Son yaşanmakta olan Kapitalist ekonomik kriz kimine göre 2007 kimine göre de 2008 yılında başladı. Hatta daha ek bilgilerle sorgulayanlar bunu daha biraz erkene çekip, pek dikkate aldırtmayan Gıda kriziyle başladığını söyler. Sistem eksenliler ve bunlara yakın olanlar nedense Gıda kriz dönemini pek vurgulamazlar. Hatta görmezden gelirler. Oysa Gıda kriziyle birlikte yaklaşık 30 ülkede sarsıntılar biryana, ayaklanmalarla bazı yönetimler dahi görevden uzaklaştı. Konuştuğumuz ve sadece sistemin istediği aşamada algıladığımız Mısır Tahrir olaylarının dahi ilk kıvılcımı ilgili krizle insanlar sokağa çıktılar. Konuşturulan dönem ise Gıda krizi ayaklanmaları küllenme sürecinde yeni gelen dalgayla canlanma biçimi olduğu, nedense pek söyletilmek istenmez. Böylesi bir Kapitalist kriz süreci yaşanıp günümüzde devam etmektedir. Bunu anlamak istemeyen ve “gülük gülistanlık” söylemi yapanlar, cebimizdeki paranın nasıl dalgalandığını, artan yoksullaşmalar ve ardı ardına gelen paketlerle bunu tek tek yaşamlarından bakarak anlamaları gerekir. Hele krizi biryana itip sadece bir noktayla konuşup geneli anlatırlarsa, yaşamla gerçeğin nasıl ayrışmasının cenderesinde kaldıklarını fark etmeden yaşama devam ederler. Hatta son dönemlerde olduğu gibi, ceplerindeki paranın neden böyle istikrarsız olduğunu dahi sorgulamazlar…
Belli ki Kapitalist kriz daha epey zaman sürecektir. Yine acıdır, böylesi kriz döneminde ne alternatif değişim siyasal patlaması oluyor, nede sistem krizi doğru dürüst yönetme durumundadır. Hala kriz vuruyorsa, krize neden olan politik eksen seçim alıyorsa, olayı yaratan politik çevreler seçenek diye onaylamıyorsa, sokakta eleştirilen uygulamaların doktorlarını değişik isimle oy veriliyorsa, tepki ile değişim, yönetme ve arayışın hala ayrışamadığı bir pandorada sıkışıp kaldık. Özelikle Avrupa’da hem kriz yaşanır hem tepkiler olur hem de seçimlerde daha sert ayni kararları savunanlar seçimle iktidar oluyorsa, buna ekleyecek fazla araştırma gerekmez! Olayı yönetme yönünden ele alalım: Krizin daha başlamadan öngöremeyenler, daha ironisi, pembe tablolarla daha başarı gelecek öngörüler sıralayan sermaye çevreleri, gelen fırtınayı dahi görmediler. Kriz öncesi ister Dünya bankası, İMF, G.8ve nice Uluslararası sermaye kesimi krizin gelişini okuyamama biryana, geleceği tam aksi bulgularla sunuyorlardı. Yine kriz döneminde ayni kuruluşların tüm toplantılarında krizin nasıl yönetileceğine dair bir doğru dürüst karar alamadılar. Hatta yeni krizle ortaya fırlayan “Uluslararası Kredi kuruluşları” bolca rakamları sunulsa da, verileri tahminleri tutmadı. Amerika Almanya dahi Kredi kuruluşlarına “güvenilmezdir” eleştirisini yüksek sesle yaptılar. Yunanistan, Kıbrıs, İngiltere, Amerika adeta ilgili kuruluşların not yükseltirken nasıl krizlere girme paradoksunun en net kanıtlarıdır. Eklemeden olmaz: Daha geçen aylarda Uluslararası Kredi kuruluşları Türkiye’nin risksiz olduğunu belirten not yükselmesi yaparken, birden tam aksi vuran dalgayla hemen sora para piyasasındaki kırılma çok önemli mesajdır. Marksist hocalarımızın dediği gibi “Sermaye milyonluk dolar iktisat danışmanları krizi dahi öngöremediler”!
Yukarda kısaca yeniden özetlediğim kapitalist kriz yaklaşımları oldukça yaşamsal gerçeklerle kanıtlandı. Acı olan şudur: Yeniden bilgileri, öngörüleri, gelecek görme gerçekleri kanıtlanan Marksist ekonomistlerin bunca doğrulanma konumuna karşın, hala kimi sosyalistlerin burjuva iktisat ağzıyla konuyu konuşma anlama tutumları düşündürücüdür! Hele de her yerde iflasları kesinleşen kuruluşlardan alınan verilerle gelecek tartışması yapmaları oldukça çarpıcıdır. Unutulan şudur: Marksizm’in Kapitalizmi gerek meta dolaşımı, gerek Kapitalizmi ve onun sonucu özünde var olup yaşanan krizi en iyi tanımlamasına rağmen, solcuların iflas eden burjuva iktisatlıyla konuşma duruşu düşündürücüdür. Belki de benim fazla tartışacak ortam bulmama ve birçok Uluslararası toplantıya katılıp yeme içmeye ulaşmamama rağmen ekrandaki etiketli akademisyenlerden daha doğrulara yakın olma gerçeği taşıdığım görüşle bilgimi bütünleştirmemdir. Yeniçağ okuyucusu eski arşivlerden bunu iyi bilir: 1998 yılında herkes Neo liberalizmin ne kadar parlak gelecek olduğunu ülkemizde yazıp çizerken, Yeniçağ gazetesinin bir “enayi yazarı” krizin başladığını, şimdilerde bolca konuşulan ve paralarıyla etkinlik yapılan Sorosu “spekülatif” sermaye ile yazıyordu. Hatta bana “Kemal Aktunç ve Rasıh Keskiner” telefon açıp “Yazdığın kriz ile ilgili makalende ciddiminsin” sorusunu dahi sordular! Kuzey Kıbrıs’ta pembe tablolu yazılar amiral medyalarda dolaşırken haftalık gazetede duyulmamış kavramlarla* birisi “krize girildiğini” yazıyordu. Elbet bunu kim dikkate alırdı!
Bu kadar konu etrafında dolaşmak yeter. Gelelim Kapitalist krizdeki önemli konuşulmayan yönetme araçlarıyla ilgili bir duruma: bilmem hiç düşündünüz mü: Dahası; krizle ilgili konuşanlar akılarından şöylesine bir sorgulama yaptılar mı: Kapitalist krizi konuşur ve alınacak önlemler sorgulanırken, neden hep bankalar etrafında dolaşılıp onları “kurtarmaya veya piyasaya para sürmeyle” kalınıyor! Hatta daha ileri gideyim: Neden kriz sadece bankaların batması ve onlara kaynak ayrılmasıyla başlatılıp oradan çözüm üretileceğini inanıyorlardı? Hâlbuki Markizimden etkilenen veya Ekonomiyi akademik bilimsel kuram olarak öğrenenler bilir ki bir yerde krizden söz ediliyorsa tek olguyla açıklanamaz ve kararla kurtarılamaz! Krizle sadece bankalar değil şirketler, etkilendi. Ama şu hiç söylenmedi! “Batanlar yanında yoksullaşanlar, işsizleşenler, tüketiciler, sosyal kırılmalar” da oldu. Bunlar konuşulmaya başlanınca da kararların onların da etkilenme paydası katılacaktı! Ama hiç olmadı. Hatta alınan kararlarla direk olarak daha yoksullaşma süreciyle yeni daha dengesiz bir yapı oluşturuldu. Bunu direk Kuzey Güney Avrupa denkleminde yakalamak mümkündür. Krizle Portekiz, ispanya, İtalya, Yunanistan ve Kıbrıs daha da yoksullaşıp Avrupa dengesi daha da derinleşti…
Şimdi söylenmesi gereken önemli sistem yanlışına gelmek kolaydır. Kapitalist politik eksen ve akademik çevresi krizi öngörememe gibi duruma düşerken, krizi yönetirken de sadece finansman noktasıyla hareket etmesi de öteki eksiklik oldu. Olay sadece kriz adlandırmada dahi Finansman Mali kriz olarak pazarlanıyordu. Bankalar kurtulsun diye kamu kaynakları harcandı; batacak bankalar kurtarılarak bedel halka fatura edildi! Piyasa finansmanı için başta Amerikan merkez bankası piyasaya fazladan dolar sürdü. Daha sıcak paralarla sanal piyasa ısıtıldı. Yeni bir balon oluşturup üretim piyasası ile sanal kesim arasında değerler uçurumu tırmandırıldı. Böylesi kıskaç paradoksu oluşturuldu. Alınan kararların ekseninde hep para hareketi ile piyasa finansman üzerinde duruldu. Böylelikle piyasaya pompalanan paralar işsizlik veya yoksulluğu azaltma yerine daha çok sermayenin para kazanarak veya eldeki sermayenin hisse yatırımla büyümesine katkı yaptılar. Bu durum beraberinde şunu yaratı: Dağıtılan likidite ve harcanan kaynaklarla bankaların kurtarılması sorası borçlar stokları artı. Nitekim finansman krizi borçlar kriziyle patladı. Büyük sermaye ise önce kullandıkları kaynaklarla bankalar kurdururken, borçları çevirme noktasında eldeki kamu kaynaklarını ele geçirme, bazı alt düzey ekonomileri çökertme ve borç bedeli olarak teslim almanın Pazar çelişkisini giderme hareketine çevirdi.
Olay para üzerinden yürütüldüğü için ve merkezi ekonomiler krizde olma sonucu, piyasadaki sıcak para yani “serseri sermaye” kısa dönemli kazanma limanı aramaya başladı. Çevre ülke adıyla anılan ülkelerde faiz yüksekliği ve tahvil kazanma koşulu nedeniyle fazla paralardan buradaki ekonomiler nemalanıp büyüdü. Türkiye dâhildi! Ancak sermaye hareketiyle hele dış sermaye dinamikle oluşan bu büyümenin kırılganlığı hep vurgulandı. Hatta bunun sonucu özelikle doların olandan daha düşük ve ilgili ülke resmi paralarının daha yüksek olma sanalı da oluştu. Çünkü sermayenin kazanması gerekiyordu ve özelikle “serseri hırsız sermaye” için kısa vadeli kar gerekiyordu! Bu ortamda başta Amerika’daki her iyileşme çevre ülkelerden kaçma olacağı için kriz ihracı olacaktı! Bunu dahi okuyamayan “şaheser” iktisatçılar Türkiye’deki gibi “Ekonomimiz sağlam temellere dayanmaktadır” propagandasını yapıyorlardı. Şimdi oda iflas ediyor…
Kısaca; Kapitalist çevreler tıpkı krizi öngörmeme gibi yine krizi yönetememe bir yana, sadece olaya bütünsel değil sadece finansman gözle çözme durumu da hep sarsıntılar getirdi. Daha krizin bütününün etkisini konuşturmuyorlar. Örneğin krizle gerileyen yapısal ekonomi, artan yoksulluk ve biriken borçların sadece devletsel değil insanların nasıl boğulduğu durumu tartışılmıyor. En örgütlü olan finansman kesimi kendi çıkarına göre kaynakları kullanıyor ve politika yapıyor. Bir banka kurtarılmasına verilen paranın çok azıyla milyonlarca insanın yoksulluktan kurtulma gerçeği hala yoğun biçimde tartışılmıyor! Böylesi Kapitalist özle tartışıp duruyoruz. Hele şu artık komiklik değerini aşan gerçekle; “Neo liberal ekonomik anlayış Asya Kaplanlar patlamasıyla artık miadını doldurdu” algısına gelemedik! Daha önceki Kapitalist krizlerde sistem yeni yanlış olsa da yapısal değişimler getirip sistemi korumaya çalışıp dipten daha erken çıkıyordu. Oysa Doksanlarda başlayan Asya Kaplanlar krizi dalga dalga günümüze değişik merkezlerle sarsmasına karşın buna alternatif sermaye politikası dahi üretilemedi. Öyle üretilemedi ki sadece finansman parasal müdahalelerle ve bankaları kurtarma hareketleriyle sınırlı kalınıyor. Birde söyletilmeyen gelişmiş ülkelerden geri bıraktırılmış ülkelere üretim kaydırılıp ucuz işgücünden kar yapma esnek sermaye dolaşımı gerçekleşiyor. Bakalım artan sıcak para, büyüyen doğal sanal uçurumu ve Kapitalizmle yaşamaya devam olayı nereye dek sürecek?