Halil Karapaşaoğlu’nun Afrika Gazetesinde “Apartman boşluğu” başlıklı köşesinde yayınlanan yazısı
Yitirmekten en çok korktuğumuz şeyleri…
Yitirmemize rağmen…
Yitirmemiş gibi…
Yaşamaya devam ederiz…
Kaybettiğimiz her ne ise…
Kafamızda var olmaya devam eder…
Ya da…
Hiç olmamış bir şeyi…
Varmış gibi kabul eder…
Daha sonrada onu kaybettiğimizi düşünüp…
Ağıtlar yakarız…
O kadar bir abartırız ki kaybımızı…
Acımızı…
Hiç farkında olmadan…
Bütün hayatımızı onun üstüne kurarız…
* * *
Eski Lefkoşa’yı aramızda özlemeyen…
Sokaklarında yasemin kokusunu aramayan var mı?
Sokağa çıksak sorsak insanlara…
Kaç kişi der ki…
Eski Lefkoşa’da yaşamak istemezdim?
Şairlerimizden…
Yazarlarımıza…
Var mı eski Şeher’i yeren…
Yenisini öven?
* * *
Bunca yıldır…
Bunca insan…
Kendini kandırmaktan başka hiçbir şey yapmamış…
Kafamızda yarattığımız kurgusal gerçeklik…
Aslında hiç olmadı…
Fantezisini kurduğumuz hayatı özledik hep…
Onu yazdık…
Düşündük…
Toplum olarak yarattığımız kurgunun içinde yaşıyoruz…
İnsanın kendi yaşadığı hayatı elinden alabilirsiniz…
Evini, arabasını, kimliğini ve de haysiyetini…
Kafasında yarattığı kurgusal dünyayı elinden aldığınız zaman…
Ne olur?
* * *
Şeher’in yasemin kokulu sokaklarını özlüyoruz…
Şeher’in kanımca hiçbir zaman…
Yasemin kokmadı sokakları…
Yaseminlerimizi kim söktü?
Kim bize tekrar evinize yasemin ekemezsiniz dedi?
Kaçımızın evinde yasemin var?
Şeher’in sokaklarında…
Seyyar arabalarıyla gezen esnafı özlüyoruz…
Şeher’in sokaklarında…
Hem de Kıbrıslı olan birkaç tane seyyar esnaf var…
Kaç kişi mahkemelerin önüne gidip…
Sulu muhallebi yiyor?
Kaç kişi surlar içinde eskiden beri kalmış…
Meşhur iki tatlıcıdan tatlılarını alıyor?
Eski restoranlar yokmuş artık…
Hala ayakta duran…
Sadece benim bildiğim…
İki üç tane restoranımız var…
Kaç kişi oralara gidip yemek yiyor?
Eski Arasta’yı özlemiş herkes…
Kaç kişi Arasta’ya gidip oradan bir şeyler satın alıyor?
Ayakkabısını…
Giysilerini tamir ettiriyor?
Kalmamış Kıbrıslıların gittiği kahveler…
Surlar içinde Kıbrıslıların gittiği bir tane kahve var…
Kaç tane insanımız oraya gidip, kahvesini içiyor…
* * *
Biz kendi kendimize yalan söyledik…
Eski Lefkoşa’yı hiç sevmedik…
Şimdi de hiç özlemiyoruz zaten…
Hayatının her döneminde…
Modern olana özenen…
Kendi yerelliğinden içten içe tiksinen bir toplumuz…
Bunun en büyük göstergesi Dereboyu’dur!
Dereboyu aslında bizim gerçek yüzümüz…
Yaşamak istediğimiz hayatın göstergesidir…
Eski Lefkoşa dediğimiz de…
Fanusun içinde sakladığımız bir fantezidir…
Surlar içinde yılların tatlıcılarından tatlı almaktansa…
Dondurmalarından yemektense…
Dereboyu’na gidip batı özentisi mekânlardan…
Yemeyi tercih ediyoruz…
Eski restoranlarımıza gidip yemek yerine…
Dereboyu’nda yemek daha çok tatmin ediyor ruhumuzu…
Eskiden beri var olan kahvelerin…
Yanından bile geçmek istemiyoruz…
Tiksiniyoruz çünkü onlardan…
Dereboyu’nda batılı bir tekelin şubesine gidip…
Orada bir şeyler içmek…
Daha çok özel hissettiriyor kendimizi…
Mademki bu kadar Şeher sevdalısıyız…
Neden Şeher’in en eski fırınlarına gidip…
Ekmeklerimizi, çöreklerimizi almıyoruz?
* * *
Eski Lefkoşa dediğimiz o hayat…
Bugün bir şekilde bir yerlerde devam ediyor…
Biz eski Şeher’i hiç sevmedik…
Onu hiç beğenmedik…
Ondan utandık, tiksindik içten içe…
Biz modern olana…
Batıdan buraya getirilene hayrandık aslında…
Kendi kafamızda bir fantezi yarattık…
Kurguyla gerçeği birbirine karıştırıp…
Gerçekliğimiz kabul ettik…
Görmek…
Duymak istemedik…
Gerçekten ne istediğimizi…
Hep birilerini lanetledik…
Kendimizden utandık…
Kurgularımız fanusun içinde…
Nefes almadan duruyor öylece…