Münür Rahvancıoğlu’nun kitabındaki Özgürlük Dergisi’nden yansıyan görüşlerine bu makalemde de devam ediyorum:
“…Tarihsel olarak Osmanlı ve Türk-Alevi kültürlerinden gelerek, Kıbrıslı Elenler ve Kıbrıs’ta yaşayan diğer toplukluluklar ile yüzyıllar boyunca yaşanan etkileşimler sonucunda şekillenen Kıbrıslı Türklük; 1950’lerden itibaren Kıbrıslı Elen egemenlerine karşı, 1974’ten sonra ise TC oligarşisine karşı mücadele içerisinde kemikleşti. Önce ABD ve İngiltere, ardından Kıbrıslı Elen Burjuvazisi ve Kıbrıslı Türk Yönetici Eliti, en son olarak da Türkiye ve Yunanistan arasındaki gerilimlerin yarattığı pat durumlarının arasından sayılan kimlikler olarak Kıbrıslı Türklük ve Kıbrıslı Elenlik, ada halklarının farklılıklarının üzücü göstergesi de olsalar, bir Kıbrıs ulusu oluşturabilecek potansiyelin de varlığını ifade ederler. Şövenist liderliklerin Taksimci/Enosisci etnik milliyetçilikleri ve revizyonist solun yanlış politikaları sonucunda, adamızda bir Kıbrıs ulusunun oluşması zaten mümkün değildi. Ancak en azından ada halkları Türkler ve Yunanlılar olarak şekillenmemiş, halkların kendi içinden gelişen bir kültürel karşı çıkışla ortaya Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Elen halkları çıkmıştır.
1571’de Kıbrıs’ın Osmanlı hakmiyetine girmesi ile birlikte Anadolu’dan Kıbrıs’a bir nüfus akımı olduğu doğrudur. Ancak bu akımın sürekli olmadığı gibi, İngiliz döneminde hemen tamamen durduğu da doğrudur…Dolayısıyla (Kıbrıslı Türk kimliğinin m.r) Kıbrıs Rum kimliğinin yanı başında oluştuğunu kimse yadsıyamaz. Oluşan bu Kıbrıs Türk kimliğinin bir kökünün Anadolu’da aranması gerektiği kadar, Kıbrıs’ta, yüzyıllar boyu yaşayan halkla olan ilişkilerinde de aranması gerektiği aşikardır…Kıbrıs’ta kimsenin inkar etmesi mümkün olmayan iki halk vardır: Kıbrıs Türk ve Rum halkı. Ancak bu iki halkın dilinin Türkçe ve Rumca olması, dinlerinin müslüman ve hrıstiyan olması; Türkiye ve Yunan kaynaklı oldukları savını döktüremez. Henüz daha Anadolu’da uluslaşmanın çok geri aşamalarda bulunduğu, tamamlanmadığı, din-kültür farklılıklarının bölgeler arası iletişimi dahi zorlaştırdığı bu dönemde Kıbrıs’a getirilen Anadolulular, Kıbrıs’ta yaşayan halkla kültürel alışveriş içerisinde birbirlerini etkileyerek yüzyıllar boyu yaşadılar. Dış etkenlere bağlı olarak, Kıbrıs’lı bir unsur olarak, Kıbrıs Türk halkı oluşuyor. Geleneklere, göreneklere, ruhsal psikolojik yapısına kadar bu kimlik, açıktır ki, Rum olmadığı gibi Türk ulusunun bir uzantısı olarak da anlaşılamaz. Rumlarla birlikte bir milleti oluşturmadıkları da gerçektir.
Şimdi Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Elen halkları tarihsel anlamda özgün bir durumun ifadesidirler. Kıbrıslı Türk halkı öznelinden gider ve söyleyeceklerimizin büyük çoğunlukla Kıbrıslı Elenler için de geçerli olduğunu göz önünde bulundurursak, bugün Kıbrıslı Türk halkının kendi kaderini tayin anlamında önünde üç seçenek bulunmaktadır: a) Türk ulusuna dahil olarak yok olmak b) Kıbrıslı Türk ulusunu oluşturmak c) Kıbrıslı Elen halkı ile birlikte Kıbrıs ulusunu yaratarak yok olmak. İçinde bulunduğumuz durumun özgünlüğü, coğrafi, ekonomik ve sosyolojik nedenlerle, kendi kaderimizi yalnız başımıza tayin etmeye kalkmamız durumunda emperyalist sürekli hakimiyet stratejisi karşısında bağımlılık ilişkilerine tabi olacak olmamızdır.
Kıbrıslı Türk halkı, böyle bir hakkı olmasına rağmen, objektif olarak Kıbrıslı Türk ulusunu oluşturup kendi bağımsız devletini kuramaz. Bu, adanın yapısından kaynakılı olarak coğrafi ve ekonomik, komşularından kaynaklı olarak politik ve askeri, emperyalist siyasetten kaynaklı olarak pratik ve (devrimciler açısından) enternasyonalist siyaset gereği ideolojik olarak mümkün değildir. Kıbrıslı Türk halkının varlığını tanımış bir çok politik şahsiyet, devrimcilerin uyarılarına rağmen 15 Kasım 1983 KKTC’nin ilanını bir bağımsızlık gibi görmüş ancak Kıbrıslı Türkler için yalnız başına herhangi bir bağımsızlığın mümkün olmadığı çok kısa bir sürede ortaya çıkmıştır. Devrimciler, Kıbrıslı Türk halkının varlığını ve kendi kaderini tayin hakkını bilimsel bir gerçek olarak tanırlar ve bu hakkın hangi yönde kullanılacağı konusunda halka önderlik etmek için mücadele ederler. Ancak “Kıbrıslı Türk halkının varlığını tanıyan her siyaset devrimci siyaset” değildir. 1970’lerin sonundan başlayarak KKTC’nin kurulmasına kadar uzanan süreçte gündeme gelen ve “Bağımsız Türk Devleti” sloganı ile özetlenebilecek olan Kıbrıslı tespitinin sağ kanadı da mevcuttur. 1983’te Sabahattin İsmail, Arif Hasan Tahsin, Doğan Harman, Ahmet Karaman, Şener Levent gibi “solcuları” da kendine dahil eden bu akım, soldaki ideolojik boşluğu değerlendirerek ciddi bir yaygınlık da kazanmıştı.
“Kimi ideologlar ‘ulusların kaderlerini belirleme hakkı’nın kutsallığı ve mutlaklığı laf ebeliğine yatarak tozu dumana katmaktadırlar… Her ulusal nitelikli hareket (halkın kendi kaderini tayininin her türü m.r.) her zaman ve her yerde, her özel ve somut durumda desteklenmelidir, tavrına yatmak, imanın kuralına olan o sarsılmaz inancıyla söylevler vermekten başka birşey değildir.”
Kıbrıslı Türk ulusunun bilimsel imkansızlığı nedeniyle KKTC’nin maskesinin düşmesi üzerine bu kişilerden bazıları romantik Kıbrıscılığa transfer olurken, geri kalanları da aslına rücu ederek Türk ulusçuluğuna vardılar. Bugün ise Nazım Beratlı’nın açtığı yoldan ilerleyen CTP, Kıbrıslı Türk halkı söyleminin sağ versiyonunu örgütlemektedir. Bugünkü sağ Kıbrıslı Türk halkı yaklaşımı ile 1980’lerdeki arasında öz olarak hiçbir fark yoktur. İkisi de (yanlışlıkla veya kasten) “bağımsız bir Kıbrıslı Türk devleti” olabileceği bilimdışı ön kabulünden beslenir. Bu yaklaşım Özgürlük sayfalarında da eleştirilmiştir: “Kıbrıs’ın bölünmüşlüğünün az daha pekiştirilmesi ve halklar arası yaratılan mesafenin büyütülmesi amacını taşıyan ‘KKTC’ olgusu karşısında alternatifin emperyalizme ve yedeğine aldığı sermaye bloklarına karşı mücadeleden başka birşey olmadığını bir kez daha tekrar eder, ulusların boyunduruktan kurtulmasının birinin kucağından kalkarak diğerinin kucağına oturmak gibi bir içeriğe sahip olmadığını ısrarla vurgulamak isteriz”.
“Kıbrıs halklarının tarihsel bağları; evrensel düşünce çağımızın koşulları dünya devrimci demokratik hareketinin genel çıkarları KKTC gibi oldu bittileri değil, emperyalizme ve yerli işbirlikçi bloklara karşı mücadeleyi öngörmektedir. Hal böyle olunca KKTC gibi parçalanmayı pekiştiren ve halkların birbirine karşı kullanılmasına açık, de facto olgular karşısında doğru tavır kendiliğinden belirlenmiş olur.”
Diğer yandan geniş halk yığınları tarafından pek bilinmese de Kıbrıslı Türk halkının varlığını tanıyan ancak halkımızın Türkiye ile entegrasyon yoluna gitmesi gerektiğini savunan “Marksist” bir siyasetimiz de vardır. 1970’lerde Halk-Der içerisinde kendilerini ifade etmiş bir grup “Troçkist”, sonradan geliştirdikleri bazı “ideolojik açılımlarla” Kıbrıslı Türk halkının, Türk halkı ile bütünleşmesinin ulusal sorunu çözeceğini, böylece de sınıfsal mücadelenin ulusal sorun tarafından baltalanmasının son bulacağını iddia etmiştir. Kıbrıslı Türk halkının Türk ulusuna dahil edilmesi, kendi kaderini bu yöne tayin etmesi için etnik milliyetçiler (Türk ulusalcılığını savundukları için yanlış bir şekilde ulusalcı olarak adlandırılmaktadırlar) yıllardan beridir mücadele etmektedirler. Devrimcilerin en temel görevlerinden birisi bu karşı-devrimci eğilimin başarılı olmasını engellemektir. Ancak sadece etnik milliyetçiler karşısında durmak bir siyasal tavır oluşturulması için yeterli değildir. Kıbrıs’ta devrimcilerin görevi, Kıbrıslı Elen ve Kıbrıslı Türk halklarının kendi kaderlerini tayin hakkını, bir Kıbrıs ulusu oluşturmak yolunda kullanarak emperyalistlere, onların taşeronlarına ve yerli işbirlikçilerine karşı mücadele içerisinde bu hedefe ulaşmalarına önderlik etmektir…”
REFERANSLAR
Rahvancıoğlu.M.(2009).Kıbrıslı Türk Devrimci Hareketi(HALK-DER).Kalkedon, İstanbul.
-DEVAMEDECEK-