Kıbrıs Kilisesi, 1950 yılının ocak ayında referandum gerçekleştirdi ve Kıbrıslırumların yüzde 95.73’ü Enosis’ten yana oy kullandı. Bu durum, iç savaştan yeni çıkmış, yaralarını henüz saramamış Yunanistan’da heyecanla karşılanmıştı. Kıbrıs Kilisesi, 18 cilde ulaşan ‘Enosis’e Evet’ imzalarını Yunan Hükümeti’ne takdim etmek üzere, Atina’ya bir heyet gönderdi. Heyet, yunan hükümetinden Enosis talebini, BM örgütüne götürmeyi isteyecekti. Hem parlamentoda yer alan muhalif partilerin, hem de yoğun öğrenci gösterilerinin baskısı altında bulunan Yunan Hükümeti, İngilizlerin uyarısına karşın, Kıbrıs heyetini kabul etmek zorunda kalmıştı. 26 Mayıs 1950’de gerçekleştirilen görüşmede, Kıbrıs heyeti, Başbakan Plastiras’tan Kıbrıs için BM örgütüne başvurmasını isteyerek aksi halde, bunu Kıbrıslı Rumların yapacağını söyledi. Plastiras, pek istekli değildi. Bunun üzerine, Kıbrıs heyetinden Lanitis, emekli bir asker olan ve geçmişte Megali İdea uğruna savaşan Başbakan Plastiras’a şöyle demişti: “Cesaret Generalim! Haklı özgürlük davamız için mücadele ediyoruz”. Plastiras’ı kastederek, “Geçen yılların büyük lideri ve Generali’ni düşün…” Plastiras’ın yanıtı açıktı: “Ne yapmalıyım Lanitis? Savaş politikası mı izleyeyim?” Plastiras hükümeti, Kıbrıs Rum heyetinin, Kıbrıs sorununu BM örgütüne götürme isteğini kesin bir dille reddetti. Dönemin Başbakan Yadımcısı Yorgo Papandreu’nun, Lefkoşa Rum Belediye Başkanı Temistokli Dervi’ye söylediği ve uzun yıllar belleklerde kalan sözleri, “ulusal merkez” Yunanistan’ın, Kıbrıslı Rumların beklentilerini karşılayamayacağının en açık kanıtıydı: “Yunanistan bugün, iki ciğerden soluk almaktadır, biri İngiliz öteki Amerikan. Bunun için, Kıbrıs yüzünden nefes darlığı çekme tehlikesiyle karşı karşıya gelemez.”
Kıbrısrum heyeti, 18 ciltlik referandum sonuçlarını Yunan Hükümeti teslim almayınca, bir an için, ortada kalmıştı. Sonunda, referandum sonuçlarına sahip çıkacak birileri bulundu. Yunan Kilisesi Başpiskopos’u Spiridon, Makarios’un çalışma arkadaşları tarafından kurulan, “Kıbrıs’ın Yunanistan’la Birleşmesi için Pan-Helen Komitesi”nin başına geçti ve Yunan halkını, Kıbrıs’ın Enosis mücadelesine sahip çıkmaya davet etti. Bu arada, 6 Temmuz 1950’de Atina’da aynı amaçla büyük bir toplantı örgütlendi. Yunan Kilise ve kamuoyu baskısı sonucunda, Yunan parlamentosu Başbakanı Dimitri Kontika, Kıbrıs heyetini kabul etmek zorunda kaldı. 3 Temmuz 1950 tarihinde, Yunan parlamentosunda gerçekleştirilen toplantıda Kıbrıs heyeti, Dimitri Kontika’ya 18 ciltlik ‘Enosis’e Evet’ imzalarını takdim ederken, Kıbrıs heyetinden Piskopos Kiprianu şu anlamlı sözleri söylemişti: “Sayın Başkan, Kıbrıs Helen halkının iradesini yansıtan kutsal kitaplar olarak bu ciltleri Yunan parlamentosuna bugün, Kıbrıs’ın anası Yunanistan’la nişan töreni olarak teslim ediyoruz”. Yunan Parlamento Başkanı’nın sizleri Kıbrıs Rum heyetini tatmin etmekten uzaktı: “Yunanistan’ın sadık dost ve müttefik olarak yanında yer aldığı, halkların özgürlüğü ve kendi kaderini tayin hakkı için kahramanca savaşan Büyük Britanya, eminim, gün gelecek, bütün Helenlerin rüyalarının gerçekleşmesine karar verecektir.”
Bu sözlerden de anlaşılacağı gibi, Yunanistan’ın bağımlılığı Enosis için aktif bir politika geliştirmesinin önünde büyük bir engel oluşturuyordu.”Ulusal merkez”in bu çaresiz durumu karşısında “çevre”, daha yoğun bir seferberlik başlatacaktı. Bu arada, Kıbrıs Başpiskopos’u II. Makarios ölmüş (Haziran 1950) yerine dinamik tutumuyla tanınan III. Makarios, Başpiskoposluk koltuğuna oturmuştu (20 Ekim 1950). III. Makarios’un temel politikası, Kıbrıs sorununu uluslararasılaştırmak ve BM örgütüne taşımaktı. Dönemin “yükselen değeri” olan Halkların Kendi Kaderini Tayin Hakkı (selfdeterminasyon) ilkesinin Kıbrıs’ta uygulanarak Enosis’in gerçekleştirilmesini uman Makarios, sömürgelerin siyasi bağımsızlıklarına kavuştukları bu yeni ortamda en iyi biçimde yararlanmayı tasarlıyordu. Kuşkusuz, bu politikanın sürdürülebilmesi için Yunanistan’ın desteğine ihtiyaç vardı. Dolayısıyla III. Makarios da Yunanistan’ı harekete geçirmek için yoğun bir çaba içine girecekti. 1951 yılında, Yunan Başbakan Plastiras ile bir araya gelen Başpiskopos Makarios aradığını bulamadı. Hatta Plastiras’ın sert tepkisiyle karşılaştı. Plastiras Makarios’a “Eğer fakir kulübeme gelmiş ve benden gidip Kıbrıs için savaşmamı istemiş olsaydın, bunu memnuniyetle yapadım, çünkü ben askerim. Ancak, Yunanistan’ın Başbakanlık makamına gelerek benden Yunanistan’ı yakmamı istiyorsun. Üstelik Kıbrıs’a da bir faydası olmadan… Rahat otursana…Rahat otur bakalım.”
Makarios “rahat oturmayacaktı” ve Enosis için yürüttüğü mücadeleyi daha da yoğunlaştıracaktı…(1).
Etnik Elen nüfusunun ada yaşamındaki sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasi egemenliğine rağmen, Kıbrıs Elen milliyetçiliği aşamalı ve sistemli şekilde yetiştirilmeliydi. Bu, yerel ve dış kaynaklı kuruluşların yer aldığı ve 19. Yüzyıl’da Yunan devletinin alitorizm ideolojisi içinden fırlayan bir prosedürle başarıldı. Ulusal doğuş ve yapılanmanın temel mekanizmaları, eğitim sistemini (ki Ortodoks Kilisesi’nin denetimindeydi), Yunanistan’da öğrenim gören aydınlar tarafından kurulan gönüllü örgüt faaliyetlerini ve Yunan Konsoslosluğu’nu içeriyordu. Bu siyasi prosedürün, diğer Balkan ve Güneydoğu Avrupa ülkelerinin kendi uluslarını ve ulusal devletlerini oluşturmaları sırasında görülen prosedürlerle birçok noktada benzer olduğunun vurgulanması gerekir. Ancak analizci, adanın sosyal ve kültürel tarihinin –etnik Elen nüfusunun tartışmasız egemen olduğu- önemini görmezlikten gelemez. Kıbrıs Elen milliyetçiliğinin yükselişini getiren ve onu çağdaş Kıbrıs tarihinde en güçlü siyasi ideoloji yapan demografik ve kültürel altyapı sağlayan, tam da bu egemenlikti. 21. Yüzyıl’a yaklaşırken (bir yandan Enosis hareketi ile 1955-59 EOKA özgürlük mücadelesi, diğer yandan ise 1960-74 döneminde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin sabote edilmiş olması olgularının da mevcudiyetinde) Elen milliyetçiliği Kıbrıs Elen siyasetine egemen olmaya devam ediyor(2).
Özellikle II.Dünya savaşı’ndan sonra İngiliz Sömürge yönetiminin de yardımıyla, Türk ulusal bilinci, Türkiye’yle bütünleşme istemi, kitlesel bir yoğunluk kazanmaya başlamıştı. Türk ve Elen ulusçulukları, daha doğum aşamalarında yoğun bir çatışma içine girmişlerdi. Elen ulusçuluğu Osmanlıya karşı, Türk ulusçuluğu ise, Yunanistan’ın Megalo İdea serüvenine karşı direnişte şekillenmişlerdi. Bu bakımdan adı geçen ulusçuluklar Kıbrıs’a ulaşırken, ortak değerler değil,çatışan değerler taşımışlardı. 1950’li yıllarda Kıbrıs’ta, ideolojik gerilim, askersel olarak da örgütlenmiş, seçkinlerin siyasal yönelişleri toplumları düşman kamplara sürüklemişti. Kıbrıslı Rum seçkinlerin öncülüğünde sürdürülen “Aydınlanma” ile Kıbrıslı Türk seçkinlerin öncülüğünde sürdürülen “Karşı Aydınlanma” , yüyıllardan beri Kıbrıs’ta yaşayan insanların kendilerini Kıbrıslı olarak tanımlamalarını engelliyor ve Kıbrıslıları, Kıbrıs’ın değil Yunan ve Türk uluslarının parçası sayıyordu(3).
Belli basın çevreleri ve “Kıbrıs Türktür” gibisinden dernekler vasıtasıyla Türk halkının 1949-1955 yılları arasında Kıbrıs konusunda gösteriler yoluyla yaptığı eylemler ve kışkırtmalar neticesinde 6-7 Eylül 1955 olayları yaşandı. Kısa sürede basının bilinçli kışkırtmalarıyla Kıbrıs iç politikada bir patlama faktörü haline geldi. Türkiye’de 1955’ten sonra “Ya Taksim Ya Ölüm” mitingleri düzenlenmeye başladı. Tabii Londra Zürih Antlaşmaları ne Taksim ne de ölüm getirmiştir.Türkiye’nin tavır değişikliğine neden olan olayların başında Yunanistan’ın 1954’te Kıbrıs’ı BM’ye götürme yaklaşımı oldu. Türkiye Yunanistan’ın bu konudaki kararlı tutumundan etkilendi. İngiltere’nin Türkiye’yi Kıbrıs’la ilgilenmesi konusundaki teşviki de TC’nin Ada’ya yönelik politikalar belirlemesine neden oldu(4).
Türkiye önce adanın İngilizlerde kalmasını savunurken, daha sonra “Kıbrıs Türktür Türk Kalacaktır” sloganını attırmış, daha sonra da Kıbrıs’taki Türk milliyetçileri “Ya Taksim Ya Ölüm” sloganına sarılmışlardır. Kıbrıslı Türklerin o zamanki liderlerinden(1954) Faiz Kaymak’ın anıları bize herşeyi yansıtmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin baskıları ile toplum liderliğinden el çektirilen Faiz Kaymak Türkiye Cumhuriyeti’nin o zamanki çelişkili politikalarını aşağıdaki gibi anlatmaktadır:
“Görüşme, 1 saate yakın sürdü. Profesör Fuat Köprülü İngilizlerin adada kalmasını desteklememizi ve “meşruti” yönetim için, İngilizler yönünden önerilen Anayasayı benimsememizi söyledi.” (5).
İkinci Dünya Savaşı’nı izleyen dönemde İngiltere İmparatorluğu’nun sömürgelerini tasfiyeye ve yüzyıllar boyunca idaresi altında tuttuğu topraklardan dışarı itilmeye başladığı görülüyor,bunun sonucu olarak da İngilizlere başkaldırmak, onları bir an önce ülkelerinden çıkmaya zorlamak Asya veAfrika halklarının ilk hedefi haline gelmiş bulunuyordu. Kıbrıs, bu topraklardan biriydi ve Türkiye’ye gereği gibi yansımamakla beraber Rumların İngilizlere karşı verdikleri savaşın gittikçe hızlanmasına sahne oluyordu(6).
Kıbrıslı Türkler ise İngiltere’den henüz umutlarını kesmedikleri, daha doğrusu Türk topluluğunun ileri gelenleri kişisel ve sınıfsal çıkarlarıyla İngiltere’ye bağlı oldukları için Türk hükümetlerinin Kıbrıs’ta İngiltere’ye cephe almasını istemiyorlardı. Kıbrıs’ın Türk olduğu konusunu 1950 yılında TBMM’ye Cevdet Kerim İncedayı’nın ağzıyla getirenler de Türkiye’deki gençlik örgütlerinin içinde bulunan Kıbrıslı öğrencilerden ibaretti. Ne vakit ki Kıbrıs Türkleri İngilizlerin adadan ergeç çekileceklerini ve Rumların asıl amacının Kıbrıs’ın bağımsızlığına değil Yunanistan’la birleşmeye yönelik olduğunu anlamışlardır, ancak ondan sonra gözler “anavatana” çevrilmiş, tüm umutlar Türkiye’ye bağlanmıştır.
“Namlunun Ucundaki Demokrasi” adlı kitabında daha sonraları Yunanistan Başbakanı olacak olan Andreas Papandreu, sorunu şu şekilde algılamaktadır:
“Kıbrıs sorununun aslı iki etnik grup arasındaki ilişkilerde yatmıyordu. Esas sorun, Kıbrıs’ın Doğu Akdeniz bölgesindeki stratejik mevkiinden kaynaklanıyordu. İngiltere, II. Dünya Savaşı’ndan sonra ulusal kurtuluş hareketlerinin gelişmesi sonucu, sömürgelerini birer birer kaybetmeye başlamıştı. Eninde sonunda Kıbrıs’tan da çekilmek zorunda kalacağını biliyordu. Bu nedenle de Adada bir askeri üs bulundurmak istiyordu. Ortadoğu’daki kritik durum ve Sovyetler Birliği’nin bölgede doğrudan askeri gücü olmasa bile siyasal varlığını duyurması dikkate alınacak olursa, üssün önemi hiç de küçümsenemezdi. Dahası, İngiltere, Kıbrıs’ın Yunanistan’la birleşmesi demek olan “Enosis”i mutlaka önlemek istiyordu. Çünkü bu, Doğu Akdeniz bölgesinde dengenin esaslı bir değişikliğe uğramasıyla sonuçlanacaktı.
Bir yandan “Enosis” müttefiklerin işine gelmiyor; bir yandan da “Enosis” gerçekleşmeksizin Kıbrıs’ın bağımsız bir ülke haline gelmesi, NATO ve Amerikan stratejisi açısından sakıncalar içermekteydi. Küba deneyi, NATO’nun güneydoğu kanadını oluşturan Türkiye ve Yunanistan’ın yanı başındaki küçük bir ülkeye bağımsız dış siyaset izleme olanağı verilirse, iki süper devlet arasında büyük bir bunalım doğabileceğini göstermişti. Enosis, Kıbrıs’ı NATO saflarına katma avantajıyla birlikte bir dezavantajı da içinde taşıyordu. Rusya’nın sınır komşusu, sadık NATO müttefiki Türkiye’nin yararına olarak Yunanistan’a aşırı bir önem kazandırıyordu. Bu nedenle Kıbrıs konusunda Anglo-Amerikan emelleri, Enosis’le Kıbrıs’ın bağımsızlığı arasında bir noktaya ulaşılmasına yönelmekteydi.”
DİP NOTLAR
(1)KIZILYÜREK,Niyazi: (2002). Miliyetçilik Kıskacında Kıbrıs,İletişim Yayınları, İstanbul,97-98.
(2)MAVRATSAS,V.Kaysar: (2000). Elen Milliyetçiliğinin Kıbrıs’taki Yönleri, Galeri Kültür Yayınları,Lefkoşa,28-29.
(3) KIZILYÜREK,Niyazi: (1993),Ulus Ötesi Kıbrıs,Kassulidis Ltd,Lefkoşa,15.
(4)HASGÜLER,Mehmet: (1998), Kıbrıs’ta Enosis ve Taksim’in İflası,Öteki Yayınevi,Ankara,39.
(5)Özgürlük Dergisi,sayı 30,Ekim-Kasım 1988.
(6) Özgürlük Dergisi,sayı 32, Şubat 1989.
-DEVAM EDECEK-