözle bir analiz – Özkan Yıkıcı
yazarın tüm yazıları:

Akademik gözle bir analiz – Özkan Yıkıcı

279 Takipçiler
Takip Et

Yeniçağ podcastını dinleyin

Bu yazımda mesleki akademik kariyerime dayalı makale yazma amacındayım. Yorumsama ağırlıklı olarak bilimsel etiketimin yansıması olan sosyolojik ve siyasal analizlerle Kuzey Kıbrıs gözlemi yapacam. Sosyal Çalışma uzmanlığım merkezinde konuyu işleyecem. Genelde ülkemiz sık sık “Üniversiteler adası” olarak söylense de ve bolca diploma verilse de yine de bilimsel gözlemenin pek olmadığı gerçeği hep sırıtıyor. Öğrenci değil para kazandıran metalaşma gözle insan olmanın belekten sildirtilip, müşteri anlayışla yapılan süreç sonuçta en başta gelen bilimsellik olgusunun dahi yerleşmeme gerçeğini haykırarak yaşamda yaşatıyor. Fazla gevezelik yapmadan akademik gözle yazıma başlayalım.

Ülkemizin bir gerçeği vardır: Gerçeklerden çok istenilenlerle olgular yerleşiyor. Yaşananlar değil, sistemi koruyacak değerlerle kültürden politikaya yapılanış gerçekleşti. En kesin işgal, ilhak, sınıfsal etkinlik, Neo liberal yapılanış ve yasadışılık gerçekler hiç ama hiç yorumsama veya özümsemede yansıtılmaz. Hep var olanın yeniden üretimi noktasında takılıp kalınır. Buna sosyolojik olarak iç dinamik gelişkinlik olmaması ve dış dinamik müdahalelerle oluşan sıçramalar sonucu, ülkede zorlayacak yapısal iç durumlar pek yoktur. Nitekim Kıbrıs’ta siyasal değişkenlikler veya sosyal dönüşümler içsel birikimle değil hepsi dış etkenlerle onların çıkarına göre oluşturuldu. Çarpık bir yapılanmadan geçtik ve geçmeye devam ediyoruz. Bundan dolayı normal ülke dönüşüm yapılanması veya kültürel birikimle yeni olgular yerleşmesi bildik konumlarla olmadı. Çarpık yapı ve yasadışılık gerçekleri Kuzey Kıbrıs’ta zaten hep sosyolojik olarak ortak paydaşlıklar pek oluşmaz. Daha çok “işbirlikçilik” ilişkileriyle gelişen, dış müdahalelerle şekillenen bir yapıdan söz ediyoruz. İç dinamik eksikliği ve sosyolojik gelişmeler bundan dolayı kolayca uyumla ve geçmişe yabancı durarak gelişti. Bunda nüfus yapısı değişimi ve Türkiyeleşme, Neo liberalleşme ve kaçakçılık korsan anlayışların yerleşmesi de içsel direnci daha kıran gerçekler haline gelindi. Bunu hiç uzağa gitmeden, son dinin ülkemizde yapılanması ve neo liberal yapıyla kardeşçe bütünleşip Kuzey Kıbrıslılaşan işbirlikçi ruhla kolayca yerleşmesini örnek olarak göz etmek mümkündür.

Konuyu fazla genel ile bildik klasik doğrulara sıkıştırmadan, sözünü etiğim akademik kariyerime bağlı bazı sosyal konumdan ve bunun politik yansıyışa değinecem. Özelikle yukarda özetlediğim ülkemizin yapılanış çarpıklığı sonuçta bazı dönüşümlerin de olmamasını yaratı. Eski bazı anlayışlar yeni sömürge ve neo liberal kıskaçla yaşamda yer bulmaya devam etti. Sosyolojik olarak hala düşünsel olarak birincil aşamayı aşamadık. Öğretinin, gelişkinliğin ilk ilişkiler öngörüleri aşması gerekirken, bunların dönüşmeme gerçeği sonucu, garip çarpıklıkta hala yaşanıyor. Bölgecilikten dar mesleki kayırma tercihleri bunun en somut kanıtıdır. Hatta tercihlerde önemli yer alır. Bölgedaşına veya daha da dar gözle politik tercih veya iyi kötü insan değerinin oluştuğu hep görülür. Birincil ilişki ağı aşılamadı.

Daha da somutlayalım: Çoğu insan seçim oyunu veya iyi kötü insanı tanımlarken, örneğin politik alanda düşünsel bakış veya genel ideolojik kuramsal gözle yapmaz. Politikanın sağlık veya eğitimine bakmaz öncelikle. Adayın düğününe gelip gelmemesi, dükkânından mal alıp almaması, telefon açıp konuşup konuşmaması, bölgesinden olup olamadığı, yakınını işe alıp almayacağı, evine gelip selam verip veremediği değerlendirmeler çok etkili bakışlar oluşturur. Çoğu kez sırf kendine konuştuğu için veya telefon açıp hatır sorduğu için hemen onu iyi insan kategorisine kor ve daha üst noktada politikacı olarak seçenek görür. Lefkoşa Cemal olayı veya Dervişin etkin olma gerçekleri hep burada yatıyor. Bunları küçümsemeyin: Hatta siyasal boşalma, çıkarların daha da daraltılmasıyla bunun etkinliği daha da artı. Nitekim bölgecilik, tanıdık olayları veya telefonla hatırlaşma ile yönlendirilme durumları artı. Partisel ilişkileri dahi kırarak son seçimde olduğu gibi, bölgecilik ve tanıdık çizgisiyle tiklerin önemi artı. İnsanlar en genel sorunu dahi değerlendirirken, hep kendini birincil ilişki konumuyla yaklaştığı artık her alanda yaşanıyor!

Çoğu bilimi hele sosyal bilimleri bu nedenle dalga geçilecek kadar küçümsüyor. Küçümsemese yukarda verdiğim örnekten çok konuşulur hale gelinecekti. Öngörüler birincil ilişkilerle kurgulanan ve konuya metasal çıkarla bakılan geri kalmışlık ile piyasa muhafazakâr karışımlı örgütlenemeyen toplumsal dağınıklık sosyal bir gerçeğimiz oluştu. Ne sınıfsal, ne ulusal nede toplumsal ortak değerlerin güçlenmemesi sonucu direnişin oluşmamasını da yaratı. Oysa ülkemizde sosyal dönüşümler içsel dinamiklerle olsaydı, olaylara daha genel ve resmi alana doğru bakılacaktı. Politik tercihi dükkânına girip girmeme ile değerlendirmeyecek! Saraydan birinin telefon açıp hem hal hatır sorması hem de ona mevki vaat ederek kurultaydan genel seçime etkin olmazdı! Olaylara daha sosyal ve sağlık isteyen, eğitimde kalite arayan, daha ileri gitmenin hedefleri programları konuşulacaktı. Oysa seçimlerde daha baştan çıkar ile konulan birincil dereceli “iyi insan” figürüyle resmen konu feodal kafada neo liberal sömürge ülkesinde çarpık kültürleşme gerçeği olarak karşımıza geliyor. Adanın işgali, ilhaklaşma, dinin otoriter ve yeşil sermaye gelişi bundan dolayı kolayca yerleşiyor. Genel bakışın olmaması sonuçta gelişen genel durumalar da dirensizce kolayca kabullenme oluşturuyor. Dünyanın her yerinde fırtınalar yaratan adımlar, Kuzey Kıbrıs’ta törenlerle gelip hemen yerleşiyor.

Bir başka açıdan konuya girelim: Genelde son günlerde olduğu gibi hep sanki eskinin yerine geleceğin mutlaka “daha iyi olduğu” söylemi çok tutuyor. Şu günlerde gerek ekonomik paket, gerek yasaların sanki çözümseme getirecek gibi savunulma ve algılanma sürecinden geçiyoruz. İçerik düşünülmeden ve eleştirilenin doğru olup olmadığı düşünülmeden hemen “yeni yasayla düzelecek” sözleri çok kolay yutuluyor! Hâlbuki olayı neden sonuç ilişkisiyle ele alırsak, biraz diyalektik yönteme baş vurursak, sonuçta çok kolay kandırıldığımıza ikna olacaksınız.

Şu yalan çok tutu: “Yeni yasayla işler düzelecek”! Kimse eski yeni farkını dahi birlikte okumadan takılıp gider. Dahası hukuki olarak 2 noktayı hep unuturuz. Hani önceden yazdım ya; Birincil ilişki olayında takılıp kalırız ya; işte yine onun esiri oluruz. Kimin dediği ile gelecek yasanın iyi olduğuna ikna olup, genel özü hep kaçırırız. Unuturuz ki ülkemizin sömürgesel gerçeği ve atılan adımların ilhakla neo liberalleşmenin devamı olduğunu! Unutunca da şu ilke hep yok sayılır: “Bir ülkede yetki mutlaksa, yasalar ikincil ise, hangi yasa gelirse gelsin fazla fark etmez”! Sömürge tipi gerçeğin aynasıdır bu ifadeler. Sanki yasalarımızda yolsuzluk normal, rüşvet temel ilişkiymiş ve kayırma torpil olmazsa olmazımızmış gibi yeni yasalarla engelleneceği umudu pompalanır. Hâlbuki yasalarda yasaktır. Fakat yine birincil ilişkinin düşünceye yansıyışına tanık oluruz. Yasalar genelken sanki tanıdık veya yönetici belediyeci için ayrıcalıkmışçasına onlar yolsuzluk yapsa, rüşvet verse, trafik kurallarına uymasa, yalan söylese suç sayılmaz maddesi varmışçasına konu geçiştiriliyor. Küfürün veya öldürmenin adamına göre yazılı olduğu kandırmacası kolayca yapılır. “Yasada boşluk vardır: yasalar bunu kapsam dışı bıraktı” gibi yutturmalar bolca yapılır. Hâlbuki hukuku bilim olarak algılansa, yasanın varlığı ve yorumsama ile geliştirilme kuralına bağlı olarak konu kolayca çözümlenir. Oysa bizde sanki yasa sadece birileri için başlayıp biten hukuk öngörüyle algılanır. Onun için hemen “yasaları değiştirelim” denilirken hem yetkinin mutlak gerçeği, hem de yasanın kendisine hakaret ederek basitçe sistemin neden olduğu gerçeği hep örtülüyor. İnsanların basit birincil ilişkilerle olayın sistemsel özünü yakalamadan döngü içinde kalmasını sağlarlar.

Konuyla ilgili daha çok yazacak kelime var. Yapılan yanlışların oluşturulan düşünceyle ve sosyal gerçeklerle anlatımı kitapları bulur. Ama bizde giderek daha daraltılarak hatta genelden soyutlanarak konular tartışılıyor. “Yasalar değişsin, çarşaf liste, yeni sağlık sigortasıyla düzenleneceğine, selam verenle iyi insan tiplemesi, dünyada yerel yönetimler daha özgürleşme olurken bizde derebeyleşme gerçekleri” hepsi sosyal olarak olduğumuz gerçeklerini gösteriyor. Bunu en başta kendilerine aydın diyenlerin yapması gerekir. Onlar şimdilerde proje paralarına ve seyahat lüksleri ile yukardan alacakları avantaların esiri oldukları için sesleri çıkmıyor. Keza örgütlerde ayni: Öyle olmasa Murat Kanatlının Anayasa mahkemesi açıklaması sorası hiç olmazsa insan hakları örgütleri lütfedip görüş belirtmez miydi? Bizdeki yasaların kırkların temel haklarına dahi uymadığı sonucuyla nasıl demokratikleşme denilirdi? Peki, onca üniversitenin sosyoloji, hukuk bölümleri bu konuda bir açıklama yaptı mı? Ya insanlar! Herkes askerlikten kaçmak için bin bir dereden su getirip yurt dışı macerasından “bedelli” olanına sarılırken, bu mahkeme olayına reaksiyon verdimi? Tüm soruların yanıtlarından basitleştirilmelerini yukarda verdim. Kendi için ayni yolu düşünen mahkemeye gitmediği için ilgilendirmezdir!

Nedesiniz; Akademik içerikli ama ülkenin yansıtıcısı yazım nasıl oldu?

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
334AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin