Mısır’da Mursi’ye yapılan askeri darbenin neticesi olarak TC hükümetinin fiili mihmandarlığında yapılan kitle gösterilerinde atılan slogandı.
Bizzatihi başbakanın ağzında sloganlaşan bu ifade bir tesadüfmüydü acaba, yoksa bir siyasal bilinçmiy di!
Mısır’da Cumhurbaşkanı Mursi’ye yapılan askeri darbedir. Ve hiçbir gerekçe bunun üstünü örtemez.
Mursi’nin eliyle Müslüman Kardeşler yönetim tarzı olarak kristalleşen siyasal islamın, muhaliflerine şiddet üzerinden müdahale etmesi de; ona iktidar olmanın getirdiği bir hak olmadığı da gün gibi aşikardır.
Tayyip Erdoğan’ın Mısır Cumhurbaşkanının görevden uzaklaştırılmasına karşı histerik(ilkesel değil) derecede karşı olması, kendisini aynada görmesinin yarattığı bir feryadı-ı figanmıydı!
Bunlar üzerinden anlatımlarımı bir kenara koyarak soruna kaynağından bakmakla daha doğru olarak yaklaşmış olacağımı düşünüyorum,
“Değiştik, geliştik”
“Milli görüş gömleğini çıkarttık” la kendisini ifade eden T.Erdoğan “ustalık” dönemi yönetiminde, eyleminde ve sözlerindeki hallerine baktığımız zaman; Avrupa’da kendisini anlatmak istediği “Muhafazakar Demokrat” kavramı ile birlikte, o; siyasal İslam anlayışından asla vazgeçmediği ve hala beslenip, gelişip ve büyüdüğü bu havzadan “geliştik” kısmını; devlet yönetmede kazanmış olduğu deneyimler olarak kendisinde “yönetmede demegoji” yi esas aldığı hal olarak durmaktadır.
Bir düzeltmeyi yapmakta fayda var. “değiştik, geliştik” ikili hali ABD ile olan ilişkilerinde, geçmişten gelen ötekilenmiş hallerinin nedeni olan, duruş söylem biçimlerini terk ederek ABD’ye uyumlulanması noktasında doğrudur.
O, bu uyumlulaşmayı yeniden/yenilenmiş Osmanlı ile birleştirerek oluşturmuş olduğu dış politikayla, hegemonya amaçlı olarak kullanmayı esas alması yüzünden de “komşularla sıfır sorun” sloganından “değerli yalnızlık” sloganına gelmiş bulunmaktadır.
Dolayısıyla dinin siyasallaştırmasının getirmiş olduğu içte ve dışta sorun biriktirme hali; siyasal İslam cenahında demokrasi ve dinin siyasallaştırılmış ilişki biçimini canlı bir şekilde tartışmayı zorunluluk haline getirmiştir.
Bu noktada:
“Değişmeyen tek şey değişimdir.” öz sözü yaşamın, kainat yaşamının asla statik olmadığının anlatımıdır. Bu anlatım, evrenin kendisi ile sadece doğaya yönelik bir anlatım olmadığı, insan halinin de bu değişmenin tam içinde olduğudur.
Sosyolojik olarak insanların kavimsel, toplumsal ve ekonomide ki gelişmeler/geliştirmeler içerisindeki tüm edinimleri; bu gelişmelere göre devamlılıklar üzerinden baktığımız da, kendisine sürekli katmalar içerisinde olduğu görülmektedir. O bu katmalar/edinmeleri yaşarken, aynı zamanda önceki edinmelerinden bir kısmını hala yanında taşırken, önemli bir kısmının da birey ve toplum hayatından etkisizleşerek hayatın canlılığından çekilmektedir.
Edinmelerin etkinlik halinin devam etmesi, onun daima pozitif inkarcılık esasları üzerinden ele alınmasıyla mümkün olmaktadır. Pozitif inkarcılık ona yeni koşulları anlama ve varlığını ona uygunluk üzerinden yeniden biçimlendirme imkanı verirken; aynı zamanda da, gelişmenin getirdiği yeni halden dolayı kendisinde askı haline gelen geçmişte kalmış edinmelerini de elden çıkarmayı beraberinde getirmektedir. Onun bu hali, devamlılık skalasında ki yaşama biçimidir.
Demokrasi de, bireylerin ve toplumların kendi tarihsellikleri içerisinde yaşamış oldukları ilişki ve çelişkilerin yaratmış oldukları sentez halinin ifade ediliş biçimidir.
Düşünmenin tek tip üzerinden yürüyemediğinin olmazsa olmaz halinin son şekli demokrasi kavramıdır. Ve bunun toplum yaşamında daha üst noktada ele aldığımız da; birey, toplum, üretim araçları üzerindeki mülkiyet biçimi ve bunun yarattığı sınıflar ve bunun kamusal haldeki örgütlenme hali olan devlet.
Hiçbir medeniyet ve üretim ilişkisi bağımsız olarak var olmamıştır. O, bir öncekinin yaratımlarından beslenerek, doğarak varlık halini almıştır. Dolayısı ile hayata giren bir değerin birebir olarak içinde var olunun/olduğumuz toplumlardan çıkmamış olma hali; onun bize yabancı olacağı halini, bünyeye yabancı bir hal olacağı eşitleme halini beraberinde getirmez.
Demokrasi kavramı da bu haldedir.
Her inanma biçimi kendi içerisinde mutlaklar yaratarak kendisine devamlılık sağlamaya çalışmaktadır. Onun kendisini mutlaklar üzerinde ifade ediş hali, aynı zamanda “değişmeyen tek şey değişmenin kendisidir” bilmenin, öğrenmenin olmazlığı ile çatışmasını beraberinde getirmektedir. Ve bu da değişmenin motor gücü olmaktadır.
Toplumların yaşamış oldukları yaşamların inanma hallerinin mutlaklık halleri; mutlaklığı toplumsal karakterden çıkarıp bireyin inanması karakteri haline gelmesi oranında “inanma” hal olarak yaşamını devam ettirebilir,
Tam da bu noktada, demokrasi; mutlak doğru olarak ifade edilen inanma biçimlerinin kendi varlıklarını devam ettirebilmelerinin havzası olmaktadır. Demokrasi havzasının olmadığı alanlarda mutlak doğruların çatışma halleri; birinin ötekini sürmesi, yok etmesi mecburiyetini/zorunluluğunu beraberinde getirir ki, bu da savaşın en tam hali olmaktadır.
Dolayısıyla mutlak doğrular eşittir mutlak savaşlardır.
Mutlak savaşlardan kaçınmak içinde; demokrasiyi kendi manzumeleri ile birlikte var olmasını güvenceye almak gerekmektedir.
Siyasallaştırılmış dinin, bizdeki haliyle siyasallaştırılmış İslamın, Müslüman toplumlardaki en büyük açmazı, kendi doğrularını topluma mutlaklık üzerinden dayatmaya çalışmasıdır.
Demokrasiyi; hedefledikleri noktaya varmak için bindikleri tren olarak görmektedirler.
Demokrasiyi; farklı düşüncelerin var olma hakkını, yaşama hakkını teminat altına almanın ondaki ana karakter olduğu olara ele almak yerine çoğunluğun mutlaklığı olarak ele almaktadır.
Yönetme konumuna gelmiş siyasal islamın; toplumla olan ilişkilerinde hep çatışma noktasına gelmiş olmasının ana nedeni: Kendi düşünce ve davranışlarını mutlaklık esası üzerinden ele almalarından dolayı, savaş onların olmazsa olmaz hali olarak durmaktadır.
Siyasallaştırılmış dinin, siyasallaştırılmış islamın kendi öz hali olan “kahrolsun demokrasi” sloganı bu temel yapı üzerinden yükselmektedir.