arşivUlus IrkadMilliyetçilik gerekli miydi? -19- Ulus Irkad
yazarın tüm yazıları:

Milliyetçilik gerekli miydi? -19- Ulus Irkad

333 Takipçiler
Takip Et

Yeniçağ podcastını dinleyin

ulusMilliyetçiliğin Kıbrıs’taki sağ ve sol çevrelerin damarlarına kadar yayılarak Kıbrıs’ta yaşanan trajediye ne kadar büyük bir etki ettiğini şimdiye kadar bu 19 sayılık dizimizde gördük ve inceledik. Birkaç sayı sonra artık bu yazı dizisini bitirmek mecburiyetindeyiz. Şunu vurgulamalıyız: Maalesef bilhassa sol çevreler 1960’ların başlarında da özeleştiri yapmıyarak, 1960 sonrasındaki süreçte de büyük yanlışlıklara düştüler. Aslında bu özeleştiriyi yapmamak da ideolojik durumla ilgilidir çünkü tarihse4l mevcudiyeti içinde Sovyetler’deki gelişmeleri incelemeden bu tahlili yapmak yanlıştır. Kıbrısrum egemenleri ve bunların temsilcisi ulusalcı Makarios, AKEL’le iyi ilişkiler geliştirirken Kıbrıs sorununda, içte düşeceği çelişkilerden ve de dıştaki Türkiye tehlikesinden dolayı, AKEL kanalıyla Sovyetler’i yanına çekerek bu durumdan yararlanmak isteyecektir ki daha sonra pek de bunun yararını göremeyecektir. 1974 olaylarıyla ilgili olarak Makarios Druşotis’in yaptığı bu değerlendirrme oldukça ilginçtir:

“Gerçek şu ki, Sovyetler Birliği’nin Kıbrıs krizine askeri müdahale ihtimali hiç yoktu. Kıbrıs Cumhuriyeti’ne verdiği diplomatik desteğe karşın, Kıbrıs’ın Batı’nın nüfuz alanında olduğunu kabul eden Moskova, Türk saldırısına tepki göstermedi. Türkler Moskova’yı saldırı planları konusunda bilgilendirmiş ve harekatın Kıbrıs’ın bağımsızlığını geri kazanmasını hedeflediğini savunmuşlardı. Ve Ruslar için hangi sınırlamalar altında olursa olsun, bağımsız bir devlet, NATO üyesi bir devletle birleşmesine tercih edilebilirdi (Druşotis, sf.498,2006).

Kıbrıstürk solu daha fazla 1974 sonrası süreçte aynen Kıbrısrum solunun 1940’tan sonra düştüğü yanlışlara düşerken onlar da tertsen başlayan tarihin yanlış ideolojisinin temelinde düşünerek aynı yanlışlara düşmüş oldu. En baştaki yanlış gerek AKEL’in ve ona bağlı örgütlerin yanlışlarıydı ama gelgelelim ki en açık bir şekilde bu yanlışlıklar sırıtırken bizdeki Sovyetler Birliği sempatizanı sol da aynı yanlışları yapma mecburiyetine düştü çünkü AKEL’le aynı ideolojiyi savunurken aynı hastalıkları da paylaşmak mecburiyetinde kaldı . Onun gibi tabu olarak gördüğü konuları gerek onun gözlükleriyle görürken gerekse de deşmemek ve işlememek konusunda , sorunları derinine kadar incelemeden ve de pek eğilmeyerek, bu konuların dev gibi birgün karşısına çıkmasına sebep oldu. Hem Türk liderliği ve TMT’nin baskıları hem de Kıbrısrum Sol’unu temsil eden AKEL’in hatalartından dolayı Kıbrıslıtürk emekçi ve solcular ezilirken veya hedef durumuna gelirken bu baskılarla PEO’dan kopan Kıbırslıtürk işçiler , TMT’nin, PEO’nun Kıbrıslı Türk yetkillerine yönelik baskıları sonrasında, federasyondan toplu halde istifa eden Kıbrıslı Türklerin, Türk sendikalarına geçmesiyle, bu sendikaların üye sayısı, 1137’den (1958’de) 4,829’a çıktı (1959’da) (Druşotis, sf,4.2008).

Gerçi AKEL de, EOKA tarafından “Türkleri bile kucaklayan AKEL liderliği, Türkleri öldüren halkımıza ihanet ediyor” (Druşotis,sf.34,2006) denilerek baskı altına alınıyor ve sesi kapatılıyordu ama Milliyetçi kesime bu kadar taviz veren AKEL’in sesinin sonunda kesilmesi normal değil miydi?

“Kıbrıs Türkleri ile ilişkisi olan tek Rum partisi AKEL’di. Partinin Makarios’la işbirliği Kıbrıslı Türk solcuları TMT için kolay bir av haline getirdi. Londra-Zürih Andlaşmaları’nın imzalanmış olmasına karşın, EOKA’nın tersine TMT dağıtılmış değildi. Kıbrıslı Türklerin Rumlarla tüm ilişkilerini kesmesi hedefini güden bu teşkilat, derhal yoğun bir sindirme politikasına yöneldi. “Türk’ten Türk’e Kampanyası” diye bilinen bu politika Kıbrıs Türklerinin Rumlarla değil, sadece kendi aralarında alışveriş etmesini buyuruyordu. Bu politikanın dışında hareket edecekler ağır para cezaları ödemeye zorlanacaktı”(Druşotis,sf.39,2006)

Druşotis’in aynı kitabında (sf.206,2006) şu ilginç saptama ABD Kıbrıs masası şefinin açıklaması da oldukça önemliydi:

“3. Nihayet komünizm tehdidi ile ilgili olarak Boyatt şunları yazmıştı: “muhafazakar din adamı ve kapitalist Makarios kesinlikle komünist değildir. Başpiskopos komünistlerin desteğini kabul ediyor, ama onların kendisini kullanmasından çok onları kullanıyor…”

Peki ama kafa karışıklığına neden olmadan şunu da sormak gerekmektedir: AKEL bir Komünist partisi değil miydi? Eğer Komünist Partisiyseydi niye bu yanlışlara düşmüştü? Bunun da açıklamasını ideolojik olarak yapmak gerekmekteydi. AKEL veya ona benzer Stalinist partiler nerede hata yapmışlar ve niye Kıbrıs politikalarında da hata yapmaya devam etmişlerdi? Kıbrısrum toplumunun milliyetçilik ve din kültürü yanında Sovyetlerin de ideolojik hatalarında bunu aramak bana göre en gerçekçisidir. Şu açıklama milliyetçilik tuzağına düşen Sosyalist veya sol partiler için etkili bir faktördür aslında: Proleteryanın gerçek anlamda iktidara gelemediği ve daha başından bürokratik diktatörlüklerin kurulduğu ülkelerde “geçiş dönemi”nin başladığından zaten söz edilemeyeceği açıktır. Fakat bunun yanı sıra, 1917 Ekim Devrimiyle siyasal iktidarı fetheden ve böylece kapitalizmden komünizme tarihsel geçişi başlatan Rus proleteryasının verdiği örnek vardır. Ancak Sovyet devletinin bürokratik devlete dönüşümüyle birlikte, bu ülkede de geçiş döneminin zorunlu koşulu (işçi demokrasisi) ortadan kalkmış ve kapitalizmden komünizme geçiş yönündeki tarihsel hareket sona ermiştir.

“Sovyetler Birliği’ni olduğu gibi savunanların çoğunluğu aşağı yukarı şu mantığı yürütme eğilimindedir: Her ne kadar Sovyet rejiminin henüz sosyalist olmadığını teslim etseniz de, bugünkü temeller üzerinde üretim güçlerinin daha da gelişmesi, eninde sonunda sosyalizmin tam zaferine yol açmak zorundadır. Dolayısıyla belirsiz olan yalnızca zaman faktörüdür. Ve bunun üzerinde de gürültü kopartmaya değer mi? Böylesi bir sav ilk bakışta ne denli muzaffer görünürse görünsün, gerçekte son derece yapaydır. Tarihsel süreçler söz konusu olduğunda zaman kesinlikle ikincil faktör değildir. Şimdiki zaman ile gelecek zamanı siyasette karıştırmak, dil bilgisinde karıştırmaktan çok daha tehlikelidir. Evrim, Webb türü kaba evrimcilerin hayal ettiği gibi, varolanın düzenli birikiminden ve sürekli “islahat”ından ibaret olmaktan çok uzaktır. Nicelikten niteliğe geçişler,krizler, sıçramalar, geriye dönüşler vardır. Sovyetler Birliği’nin dengeli bir üretim ve dağıtım sistemi olarak sosyalizmin ilk aşamasına ulaşmış olmaktan çok uzak olmasındandır ki gelişmesi ahenk içinde değil, çelişkiler içinde sürmektedir. Ekonomik çelişkiler toplumsal uzlaşmaz karşıtlıklar doğururlar, bu karşıtlıklar da üretim güçlerinin daha fazla büyümesini beklemeksizin kendi mantıklarını geliştirirler. Bunun ne denli doğru olduğunu az önce kulak vakasında gördük; kulaklar, evrimsel bir biçimde sosyalizme “varmak” istememiş ve bürokrasi ile ideologlarının hayretine, yeni ve tamamlayıcı bir devrim talep etmişlerdi. İktidarı ve serveti elinde yoğunlaştıran bürokrasi barışcıl olarak sosyalizme varmak isteyecek midir? Buna ilişkin kuşkulara kesinlikle yer vardır. Ne olursa olsun bu konuda bürokrasinin sözüne inanmak tedbirsizlik olur. Şu anda Sovyet toplumunun ekonomik çelişkilerinin ve toplumsal karşıtlıklarının önümüzdeki üç,beş ya da on yıl içinde hangi yönde gelişeceği sorusuna nihai ve dönüşsüz bir cevap vermek imkansızdır. Sonuç, yaşayan toplumsal güçlerin savaşına bağlıdır – hem de ulusal değil, uluslararası ölçekte. Dolayısıyla her yeni aşamada, gerçek ilişkilerin ve eğilimlerin birbirlerine bağlantılı olarak ve sürekli etkileşim içinde somut çözümlemeleri gereklidir. Böyle bir çözümlemenin önemini şimdi devlet bağlamında göreceğiz.”( TROÇKİ,Leon:(1980),İhanete Uğrayan Devrim,Köz Yayınları,İstanbul,45-46).

Gerçek bir işçi devleti için geçerli olan bu kuralın, sözümona işçi sınıfı adına egemenlik kuran bürokratik bir devlet için de geçerli olacağını ummak zaten büyük bir yanılgı olurdu. Sovyetler Birliği’nde işçi devletinin bürokratik bir karşı-devrim sonucunda bürokrasinin devletine dönüşmesi, tıpkı genel olarak sömürücü toplumlarda olduğu gibi, devletin toplumun çoğunluğu karşısında bağımsız bir güç haline gelmesi sonucunu doğurdu. Bürokrasinin devleti, Engels’in sözünü ettiği yasayı doğrular biçimde, kendi çıkarlarını yansıtan resmi bir ideoloji yarattı. “Stalinizm” olarak adlandırdığımız bu resmi ideoloji, yalnızca Sovyetler Birliği sınırları içinde değil, Sovyetler Birliği’ndeki iktidardan aldığı büyük güçle, uluslararası komünist harekette de egemen kılındı. Kısacası, bu resmi ideoloji, kendi hegemonyası döneminde “sosyalizm” adına kurulan tüm iktidarlara şu ya da bu oranda damgasını bastı, onlara kendi bürokratik egemenlik sistemini aşıladı, bunu yerleştirdi.

 

KAYNAKÇA

Druşotis, M.(2008). Kıbrıs,1”964-1974 İlk Bölünme,Galeri Kültür Yayınları, Lefkoşa.

Druşotis.M.(2006).Kıbrıs 1970-1974, EOKA B, Yunan Darbesi ve Türk İstilası, Galeri Kültür Yayınları, Lefkoşa.

TROÇKİ,Leon:(1980),İhanete Uğrayan Devrim,Köz Yayınları,İstanbul, sf.45-46.

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
334AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin