arşivUlus IrkadMilliyetçilik gerekli miydi? -17- Ulus Irkad
yazarın tüm yazıları:

Milliyetçilik gerekli miydi? -17- Ulus Irkad

333 Takipçiler
Takip Et

Yeniçağ podcastını dinleyin

ulusKıbrıs Sorunu’nu esasında Osmanlı’ya kadar indirgemek de akademik olarak yararlı olacaktır. Kıbrıs,1571 yılında , Osmanlı İmparatorluğu tarafından fethedilmesinin ardından aktarılan Müslüman nüfus sonucu, Hıristiyan ve Müslümanların birlikte yaşadığı Osmanlı Vilayetlerinden biri oldu. Kıbrıs’a yerleştirilen Müslüman nüfus, Ada’da yaşayan ve büyük çoğunluğunu Rumca konuşan Ortodoksların oluşturduğu Hristiyanlarla geleneksel Osmanlı toplumu düzenine uygun bir yaşam sürdürüyordu. Bu toprağa bağlı tarım toplumunda aidiyet duygusu, din kökenliydi ve Müslüman nüfusun, yine dinden kaynaklanan vergi imtiyazına karşın, iki toplum arasında refah farkı’ diye bir şey söz konusu değildi.Örneğin Osmanlı Döneminde Hristiyanlar içindeki kentlerde yaşamak mecburiyetinde değillerdi. Surlar içinde tamamıyle Türkler yaşıyordu. Yalnız imtiyazlı Kıbrıslı Rumlar Türklerle beraber surlar içerisinde yaşamaktaydılar.Başpiskopos “Millet Başı” olarak tanınmış ve vergi toplama da dahil, çeşitli imtiyazlara kavuşmuştu. Kısa sürede Ada yönetiminin bir parçası haline gelen kilise, topladığı vergilerden yüzde 12 pay alıyor ve giderek önemli bir güç haline geliyordu. Buna karşılık, ağır maddi koşlullar altında yaşayan köylüler, zaman zaman birlikte başkaldırıyorlardı ve hem Osmanlı yönetimine, hem de onun bir parçası olan kiliseye karşı isyan ediyorlardı.Bu isyanlar bazen  Müslüman bazen de Hıristiyan önderlerin öncülüğünde yapılıyordu. Giritte ve başka ülkelerde de aynı özellikler görülmüştür. Esasında Osmanlı zamana uymayan bir imparatorluktu. Toprak egemenliği olarak Bulgaristan’dan Yemen’e kadar uzanmaktaydı. Bu yönetime karşı başkaldırıların ilerici bir yanı vardı. Yunanistanla ilgili bu süreç 100 yıl aldı. Herşey Osmanlı’nın aleyhinde gelişiyordu. Tarihsel bir olay olarak alınırsa kesinlikle ilerici bir yanı vardı. Yüksele burjuva milliyetçiliğiyle özdeşti. Ve bu Osmanlı’nın parçalanma süreciyle başladı. Osmanlı’ya karşı başkaldıran bütün uluslar özdeştiler. 20 yy’la girerken Sosyalist Devrim olgunlaşmaktaydı. Ulusal hedeflerde köktenci bir  gelişme vardı. Artık bujuvazi tarihsel bir rol oynuyordu. İşçi sınıfı 40’lı ve 50’li yıllarda güçlüydü. Bu aşamada anti-emperyalist bir özellik üstlendi. Ancak Kıbrıs İşçi sınıfı tarihsel olarak bir devrim yapacak bir sınıf değildi. Belirli dünya koşullarında bu sınıf cılızdı. 1940’lı yıllarda doğru bir biçimde uluslararası Komünist hareketin(Stalinizmin) etkisinde kaldı(1). O dönemler Stalin “Ulusal Birlik Politikaları”nı ortaya koyduğu için Yunanistan Komünist Partisi’nin de ısrarıyla Enosis’i benimsedi. Ayni dönemde Fransız Komünist Partisi, Hindiçin’de bir otonom bölgenin ortaya çıkmasını savunmuştur. Ama Enosis’in ortaya çıkması Taksim tezini de kuvvetlendirmiştir.

Kıbrıs Komünist Partisi’nin bildiri ve makalelerinden önce Kıbrıs’ta yayımlanan Neos Antrobos Dergisinde şu açıklama da bize Kıbrıslı Rum aydınlar arasında enosis ve Kıbrıslı türk Kıbrıslırum çalışanlarının kardeşliği üzerinde sınıfsal bir fikir vermektedir(2):

“Bir toplumun, bir yerin mutluluğu ancak gerçek bir özgürlükle sağlanabilir. Her milliyetçi harekette karşı duracağız.Dışarıdan herhangi bir müdahaleye karşı halkın tam özgürlüğü için karşı koyacağız. En başta İngiliz Sömürge İdaresi’ne karşı koyacağız. Bu İngiliz Yönetimi’ne karşıyız, çünkü politikasıyla iki toplumu da eziyor. Kahrolsun Enosis, Yaşasın uluslararsı proleterya.”

İmza

KIBRIS TROÇKİST PARTİSİ

Esasında yukarıdaki parti hakkında elimizdeki bu bildiriden başka bir yazı yok. Bu partinin Sovyetlerdeki o zamanki gelişmelerden etkilenmiş, orada eğitim gören gençler tarafından kurulup pek fazla da etkin olmadan misyonunu bitirdiğini söyleyebiliriz. Fakat o zamanki Kıbrıslı gençlerin dünyadaki gelişmelere ilgisiz olmadıklarını da göstermektedir.

Kıbrıs Rum ve Türk emekçileri arasında bölünmeler yaratılması bunun yanında AKEL’in Enosis üzerine zaman ve zaman almış olduğu yanlış kararlar, Kıbrıs Türk gericilerinin tepkilerinin Kıbrıslı Türk işçilerinin üzerine odaklanmasını getirmekte ve bu kesimler üzerine baskıları yoğunlaştırarak taksim hedefine daha çabuk ulaşılmasına sebep olmaktaydı.Bunun yanında İngiliz Yönetimi halkın gücünü parçalamakla o da Kıbrıs’ta ve Orta Doğu’daki menfaatlerini korumaktaydı. 1950’li yıllarda Türkiye’yi sorunun içine çekmekle oldukça büyük bir manevra kazanmıştı.

EOKA’dan sonra TMT’nin kuruluşu da artık çarpışmaların bir o kadar daha artmasını ve de iki toplumun birbirine karşı daha da kırıcı olmasını getirmişti. Fakat örneğin TMT üyelerinin yemini onların esas düşmanının “Kıbrıslı Rumlar ve Komünistler” olduğunu göstermektedir. Aynı yemini EOKA’cıların ettiği de bilinmektedir. EOKA birçok Kıbrıslı Rum Komünisti katlederken TMT de Kıbrıs Türk toplumu içerisinde solcu ve Komünistleri katletmeye başlayacaktır.Örneğin TMT, 22 Mayıs 1958 günü, PEO Yürütme Komitesi ve sendikanın Kıbrıslı Türkler Dairesi’nin Başkanı Ahmet Sadi’yi öldürmeye teşebbüs etti. 24 Mayıs’ta, Kıbrıs Türk gazetesi İnkilapçı’nın sahibi Fazıl Önder Saraç (Sella) öldürüldü(3).

1940’lı yıllarda çok somut olarak iki çalışan sınıf arasında sıkı ilişkiler gözlemlenmiştir. Tüm eylemlerde Türk işçiler de yer almıştır. 8500 Türk işçisinin 3500’ü PEO’da örgütlü bulunmaktaydı. Fakat 1944 yılında ilk ayrılmalar başgöstermeye başlar. Yüzlerce Türk işçisi PEO’dan ayrılıp Türk sendikalarına geçer. Bu yıllarda işçi sınıfının etnik ayırımına geçilmiştir. Bu dönemin özelliklerinden bir tanesi Kıbrıs Rum Milliyetçiliği’nin öne geçmesidir. Kıbrıs Türk Burjuvazisi de bu dönemde işçiye ihtiyaç duyduğu için bu olgu çok önemlidir. Yükselen Kıbrıs Rum Milliyetçiliği 1958’deki ayrılık tohumlarının ilk filizleriydi. Maalesef Kıbrıs Rum solu da kendini bu milliyetçiliğe kaptırmıştır. O dönemde ortaya çıkan çelişkilere bir göz atmak gerekiyor. Kıbrıs Rum Solu Kıbrıs Türk Toplumu’na bakışında milliyetçiydi. Böylece Kıbrıslı Türk işçilerden kopmaya ve kendini soyutlamaya başlamıştır. 1946 yılında İşçilerin birliği savunuluyordu, PEO’nun Genel Kurulu’nda Kıbrıslı bir Türk konuşmacı ENOSİS (Yunanistanla Birleşme) karşıtı konuşup ekonomik ve sosyal güçbirliği önerirken, ona verilen yanıt “Hedef Enosis” tir oluyordu. 1948 yılında Büyük Grev Mücadelesi döneminde PEO’da masa oluşmuş ve birtakım Kıbrıslı Türk işçiler kadrolara da girmişledi. Türk Masası kurulmasına rağmen Kıbrıslı Türklerle ilgilenilmedi. Türkçe bülten çıkarılmıştı, ilişkilerde gerginlik yoktu fakat orada da bir güvensizlik vardı(4).

1960 yılından sonra da AKEL’in ENOSİS açıklamaları maalesef sürmüştür. Barış ve Sosyalizm Sorunları Dergisi’nin Mayıs 1964 tarihli sayısında yer alan ve AKEL Genel Sekreteri E. Papayuannu ve PEO Genel Sekreteri A. Ziartides ile yapılan “Kıbrıslılar barış ve dostluk içinde yaşayabilir ve yaşamalıdır” başlıklı söyleşiden: “Tedhiş altında AKEL üyeleri arasındaki Türklerin sayısında da bir azalma olmuştur. Ama bu asla AKEL’inTürk işçilerle yakın ilişkileri olmadığı anlamına gelmemelidir. Halen var olan aşırı derecede zor şartlar altında bile AKEL saflarında Türkler bulunmakta olup, bunlar hatta parti Merkez Komitesi’nde bile temsil edilmektedir” denmekteydi(5). 1966 yılında AKEL Kongresi Başkanlığı, ayrıca “Kıbrıslı Türk Yurttaşlarımıza” başlıklı bir selamlama mesajı yayımladı ve Kıbrıslı Türklerle yeniden ilişkiye geçilmesi için önerilerde bulundu(6). Kıbrıslı Türkler o dönemlerde artık 1963-64 olaylarından ötürü enklavlar içinde yaşıyorlardı. AKEL Leymosun Kaza Komitesi’nin 16 Haziran 1967 tarihli bildirisinde: “Son günlerde Leymosun’da ‘İdealist Solcular’ imzası ile iğrenç ve gülünç bir bildiri dağıtılmıştır. Sözde gücenmiş solcular tarafından kaleme alınan bu bildirilerde, yalnız sol kanada değil, aynı zamanda hükümet ve bizzat Makarios’a, Bakanlara, Milletvekillerine ve kasabamızın sağcı veya solcu saygıdeğer kişilerine saldırılmaktadır. Hükümeti desteklediği için AKEL itham edilmekte ve AKEL üyeleri enosise karşı mücadeleye çağrılmaktadır. Bu tiksindirici bildirinin arkasında hangi güçlerin saklı olduğunu ve bunların ne gibi amaçlar güttüğünü anlamak zor değildir. Emperyalizm ve onun satılmış organları, halkımızın birliğini yıkmak, halk arasında şaşkınlık yaratmak ve tasarladıkları caniyane eylemlere ortam hazırlamak için her türlü yasal olan ve olmayan yola başvurmaktadırlar. Kimi zaman dinamit patlatarak, kimi zaman imzasız bildirilerle ilerici güçleri darbelemeye çalışmaktadırlar. AKEL, ne hükümeti, ne de orduyu baltalamaktadır. Aksine milli amacımız olan gerçek enosis için hep birlikte mücadele eden Kıbrıs ve Yunanistan’ın asker evlatlarını sevgiyle kucaklamaktadır. Yıkıcı eylemler nereden gelirse gelsin, AKEL’i parçalamayı ve onun politikasını baltalamayı başaramayacaktır. AKEL Leymosun Komitesi, partinin milli davadaki tutumuna bağlılığını bir kez daha teyid eder ve Leymosun’un demokratik halkını, emperyalistlarin organı olan tiksindirici iftiracıları ve parçalayıcıları kınayıp, tecrit ederek, birliğini daha da güçlendirmeye ve uyanıklığını arttırmaya çağırır(Haravgi, 17 Nisan 1967).(7) Görüldüğü gibi AKEL Enosis politikalarına 1960 sonrasında da ısrarla devam etmiş ve araya etnik milliyetçiliği sokarak iki toplumu bölmeye devam etmiştir. AKEL’in bu açıklamaları partinin Marksist Leninist ideolojiden ne kadar uzak ıolduğu da ortaya çıkmaktadır.

AKEL’in Lideri(2004) Dimitris Hristofyas Enosis’in gömülmesi konusunda Kıbrıslı Türk gazetecilerle yaptığı bir söyleşide partinin geçmişteki Enosis üzarindeki hataları konusunda  şunları söylemekteydi:

“Soru: Ne zamandan beri gömüldü? Şimdi Enosisten boşandığınıza göre ne kadar evli kaldınız?

Yanıt: 1959’a kadar AKEL’in mücadelesi enosis içindi: 1960’da Zürih ve Londra Antlaşmaları imzalandı. Kıbrıs halkı o zaman self-determinasyon hakkını Cumhuriyet için kullandı. 1962’de, bağımsızlığın yaşamasını programa hedef olarak koyduk. 1964-1968 döneminde Enosise yapılan değinmeler, program dışında yapıldı. Eleştiriye açıktır. Tavrımız yanlıştı. Yakında bu konuda geniş özeleştirimizi yapacağız. 1974’den sonra programdaki hedefe döndük. Bu, yeni koşullarda, bir federasyondur.”(8) demekteydi.

ENOSİS gökyüzünden zembille inmedi. Anti sömürgeci mücadele içinde ENOSİS için mücadele edenler de olmuştur. Aslında ENOSİS öncelikle Osmanlı, daha sonra da sömürge İdaresi’ne karşı kitleler tarafından benimsenmiştir. Kıbrıslı Türkleri kaale almayan bu politika son derece ulusalcı bir politikaydı. Kapitalizmin yükseldiği ve ona karşı bir tepki yükseltmediğiniz bir dönemde elbette milliyetçiler bunu yönlendireceklerdi. Zürih Andlaşmalarıyla 1960’ta Kıbrıs Rum toplumu milliyetçi bir ihanete uğramıştır. Bu toplumun entellektüel durumu Zürih ve çevresindeki olanları anlamaya yetmiyordu. Bu yüzden ENOSİS’i talep olarak seçtiler. AKRİDAS böylece gelişmiş oldu. 1960 başlarında iktidara gelen Kıbrıs Rum Burjuvazisi giderek Yunanistan’dan daha bağımsız bir durum takınmaya başlamıştır. ENOSİS’i bu toplumsal gelişim içerisinde anlamak gerekiyor. EOKA B biçiminde bir örgütlenme sadece bir dönemin artığıydı. Bugün için ne fazla üyeleri vardır ne de sayıca fazladırlar. Zürih’in bir diğer sonucu da ayrı bir Kıbrıs Türk Burjuvazisi yaratmasıdır. Ama bu burjuva sınıfın gücü hiçti. %18’lik bir nüfus oranına, %12’lik bir tarımsal değere sahip, sanayi gelirlerinin %11’ini, katma değerleri %12’yi aşmıyordu. Gelir vergisi katkıları %2’yi geçmiyordu. İthalat %0.3, ihracat %0.1’di. Böyle bir sınıf fazla güçlenemezdi. Serbest rekabetçi bir kapitalizm içinde Kıbrıs Türk Burjuvazisi ayrı bir sınıf olma özelliğini yitirecekti(9).

Kıbrıs Türklerinin Zürih’in getirdiği politik korunmalar, Kıbrıs Rum Toplumu içinde haksız bir uygulamanın söz konusu olduğu şeklinde çağrışım yapıyordu . Tek bir Kıbrıs’tan Kıbrıs Türk Burjuvazisi için de Kıbrıs Türk Toplumunun sömürüsünün tekeli gelişti. 1967’den sonra ise ayrılma gelişti. Kıbrıs Rum Burjuvazisi ENOSİS yaklaşımından uzaklaştı. Adadaki bu gelişmeler Kıbrıs Türk toplumunun da kapalı kapılar içerisinde yaşamalarından dolayı buna karşı Kıbrıstürk liderliğine bunu sorgulamalarını getirdi. 1974’e kadar olan süreçte Kıbrıslı Türklerin 1963-64’te terkettikleri köylere kitleler halinde takrar yerleşmeye başladıklarını göstermektedir. 1974’te Kıbrıs Rum burjuvazisi tahakkümünü kabul ettirmişti. Darbe ve işgal bu tahakkümü noktaladı(10).

 

TARİHİ BİR DAHA ELE ALIP DEĞERLENDİRMEK

20. yüzyılın başında Kıbrıs’ta doludizgin bir yükseliş sergileyen Enosis tutkusu, dönemin Kıbrıs Komünist Partisi dışında, bütün toplumsal ve siyasi güçler tarafından benimsenen siyasi bir proje olmanın yanı sıra, Kıbrıs’ta modern Helen kimliği ve ulusal bilinci belirleyen temel referans haline gelmişti. Ne var ki, Yunanistan’da aynı döneme rastlayan “Küçük Asya felaketi”nden sonra, helenleri tek devlet çatısı altında toplama projesi, tam anlamıyla yok olmamışsa bile, büyük bir darbe yemiş ve iyice gerilemişti. Kıbrıslı Rumlar açısından “tarihin ironisi” sayılabilecek bu eş zamansızlık, Kıbrıs’ta Helen milliyetçiliğini zor durumda bırakacak ve başka faktörlerle birlikte, Enosis projesinin yenilgisine zemin hazırlayacaktı. Enosis ayrıca, Kıbrıslı Rumları derin ikilemler içine sürükleyecekti: Helen milliyetçiliği, Kıbrıslı Rumlara ne Enosis bahşedecek ne de bağımsız bir Kıbrıs devleti fikriyle barışık yaşamalarına olanak tanıyacaktı(11).

1930’lu yıllarda Venizelos’un ortaya koyduğu ve Yunan-İngiliz dostluğunun vazgeçilmez olduğuna dayanan yaklaşım, Kıbrıslı Rumları Enosis istemlerinden uzaklaştırmadı. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından, Enosis umutları yeniden kuvvetlendi ve Kıbrıslı Rumlar, daha yoğun bir hareketlilikle, Enosis’e ulaşmaya yöneldiler. Ne var ki, Yunanistan, ikinci Dünya Savaşı’ndan sonra, İngiltere’ye her zamankinden daha bağımlı duruma gelmişti. Alman işgalinin yıkıcı sonuçlarının yanı sıra ülke, iç savaşa sürüklenmişti. Sağ ve sol arasında süren kanlı çatışmalarda, batı dünyası Yunan sağının yanında yer alarak, Yunanistan’ı Türkiye ile birlikte Truman Doktrini çerçevesinde anti-Komünist cepheye kazandırmak için uğraş veriyordu. Solcuların yenilgisinden sonra, Yunansitan’da iktidara gelen sağ hükümetler, İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri’ne son derece bağımlı hükümetlerdi. Bu arada İngiltere, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, halkların ‘kendi kaderini tayin’ ilkesine dayanarak yükselen anti-sömürgeci mücadeleler karşısında gerilemek zorunda kalmış ve Kıbrıs’taki varlığını sürdürebilmek için, 1947 yılında bir tür özerklik öngören öneriler hazırlıyordu. Kıbrıs Kilisesi, bu önerilere hemen karşı çıkarak, İngiltere’den Enosis’in gerçekleştirilmesini talep ediyordu. AKEL ise, özerklik için yapılacak görüşmelere katılacağını açıklamıştı. Yunan iç savaşının halen devam ettiği bu dönemde, Kıbrıs Rum toplumunun siyasi yaşamı da, Yunanistan’daki sol-sağ cepheleşmeden etkilenmiş, Kilise ve AKEL arasında gergin bir hava ortaya çıkmıştı. Kilise, özerklik girişimini lanetleyerek Kıbrıslı Rumları, “Kilisenin kanatları altında”, “Enosis ve sadece Enosis” için mücadeleye çağırıken, önceleri Enosis’i savunan AKEL, Kasım 1947’de başlayacak olan özerklik görüşmelerine katılmaya hazırlanıyordu. Kıbrıs’ta bu gelişmeler olurken, Yunan hükümeti’nin dış işlerinden sorumlu bakanı Konstantinos Tsaldaris, Amerika’ya yaptığı bir ziyaret sonrasında, 18 Ağustos 1947’de, gazetecilerin Kıbrıs’la ilgili sorularına, “Kıbrıs konusuna değinmedim, çünkü hükümetin bütün dikkati çok daha önemli yaşamsal sorunlara yöneliktir.(….) Kıbrıs’ı konuşmamızın zamanı değildir” cevabını veriyordu(12).

12 Ağustos 1948 tarihinde, özerklik görüşmeleri sonuç alınmadan sona erdi. Bu arada, AKEL’den bir heyet gizlice Yunanistan’a giderek, iç savaşta yer alan Yunan Komünist Partisi Genel Sekreteri Nikos Zahariadis ile gizli bir görüşme gerçekleştirmişti. Zahariadis, İngiltere’nin Yunanistan’da “Monarşist Faşistleri” desteklediğini söyleyerek, AKEL heyetine, İngiltere’ye karşı mücadele etmeyi ve “ulusal davaya” (Enosis’e) sahip çıkmayı önermişti. Kısa bir süre sonra, AKEL’de liderlik el değiştirdi ve Ezekias Papaioannou Genel Sekreter seçildi. Bundan sonra, AKEL ile kilise arasında Enosis mücadelesine kimin öncülük edeceği konusunda şiddetli bir yarış başladı. Bir yanda, daha geniş kesimlere ulaşabilmek için AKEL’in kurduğu ve önceleri başkanlığını Yannis Kliridis (Kliridis’in babası), daha sonra Mateos Papapetru’nun yaptığı, Ulusal Kurtuluş İttifakı (EAS), diğer yanda, Kilise öncülüğünde kurulan Birleşik Ulusal Cephe (EEM), aynı amaç için harekete geçtiler. Bu dönemde Kilise’nin anti-komünist tutumu ve AKEL’e karşı tepkisi daha da artmıştı. Bu ortam içinde 1949 belediye seçimlerinde sol, oy kaybına uğramış ve altı belediye başkanlığını da sol ve solun kurduğu ittifaklar kazanmıştı. Hem Yunan iç savaşının solcuların yenilgisiyle sonuçlanması, hem de seçimde alınan sonuçlar, AKEL’i Kilise ile yakınlaşma arayışlarına sürüklemişti. 8 Temmuz 1949 tarihinde, dört solcu belediye başkanının imzasını taşıyan ve Enosis’in gerçekleştirilmesini talep eden bir mektup, İngiliz hükümetine gönderildi. 17 Temmuz 1949 tarihinde ise AKEL, Kıbrıs Kilisesi’ni “Enosis için birlik ve dayanışmaya” davet ederek, Kilise’nin “solcuları dışlama politikasından” vazgeçmesini istedi. Bu arada AKEL 23 Kasım 1949 tarihinde, BM Sekreterliği’ne “Kıbrıs Halkı Büyük Britanya’yı İtham Ediyor” başlıklı bir mektup gönderdi ve Kıbrıs’ın bir Helen adası” olduğunu ileri sürerek, Enosis’in gerçekleşmesi için Kıbrıs’ta, BM örgütünün gözetiminde bir referandum yapılmasını önerdi. Aynı tarihlerde, Kilise de Enosis için referandum yapılmasına karar verdi. 18 Kasım 1949’da alınan karar, 8 Aralık 1949 tarihinde Kıbrıs Rum halkına açıklandı: “Kıbrıs halkı, ulusal kurtuluş vakti gelmiştir. (…) Kıbrıslılar ileri! Herkes burçlara! Referandum için, Ulusal Kurtuluş için. Ölümsüz annemiz Yunanistan ile Enosis için. İnsanları hür yaşamak için yaratan adil Tanrı mücadlemize yardımcıdır. Yaşasın Enosis!” Kilise’nin bu girişimi karşısında, “ortak cephe” arayışları içinde olan AKEL, Kilise’nin öncülüğünde yapılacak referanduma katılacağını ve destek vereceğini açıkladı. AKEL’in, 15-22 Ocak 1950 tarihinde yapılması kararlaştırılan referanduma katılma kararı, Kıbrıs Kilisesi’ni AKEL’e karşı yumuşatmaya yetmedi. Buna karşın partinin Genel Sekreteri, “sağı işbirliğine ikna edinceye kadar mücadele edeceğini” açıklayarak, Enosis mücadelesine katılma kararlılığında olduğunu göstermiş oldu. AKEL, Kilise ile birlikte Enosis mücadelesine katılmak için ısrar ediyordu. 1952 yılında, ‘Ortak Mücadele için Birleşik Kurtuluş Cephesi’ kurulmasını önerdi ve ‘Asgari Program’ı açıkladı. Programda kurtuluşun temel gücünün “çalışan halkın tümü, Rumlar, Türkler, Ermeniler, kadınlar ve erkekler” olduğunu vurguladıktan sonra şöyle deniyordu: “İşçi sınıfının öncü rolü ve işçi köylü ittifakı ulusal kurtuluş mücadelemizin temel ve belirleyici faktörleridir. Çalışan halk, kurtuluşun en kararlı gücünü oluşturmaktadır. Mücadele için Birleşik Kurtuluş Cephesi, bu güç temelinde kurulmalıdır. Bu cephe’de, Kilise’ye bile yer vardır, yeter ki bölücü politikasını terk etsin.(…) Halk güçlerinin bölünmüşlüğüne son verme ve halkın bir bütün olarak, Enosis için yoğun, örgütlü, eşgüdümlü ve planlı bir mücadeleye geçmesinin zamanı gelmiştir.” Görüleceği gibi AKEL, Kilse’yi  Enosis için ortak mücadeleye çağırıken, Kıbrıs Türk işçi sınıfına da seslenmekten geri kalmıyordu. Anti-komünist Kilise bu çağrılara hiçbir zaman rağbet etmedi. Kıbrıslı Türkler için ise, Enosis, ulusal hedef olmadığı gibi, 20. yüzyıl boyunca hep bir tehdit olarak algılanmıştı. Bu yüzden AKEL, Kıbrıslı Türk işçilerle ‘iyi ilişkiler’ kurulmasına özen göstermesine ve ortak ekonomik ve sendikal haklar için mücadelele vermesine karşın, Kıbrıslı Türklerle ortak bir siyasi amaç geliştirememişti. Siyasi amaçta birleştiği Kilise ise, AKEL ile ortak bir mücadelye yanaşmıyordu( 13 ).

Aslında, 1940’lı yılların başından itibaren Kıbrıs Rum sağı ile Kıbrıs Rum solu arasında ulusal soruna bakış ve yaklaşım konusunda görüş farklılığı yoktu. Her iki kesim için de Kıbrıs, “ezelden beri Helen adası”, Kıbrıs’ta yaşayanlar da “Helen”diler. Dolayısıyla adanın Yunanistan’la birleşmesi, “en doğal hak” ve “en haklı çözüm”dü. Kilise’nin bu doğrultuda sayısız açıklaması vardı. AKEL’in 1940’lı yıllarda geliştirdiği ulus anlayışı, her ne kadar Stalin’in ulus kuramına dayansa da, (belki de sırf bu yüzden) sonuçta sağ kesimin ulus anlayışı ile aynı noktada buluşuyordu. Örneğin  1943 yılında partinin ulus ve ulusal kurtuluş anlayışını ortaya koyan Genel Sekreter Plutis Servas şu çözümlemeyi yapmıştı: “İngiliz olsaydık ulusal kurtuluş, İngiltere ile Enosis(birleşme) anlamına gelecekti. Fransız olsaydık Fransa ile, Rus olsaydık Rusya ile birleşme anlamına gelecekti. Eğer Kıbrıslı olsaydık ulusal kurtuluş Kıbrıs’ın bağımsızlığı, bağımsız Kıbrıs devleti anlamına gelecekti. Ancak biz Kıbrıslı mıyız? Yani Kıbrıs ulusu muyuz? Genel olarak bir Kıbrıs ulusu var mıdır? Bir Kıbrıs ulusu oluşturulabilir mi? Etnolojinin ulus kavramına dair söylediklerine bakalım: “Ulus, tarihsel olarak gelişmiş, isrikrarlı, ortak bir dil, ortak toprak, ortak ekonomik yaşam ve psikolojik durumun kendisini bir kültür toplumu olarak ifade etmesidir.” Şimdi bu kavramlara bir çözümleme getirelim. Yukarıdaki ulus tanımlamasına göre bir Kıbrıs ulusu var mıdır? Kıbrıs’ta ayrı bir milliyetin kanıtı olabilecek göstergeler var mıdır? Bakalım. Her şeyden önce, ayrı bir Kıbrıs dili yoktur, sadece bir Kıbrıs ağzı (diyalektik) vardır. Yunanca konuştuğumuzu herkes biliyor.(…..) Ayrıca, Kıbrıs’ta farklı bir psikolojik durum yoktur. Biz Kıbrıslılar, Yunanistan’daki Helenlerin inandığı dinden daha farklı bir dine inanmayız. Burada, Kıbrıs’ta Yunanistan’da varolan tarihsel geleneklerden farklı gelenekler yoktur. Burada, Kıbrıs’ta bizim için Yunan kültüründen başka kültür yoktur. Ayrıca, bizim için burada Kıbrıs’ta, Yunansitan’da hüküm süren ekonomik yaşam koşullarından farklı koşullar yoktur. Bizdeki koşullar biraz farklıysa da, bu, yabancı egemenliğinden kaynaklanmaktadır. Biz toprak olarak da Yunanistan’dan uzak değiliz. Coğrafi bakımdan Kıbrısımız, Yunan sınırları içindedir ve Yunan adalarının bir devamıdır. Sonuç olarak, teoriye göre, Kıbrıs ulusu yoktur ve olamaz, özgül bir Kıbrıs ulusu da oluşturulamaz. Tam aksine, teoriye göre, dün, bugün ve her zaman için Helen toprağının ayrılmaz bir parçasıyız.(….) Ve hiçbir şüphe yoktur ki, Helen Kıbrıs için ulusal kurtuluş, zorla koparıldığımız Anavatan Yunanistan ile birleşmekten başka bir anlama gelemez. Görüleceği gibi, AKEL’in değerlendirmesi Enosis istemi ile sonuçlanır.Sonraları aynı kişi “Ortak Vatan” adlı kitabında burada yazdıklarını eleştirecek ve Kıbrıs çalışan sınıflarının birliğini savunuyordu. Belki de bu özeleştiri artık bölünewn Kıbrıs için oldukça geç kalmış bir özeleştiriydi… Daha 1940’lı yılların başında hem AKEL hem de ona yakın Kıbrıs İşçi Federasyonu (PEO), Enosis istemini düzenli olarak dile getiriyor ve Kıbrıslı Türklerden gelen tepkileri “biz çoğunluk, siz azınlıksınız, demokrasilerde çoğunluğun görüşüne saygı duyulmalıdır” şeklinde yanıtlıyordu(14).

 

SONUÇ

Bu araştırmadan da görüleceği gibi Kıbrıs Komünist Partisiyle AKEL arasında büyük bir farklılık vardı. Kıbrıs Komünist Partisi Marksist ve Leninist ilkeleri öne çıkararak Kıbrıs’taki Milliyetçi ve Şövenist unsurlara karşı savaş açmıştı. Özellikle de Kıbrıs Rum toplumu içerisindeki gerici ve egemen unsurlar onun için hedefti. AKEL ise geçmişte birçok hatalar yaptı.  Emek mücadelesinde etnik ayrımcılığı körükleyecek kararlar da aldı. Enosis bunlardan en önemlisiydi. Dolayısıyla AKEL Kıbrıs Komünist Partisi’nin gösterdiği birleştirici başarıyı göstermedi ve uzun dönemler eski nesillerin arkasından gelenler de kötü bir mirası devraldığından dolayı da iki toplumun birleşmesi gereken zamanlarda da yanlış kararlar alarak Kıbrıs’taki bölünmede oldukça önemli bir rol oynadı. Araştırmada da görüldüğü gibi bu sadece Kıbrıs’ta yapılan bir hata değildi. İdeolojik olarak evrensel düzeyde de AKEL ve onun gibi olan Komünist Partiler hep hata yaptılar. Sovyetlerin yıkılıp gitmesi de özünde aynı evrensel hataların bir yansımasıydı. Bugün Çin’de proleterler eziliyorsa oradaki Stalinist otoriter ve totaliter rejimin de büyük bir payı vardır ve Kıbrıs’ta görmüş olduğumuz hataların evrensel  bir yansımasıdır.

Dünyadaki kapitalizme karşı sınıfsal mücadelenin bittiği elbette ki söylenemez. Sınıflar varoldukça bu mücadele devam edecektir. Çalışan sınıflar geçmişte de yapılan yanlışlardan ders alarak günü geldiğinde kendi enternasyonallarını yeniden yaratıp devrim ve sosyalizm için harekete geçeceklerdir.

 

DİPNOTLAR

(1) 1989, Berlin Konferansı,Hristos İliyadis.

(2) 1989,Berlin Konferansı,Kostis Ahniodis.

(3) Kıbrıs’ta Sosyalist Gerçek,Nisan 1997, sayı.15, Sf.11.

(4) 1989 Berlin Konferansı,Hristos Yorgiou .

(5) KÜRKÇÜGİL,Masis:( 2003).Kıbrıs, Dün ve Bugün,(İthaki Yayınları,İstanbul),s.187.

(6) Age.193

(7) Age.194-195

(8) Age.223-224

(9) 1989 Berlin Konferansı,Themos Dimitrou.

(10)Agy.

(11)KIZILYÜREK,Niyazi:(2002),Milliyetçilik Kıskacında Kıbrıs,İletişim Yayınları,İstanbul,s.81-82.

(12) Age.91.

(13) Age.92-93.

(14) Age.95.

-DEVAM EDECEK-

 

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
334AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin