İslam’ın siyasi programda öne çıkarılmasının yol açabileceği sonuçların anlaşılmasıyla, dine ilişkin atıflar yeni partinin siyasi muhafazakârlığının altının çizilmesi noktasına indirgendi. Erdoğan İslam dininin, artık partinin temel referansını teşkil etmesine son verildiğini ve sadece muhafazakârlığının bir yapısal öğesi olduğunu gösterme çabası ile “Dini, dindarları ve dini değerlerin toplumsal işleyişini kabul eden bir parti ile dini devlet organlarının katkısıyla ideolojiye dönüştürme aracılığıyla toplumun zorunlu değişimini hedefleyen bir parti arasında büyük bir fark vardır” diye vurguluyordu.
Bu arada, (örneğin Kıbrıs sorunundaki, Avrupa Birliği’ndeki ve Irak’taki gelişmeler gibi) ülkenin büyük sorunlarla karşı karşıya olduğu bir dönemde, partinin kuruluşundan sadece 15 ay sonra iktidarı devralması bir an için partinin ideolojik temeline yönelik çalışmaların aleyhine işleyecekmiş gibi göründü. Bu boşluk 2004’ün Ocak ayında yapılan “Muhafazakâr Demokrasi” uluslararası sempozyumun organizasyonu ile dolduruldu. Sempozyum, Türkiye “Liberal Düşünce Topluluğu”nun katkısıyla düzenlendi ve merkezinde AKP’nin ideolojik “manifestosu” olarak muhafazakâr demokrasinin geliştirilmesi konusu vardı. Partinin temel teorisyenlerinden biri ve muhafazakâr demokrasi hakkındaki metnin yazarı olan Yalçın Akdoğan tarafından daha sonra iddia edildiğine göre, partinin o dönemde iktidarda olması ideolojik programda daha fazla “realizm”in olması yönünde katkıda bulunduğundan dolayı bir avantajı teşkil etti. Erdoğan sempozyumun açılışında “bu çalışma, demokratik bir çerçevedeki muhafazakârlık olarak tanımladığımız siyasi düşünceyi kodlayarak, Türk siyasal yaşamına muhafazakâr demokrasi anlayışını vermeyi hedeflemektedir” diyerek, partisinin Türk siyasi hayatında çok bilinmeyen, nispeten yeni bir siyasi teorinin yerleşmesini hedeflediği mesajını veriyordu.
İki boyutlu “muhafazakâr demokrasi” aracılığıyla, parti Türkiye’nin kültürel tecrübesi anlamında muhafazakâr, ancak çağdaş kurumların savunulması anlamında demokrat olacak bir ideolojik temeli belirlemeyi arzuladı. Bu çerçevede, Türkiye’nin aynı geleneksel değerleri, tarihi ve kültürel referansları çağdaş ve modern kurumlara tamamen uyacağından, ülkenin “modernleşmesi” için bir araca dönüştürüldü. Erdoğan “AK Parti’nin muhafazakârlıktan anladığı, mevcut kurum ve ilişkilerin korunması değil, bazı değerlerin ve kazanımların korunmasıdır. Koruma ise değişime ve ilerlemeye kapalı olma değil, özü yitirmeden gelişmeye uyum sağlamaktır” diye vurgulayarak, bu şekilde Türkiye’nin kendine özgü geleneksel değerlerinin ekonomik ve siyasi kalkınma yönünde bir araca dönüştürülmesine işaret ediyordu.
Bu anlamda, AKP’nin muhafazakârlığı Türkiye’nin kültürel değerlerini değişimleri motive edecek güç olarak öne çıkaran bir düzeyde gelişiyordu ve dolayısıyla dış baskılar ve eksenler reform sürecinin temel kısmını teşkil etmiyordu. Abdullah Gül, partinin resmi olarak kuruluşundan önce beklenmedik bir zamanda “Biz Türkiye’nin siyasi bir transformasyon geçireceğine inanıyoruz. Bu süreçte iki akım olacak. Biri dışarıdan gelen tazyikle transformasyona yönelen akım, diğeri ise yerli akım. İç dinamiklerle transformasyonu sağlayacak akım. İşte biz bu akımı temsil edeceğiz ve bütün Türkiye’yi kucaklayacağız” diyordu.
Ancak Türkiye’nin geleneksel değerlerinin öneminin korunması yoluyla değişim, yani muhafazakâr demokrasinin sözünü verdiği süreç, radikal bir süreç değildi. Tam tersine radikalizm partinin ideolojik çerçevesinde reddedilmekteydi. Türkiye’deki siyasi transformasyon kapitalist sistemin yerleşik anlayışlarının ve yapılarının eşliğinde ve aşamalı bir şekilde olmalıydı. Mevcut yapıları sarsmadan, ülkenin siyasi yaşamında bu tür bir değişikliğin başarılması için direkt çatışma değil, uzlaşma gerekiyordu. Yani Kemalist düzen ile Kemalizm’in “modernleşmesine” götürecek yenilenmiş bir ilişki şarttı. Partinin muhafazakârlığı bu önemli yanı da içeriyordu. Akdoğan siyasetin bir uzlaşma alanı olduğunu ve dolayısıyla toplumsal düzeydeki farklılaşmaların, Türkiye’nin zenginliğini teşkil etmeleri için, karşılıklı saygı ve karşılıklı anlayışla yansıtılmaları gerektiğini söylüyordu. Tam da bu sebepten dolayı AKP “radikal değişim karşısında, evrimsel değişimi desteklemekte, radikalizm karşısında ılımlılığı temel almakta ve geleneğin, ailenin ve geçmişin bütün sosyal kazanımlarının korunmasının gerekliliği inancındaydı”.
(devam edecek)
kaynak: gazeddakibris.com