Gezi direnişinin bir milat olduğu, mevcut siyasal durumda her aktörün kendi pozisyonunu şu ya da bu biçimde gözden geçirmesini gerektirecek radikal bir değişikliğe, bir dönüm noktasına işaret ettiği aşikâr. Doğal olarak sosyalist hareket için de geçerli bir durum bu. Resmi rakamlara göre bile milyonlarca kişinin iştirak ettiği ve artçı sarsıntılarının eylül ayına taşındığı devasa bir kitle hareketi yaşanmamış gibi önceki hal ve rutinde ısrar etmek söz konusu olmayacak, olamaz. Ancak Gezi’nin sosyalist hareketin “yapısal” denebilecek sorunlarına bir anda derman olacağına dair bir yanılsamaya da kapılmamalı. Sosyalist hareketin mevcut etki ve gücüyle, örgütsel ve politik kapasitesiyle nicel ve nitel olarak karşılaştırılamayacak bir kitlesel kabarışla karşı karşıyayız. Yani Gezi direnişinin kışkırttığı o büyük kitle hareketine eşlik edecek bir radikal siyasal alternatif, protestodan siyasal iktidara meydan okumaya geçişi mümkün kılacak bir seçenek henüz söz konusu değil. Solun böylesi bir alternatifi bugünden yarına mümkün kılacak gücü de yok.
Bu durum, toplumsal olan ile siyasal olan arasında sosyalist hareketin aleyhine bir asimetri olduğu anlamına geliyor. Yani daha basitçe ifade etmek gerekirse, sosyalist hareketin mevcut hali, Gezi’nin müsebbibi olduğu o büyük kabarışı anti-sistemik bir siyasal alternatife doğru kanalize edebilmeye henüz el vermiyor. Kitle hareketiyle siyasal alternatif arasındaki bu açıyı telafi etmenin yolu, aceleci girişimler, yangından mal kaçırırcasına kotarılacak ittifaklar, birlikler değil. AKP’yi devirmek adına düzen partilerinin kolu kanadı altına sığınmak, yerel seçimlerde akla zarar adayları Erdoğan’ı geriletmek adına desteklemek hiç değil.
Unutmayalım: Bugünlerde sözü çok edilen Occupy Wall Street hareketi, ABD’de radikal solun gelişimi açısından anlamlı pek bir sonuç yaratamadan kaybolup gitmişti. İngiltere’de antikapitalist solun önemli örgütü SWP, Irak işgaline karşı 2002-2003’te sokağa milyonları döken bir kampanyaya öncülük etmiş, ama bunun sonucunda örgütsel bir sıçrama da yapamamıştı. (Vietnam savaşına karşı 1960’lı yıllardaki büyük protestolarsa radikal-heterodoks solun çeşitli akımlarının muazzam bir gelişmesine vesile olmuştu.) İtalya yüzyılın başında 2001 Genova eylemleriyle hatırlanan ciddi bir sosyal hareketlilik yaşamıştı ancak bugün ülkede radikal sol ülkenin siyasal haritasından neredeyse silinmiş durumda. Örnekler çoğaltılabilir. Kıssadan hisse, toplumsal mücadelelerin kabarışının otomatik olarak radikal solun gelişimi anlamına gelmediği. Burada önemli olan, Gezi’nin sosyalist hareketin önüne serdiği muazzam imkânlara karşın rehavete sürüklenmenin, mevcut işleyişi sadece daha büyük kitlelere hitap eder şekilde sürdürmenin yeterli olacağı kanaatinin büyük bir hata olacağı. Gezi’nin ülkenin siyasal parametrelerinde radikal dönüşümlere yol açması muhtemel; ancak bu dönüşümler radikal-devrimci solun ülke siyasetinde etkili bir aktör, anlamlı bir referans noktası olacağının garantisini de sunmuyor.
Hiç değilse ülkenin batısında, siyasal apati diye tarif edebileceğimiz hali, yani sosyal mücadele ve direnişlerin kapsamının görece cılız olduğu bir önceki dönemin siyasal durumunu büyük ölçüde değiştiren bir kabarışla karşı karşıyayız. Bu apansız siyasallaşmanın sosyalist toplumsal dönüşüm ufku açısından mana ve ehemmiyetini idrak etmek için siyasetin büyük sahnesinde yarattığı dönüşümler kadar, belki de daha fazla, “aşağıya” bakmak gerekiyor. Yani AKP’nin gücündeki kırılma kadar aşağıdakiler için isyanın mümkün kıldığı “muktedirleşme” sürecine. Gezi’nin en büyük kazanımı, gelecekteki mücadeleler açısından en kritik bakiyesi, geniş kitlelerin kolektif eyleme ve özörgütlenme kapasitelerinde müsebbibi olduğu muazzam sıçramadır. Onca yıllık siyasal ataleti dağıtan bir momentteyiz. Kitleler nezdinde, “kendin yap reformizmi” olarak adlandırabileceğimiz bir bilinç halinin oluşması ve kalıcılaşması, yakın gelecekteki tüm direnişler için şu an tahmin edemeyeceğimiz büyüklükteki rezerv güçlerin açığa çıkmasına neden olabilir.
Reformizmden bahis yanıltmasın. “Kendin yap reformizmini” klasik reformizmden ayıran, ezilenlerin talep ve çıkarları adına parlamentodaki reformist bir partiyi, yerel yönetimleri ya da sendika bürokrasisini pasif bir biçimde desteklemekten ziyade, kendi kolektif eylemlerini devreye sokmalarıdır. Kolektif özgüçleriyle harekete geçmeleri, o talep ve çıkarlar etrafında geçici ve kısmi de olsa kendi örgütlülüklerini yaratmalarıdır. İki reformizm arasında ortaya konan hedef ve talepler açısından bir fark yok gibi görünebilir; ancak mücadelenin ortaya konuluş biçimleri, yani mazruf değil zarf, “kendin yap reformizminin” doğrudanlığı, onu klasik, “yukarıdan” reformizmden radikal bir biçimde ayırır. Hele hele reformizmin “gerçekçi” bir siyasal seçenek olmaktan çıktığı günümüzde “kendin yap reformizmi” beklenmedik bir hızla devrimci sıçramalara kaynaklık edebilecek bir mecra, gerçek bir kaldıraç olabilir.
Haziran günleri, ezilenlerin siyasal faaliyeti “yukarıdakilere”, şu ya da bu renkteki siyaset erbabına devrettiği günlerden şu ya da bu talep etrafında bizzat siyasete, hem de militanca “sokak siyasetine” angaje olduğu günlere geçişi mümkün kıldı. Aşağıdakilerin kendi kolektif eylemlerine olan güvenlerini artıran, ezilenlerin kendi kendilerini örgütleme yeteneklerini çoğaltan bu durumun süreğen kılınması, moral güçler dengesinde ezilenler lehine gerçekleşen bu güç kaymasının kalıcılaşması hepimizin temel görevi. Bunun için direnişin enerjisini sosyal hareketlere, toplumsal mücadele alanlarına sevkedecek yollar ve yordamlar icat etmek gerekiyor. Kitle hareketinin açığa çıkardığı enerji hayatın her alanında, mahallede, iş yerinde bir “kendin yap reformizmi” dalgasına yol açarsa bu önümüzdeki dönemin sosyal mücadeleleri için büyük bir kazanım anlamına gelecek. Toplumsal mücadele ve direnişlerde Gezi sonrası niteliksel bir sıçramayı mümkün kılacak mecraların yaratılması, devrimci-antikapitalist solun da o yıllardır özlenen örgütsel-politik yenilenmesini sahici temeller üzerinde mümkün kılabilir. Yeter ki Gezi’nin önümüze koyduğu o geniş olanaklar silsilesini hızla tüketecek, hayal kırıklıklarına yol açacak acelecilikten, her derdimize hemen derman olacak “ilacı” nihayet bulduğumuz yanılsamasından uzak duralım. Hızla sonuca ulaşmak adına ve muhtemelen büyük hayal kırıklıklarına da yol açmak pahasına, orta vadede inşa edilebilir olanları harcamayalım.
Bir ikinci Gezi (muhtemelen) olmayacak. Büyük bir ihtimalle hükümeti bir kez daha ve aynı biçimde şok etmek mümkün olamayacak. Alexander Cockburn ve Jeffrey St. Clair’in 1999’daki Seattle eylemleri bağlamında hatırlattıkları üzere, “her kuşak devleti, ancak bir veya iki defa şaşkınlığa uğratabilir. Mayıs-Haziran 1968, Fransız devletini gafil avladı. Sonra da Fransız devleti, böylesi sevimsiz bir deneyimin tekrarlanmaması için gerekli önlemleri aldı. Devletin güvenlik aygıtının benzer bir tepkisi de, ABD hükümeti için dünya ölçeğinde korkunç bir aşağılanma anlamına gelen Seattle’dan sonra gündeme geldi. Washington’daki Nisan protestolarına gelindiğinde, anayasal toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma hakkından bahsetmek artık bir şaka gibiydi.” Başka bir deyişle, şu ya da bu eylem biçiminin devlet mekanizmasını şaşırtması ancak istisnaidir, geçicidir. Şaşırtıcı olmak adına ve geçmişteki başarıyı tekrar etmek için belli formlarda, eylem biçimlerinde takıntılı denecek şekilde ısrarcı olmak, ani biçim değişikliklerine ve yeni araçların seferber edilmesine hazırlıksız olmak düşeceğimiz ciddi bir hata olacaktır. Mücadele biçim ve yöntemlerini fetişleştiren bir tarzla yürümek, mizahın ve yaratıcılığın bize ilanihaye yeteceğini sanmak, reaksiyoner bir “direnişçilik” konumuna sıkışmak, hareketin hareket kabiliyetini ortadan kaldırabilir. Unutmayalım: Nihayetinde kalıcı olan, toplumsal mücadelelerin örgütlülüğü, sürekli (bazen rutin), çok zaman iğneyle kuyu kazarcasına devam eden (kimi zaman sıkıcı) faaliyetidir.
Gezi’nin açığa çıkardığı inisiyatif, dinamizm ve yaratıcılık sosyal hareketlerle buluştuğu, böylece toplumsal ittifaklarını genişletebildiği takdirde yeni toplumsal kabarışların pekâlâ müjdecisi olacaktır. Dolayısıyla bugün hareketi, hareket aracılığıyla çeşitli toplumsal direniş ve mücadeleleri inşa etmek gerekiyor. Forumlar bu hususta, yani Gezi’nin enerjisini toplumsal hareket ve mücadelelere yöneltmekte kilit önemde bir mekanizma. Hasılı, direnişin enerjisini gençlik hareketinde, ekolojist mücadelede, kent hakkı için mücadelelerde, beyaz yakalıların sendikalaşma çabasında seferber edebilirsek Gezi gerçekten bizim için bir milat olabilir. Sosyalist hareketi ancak aşağıdan, toplumsal mücadeleler aracılığıyla yeniden inşa edebiliriz. Bu Gezi öncesinde böyleydi, Gezi sonrasında da böyle olmaya devam ediyor.